1 Aralık 2012 Cumartesi

anne ben amerika'ya gidiyorum - hayır kafamın içinde değil

nerden almıştım bilmiyorum, söylerseniz yazarım
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Şu cümleyi yazarken bile her harfte bir hata yaptım, yazıp yazıp sildim. Hem bir yandan acayip heyecanlıyım, hem de deli gibi korkuyorum, tırsıyorum, tereddüt içindeyim, pişman olup duruyorum.
Amerika'ya gidiyorum çünkü. 14 günlüğüne de olsa böyle bir yolculuğa çıkıyorum. İşle, memurlukla ve insanların genel düşünce yapısıyla, toplum denen şeyin - artık neyse o - dayattığı, kabul ettiği herşeyle ilgili düşüncelerimi hemen hemen biliyor sayılırsınız. Kelimelerim yettiğince anlatmaya çabaladım burada hep. İşte bu düşüncelerime habire ihanet ediyor olsam da bir yıldan beri ilk kez iyi birşey yaptığımı hissediyorum.
İşe girdiğimde ilk yıllık iznimi kazanana kadar geçecek olan bir yılı akıl sağlığımı - neredeyse - yerinde tutabilerek geçirmemi sağlayan planlardan biri, o ilk izinde elimde 25 yıldan beri ilk defa kendi kazandığım ve bu yüzden düşüncesizce harcayabileceğim kadar para olacağından, Mısır'a gitmekti. Her sabah buz gibi havanın yüzüme çarpmasına da her akşam yorgun argın eve dönmeye de bu ufacık umut damlası sayesinde katlanabildim. İçimden tekrar edip durdum, gideceğim, gideceğim, bu sefer gerçekten gidebileceğim diye.
Ama hayat nedense hep planlarıma engel olmak zorunda hissediyor kendini. Yılın sonuna doğru turlara, uçaklara falan bakmaya başladığımda gören herkes, soran herkes aynı şeyi söyledi : Çok karışık orası. Ne demek karışık, haber dinlemiyorum ki ben bir yıl olmuş, haber yüzü görmüyorum sabahın köründe evden çıkıp, netsiz, cep telefonsuz, tvsiz bir ortamda 8-9 saat geçirip, gecenin bir vakti eve geliyorum. Gün içinde çay ocağındaki tvde birşeyler yakalayacağım da, işten vakit bulacak da netten gazetelere bakacağım da, evde gözlerimi kanepede boylu boyunca uzanmışken ayık tutabileceğim de haberlere bakacağım ki o gözler daha yemek yerken kapanıyor ve zaten eve geldiğimde haber bültenleri yarılanmış oluyor.
Bilemiyordum durumun ciddiyetini yani. Ha tabi giden yok mu, var. Turlar sürmüyor mu, sürüyor. Ama gözümün önündeki apaçık gerçeğe arkamı dönemem, Mısır benim bildiğim, hayalini kurduğum, havasını solumak istediğim ülkenin, toprakların önünde kocaman bir karmaşa olarak duruyor şu an. Mısır, ne zaman biteceğini, nasıl yola gireceğini bilemediğim bir saçmalama halinde gidip geliyor ve ben bile - aklı bu derece havada yüzen süzülen ben bile - orada bulunmanın akıl karı olmadığını biliyorum.
O yüzden tur şirketlerinin sayfalarını inceledim durdum birkaç hafta. Görüyordum turu, şurası burası yazıyor mesela, ama ben bir türlü elim varıp da içeriğine bakmak istemiyordum. Hangi şehri, ülkeyi görsem ekranda içimden sesler bağırıp duruyor, ben orayı turla rehberle görmek istemiyorum ki kendim bizzat kendim gidip, sırtımda çantam, sokaklarını arşınlamak, her bir taşının suyunun lambasının önünde ağzım açık aval aval dikilmek, kafelerinde oturup elimde kahvem insanlara bakıp durmak istiyorum. Ha yanımda benden biri olursa, ne ala. Dolayısıyla bakındım durdum turlara. Sonunda sırf gitmem gerek, yemin ettim en azından yurtdışına çıkacağım ilk iznimde diye birkaç tanesini not aldım, gittim şirkete falan konuştum. Yalnız da gitmeyeyim diye anneme dedim geliyorsun.
Sonraki bir hafta tam bir karmaşaydı. Annem, babam, abim, yengem o bunu dedi şu şunu dedi onlar bunlar şunlar derken sizi de sıkmak, uzatmak istemiyorum. Tam her şeyden vazgeçip belki de 20 gün boyunca evde boylu boyunca uzanıp kıpırdamadan solurum diye kafama yerleştirmişken, Nihan mail attı, buraya gelsene yılbaşında diye.
Nihan Amerika'da şimdi. Strangeland Dreams'te de anlatıyor hatta maceralarını. Biz, hepimiz, üniversitedeyken hayal kurmanın, plan yapmanın dibine vurmuş insanlardık. Hala öyleyiz, hiçbir şey değişmedi. O zamanlar deliler gibi şuraya gitsek buraya gitsek derdik, yollar çizer, bütçeler çıkarır, rotalara bakar, uçakların otobüslerin trenlerin saatlerini not alır dururduk. Bir türlü tutturamadık, bir türlü o planları uygulayamadık, o yollara düşemedik, o yerleri göremedik. Çünkü hayat hiçbir zaman planladığımız gibi gitmiyor, Sarı Nehir'i nasıl akmaktan alıkoyamadılarsa hayat da o şekilde hiç hayallerden falan anlamıyor.
Kendimi bildim bileli yolculuk etmek istememim yanında, bu yolculukların nasıl ne zaman ve nerelere olacağına dair oldukça kesin hayallerim vardı. Ama baya bir tecrübe ettiğim üzere hiçbiri benim kafamdaki yola uymuyor, uymadı. Eskişehir'i, Konya'yı, İzmir'i, Bodrum'u, Olympos'u, Kemer'i, Antalya'yı, Prag'ı, Viyana'yı, Bratislava'yı, Budapeşte'yi hiç de beklediğim şekilde ve zamanda gezmedim. Hepsini genelde o an öyle bir fırsat doğduğu için gidip, görmüş oldum.
Yine aynı şey oldu. Amerika'yı bana kalsa daha bir 30'larımda, daha geniş bir gezi şeklinde görürdüm, bir çok yeri görüp yaşadıktan sonra. Ama tamamen spontane gelişti herşey, Nihan gel dedi, geleyim dedim. Uçak biletlerine baktım, uygun bir tane gidiş-dönüş buldum, aldım. Pasaport, vize, otel derken bir de baktım hakikaten gidiyorum.
Valla gidiyorum ya. Her gün kendime bunu tekrar tekrar hatırlatmak zorunda kalıyorum, öyle böyle değil. Siz bunun benim için ne kadar büyük, ne kadar olağanüstü olduğunu anlayabilecek durumda mısınız bilemiyorum ama cidden öyle. Çok büyük. Oturmuş cepada, ankamallde önümüzde burger patatesleri, etrafımızda uğultulu kalabalık, tepemizde çiğ ışıklar varken gülüp, konuşarak McLarens'ta da şunu içeceğim muhabbeti yapıyor değiliz; okulda camın önünde soğuk tahtaların üzerine oturmuş, ayaklarımızı birbirine çarptırarak Kaliforniya'da homeless olacağım diye rastalı saçlarımızı hayal ediyor değiliz. Bildiğiniz gerçekler üzerine plan yapıyoruz, elimde gerçek bir United States of America yazan vize basılmış, silah kaçakçısı tipli resmimin olduğu pasaportumu tutuyorum. Mail kutumdaki İstanbul-NY, NY-İstanbul, NY-Orlando, Orlando-LA, San Francisco-NY uçakların dair e-biletleri henüz o kadar gerçek gelmiyor belki kağıttan olmadıkları için ama NY'deki ve Orlando'daki otel odalarımıza dair rezervasyon kayıtları ve kredi kartımdaki çekimleri gösteren kayıtlar ikna ediyor birazcık. Allahım, ben ciddi ciddi Amerika'ya gidiyorum, hem de benden biriyle, kendi bildiğimiz yoldan, kendi kafamıza göre nasıl eserse o şekilde gezeceğiz.
Evet hayalciyiz, aklımızı 100 karış havada. Evet neye ne kadar verdiğimizin ayırdında değiliz henüz, neyin daha hesaplı mantıklı olduğunu tam anlamıyla düşünebiliyor da değiliz belki. Cahiliz, tecrübesiziz, 25 yaşındayız ama dünyaya gözlerimizi yeni açıyoruz, açmadık hatta açacağız büyük ihtimalle. Evet aklımızda dizilerden sahneler, filmlerden replikler Üç Süpürge'de kaymak birası içmek, norveç pütürlüsünden kaçmak, Zonko'nun dükkanından bir sürü şey almak, çikolatalı kurbağa kartlarımızla yüzümüzde salak bir gülümsemeyle dolanmak istiyoruz. Olsun. Önemli olan, bunların gerçek olacak olması.
Bu yüzden de çok mutluyum, olley de olley şeklinde geziniyorum etrafta. Bir yandan da dehşete kapılmış durumdayım. Seyahat planımızı daha sonra baya ayrıntılı bir şekilde anlatacağım ama şimdilik şunu söyleyebilirim, buradan, Ankara'dan otobüsle İstanbul'a, oradan havaalanına, İstanbul'dan NY JFK'ye kadar tek başıma gideceğim. JFK'de Nihan'ı bulana kadar, kendimle ilk defa bu kadar yakından tanışmış olacağım.  Sonra da yolculuğun sonunda, dönüşte, San Francisco'dan NY'ye, oradan da İstanbul'a ve Ankara'ya tek başıma döneceğim. Korkudan ölüyorum. Rüyalarımda hep o bavulların dönerek geldiği bant var, oradan bavulumu alamayacağım ben ondan korkuyorum. Neresi check-in, neresi terminal, nerede pasaportumu göstereceğim, uçağa nasıl bineceğim hepsinde kaybolacağım diye ödüm kopuyor. Daha önce uçağa bindim, daha önce yurtdışına da gittim. Ama bir rehberin arkasında, uygun adım, kalabalık bir grupla, yanımda iki kuzenim, gayet rahattım. Bu sefer direkt kendimle başbaşayım, kendimle yüzleşeceğim. İçimdeki o, dünyanın en büyük korkağı hortladı, tüm bir yıl çalışıp biriktirdiğim parayı harcayacak olmam falan hepsi üstüme geliyor. Arkama bakmadan koşarak kaçasım geliyor. Bir 10 yıl sonra ortaya çıkarım sonra diyorum, o zamana kadar bir kıyı kasabasında balık tutar yaşarım diye düşünüyorum. Tir tir titremeye başlıyorum, ben aslında hiçbir yeri görmek istemiyorum ki ne alakası var, resimlerine bakınca da görmüş oluyorum işte gidince ne olacak allah allah ne saçma şey diyorum içimden. Her şeyi bırakayım, gideyim köye, babaannemin yanına, karşımda fındık bahçesi, mandalina ağaçları, yanımda incir ağacı, burnumda nem, küf, yağmur kokusu kuzinenin ateşi yüzüme vururken kitaplarımı yazayım diyorum.
Ama mutluyum, heyecanlıyım. Çok. Ne tam hayal ettiğim gibi, ne tam hayal ettiğim zamanda, ne tam hayal ettiğim biçimde. Ama gerçek. Bu sefer gerçek.
kaynağını bilmiyorum, söylerseniz yazarım

Ayrıntıları, her şeyi, her bir şeyi anlatacağım gidene kadar. 24 günümüz var.

2 yorum:

  1. Herşey bittiğinde iyi ki gitmişim diceksin, o güne kadar keyfini çıkar ve iyi yolculuklar:)

    YanıtlaSil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...