18 Kasım 2012 Pazar

Twilight Evreleri ve Breaking Dawn Part 2

Aşama 1 - Tanışma : Üniversitenin ya 3. ya da 4. yılı. İlk Twilight filmi Amerika'da ve daha pek çok ülkede vizyona girmiş, ilk üç kitabı peynir ekmek gibi satıyor ve ortalıkta tam bir delilik furyası oluşmaya başlamış. Benim hiçbirinden zerre kadar haberim yok, zaten depresyondayım, bir sürü dersten kalıp kalıp duruyorum, üniversiteden nefret ediyorum. Gönül'ün ev arkadaşı ilk kitabı okuyup ona önermiş, o da bayıldığı için Cey'e söylemiş. İkisi de okumuş, hemen büyüsüne kapılmışlar. Yine bir ders çıkışı pencere önünde buluştuğumuzda böyle bir kitap var filmi de var çok güzel süper inanılmaz türünden konuşmalar yaptılar. Hayatımdan nefret ediyorum ben ne filmi ne kitabı diye kafamda tilkiler dolanıyor, çok net hatırlıyorum, ne diyor bunlar diyordum. Sonunda ısrarlara dayanamadım, filmin indirilmişini flashıma alıp, evin yolunu tuttum. Birkaç gün bekledi film tabi, sınavların başlamasına bir hafta falan var, konuları toparlayayım diyorum ben. Ama sonraki hafta, tam da sınavların ortasında yine delirecek gibi olduğum bir anda açayım bakayım şuna dedim. Yatağıma oturdum üstüme aldım yorganımı, ışıkları kapadım, bilgisayarı açtım, kulaklıkları taktım ve başladım izlemeye.
İlk film, Twilight. O insanın içini soğutan mavi palet. Adını sanını bilmediğim oyuncular, bir tek olmamış ama bu Cedric olarak tanıdığım Robert Pattinson. Herşey normal, iyi, ergenliğimi 10 yıl geriden yaşıyorum zaten, beğeniyorum hikayeyi. Ama sonra bir an geliyor, o an. Gecenin bir yarısı Edward, Bella'nın yatağında öpüşmeye başladıklarında birden kendini duvara fırlatıyor, Bella gitme diyor, o da kalıyor ve yatağa oturup konuşmaya başlıyorlar. Tüm ömürleri boyunca hiç konuşmamışlar gibi, hiç anlatmamışlarcasına konuşuyorlar. Mutlular, sadece konuşuyor, birbirlerini dinliyor, birbirlerine anlatıyor olmaktan. Sonra Bella uyuyakalıyor, Edward'ın yanında uzanmış. Uyku içinde dönüyor, kolunu Edward'ın beline doluyor. Edward uyanık, vampir ya, tam elini kaldırıyor Bella'nın başını okşasa mı ne yapsa, kararsızlıktan değil, korkuyor, ürküyor, incitmekten. Ve ben tam o anda deliler gibi ağlamaya başlıyorum yatağımda, ekranın karşısında. Filmi durduruyorum, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlıyorum.
Aşama 2 - Manyaklık : Ertesi gün okula gidip kızlara film hakkında ne düşündüğümü söyleyemez hale gelişimin ardından halimi anladıkları için hemen bana kitapları ödünç verdiler. Otobüste, evde nasıl okudum bilmiyorum. Herhalde ik üçü günü bulmamıştı, cuma okul çıkışı direkt eve giden otobüse binmedim, önce metroyla ankamalle gittim. D&R'a girip, üç kitabı elime alıp kasaya yöneldim. Utana sıkıla, kimse görmesin diye sakına sakına. Hemen sırtımdaki çantaya tıktım kitapları, umarım kimse görmemiştir, ne yapıyorum ben, neyim var benim diye beynim kendini yerken. Otobüste kucağımdan kaldırmadan sayfaları yemeye devam ettim, eve geldiğimde tüm haftasonunu koltuğa uzanmış, kafam gömülü halde geçirdim.
Kaç kere okudum her bir cümleyi bilmiyorum. Sınavları falan hööö, hiç umursamadım. Bir saniye bile durup düşünmedim, düşünemedim ki. Elimde değildi, beynimin içinde devamlı o evrendeydim. Filmi önce izleyip kitapları sonra okumuştum ya, görüntüler de vardı kafamda böylece, okudukça yerleştiriyordum. Günlerce, haftalarca içinde yaşadım o evrenin. Netten ne kadar şey varsa okudum, kitaplardan çıkarılan bölümler, Midnight Sun çılgınlığı, yok o bunu demiş bu bunu demiş, herşeyi ama herşeyi. Hiç bitmeyen, uçsuz bucaksız bir harikalar diyarında kendimi oyalayıp duruyordum.
Aşama 3 - Sakinleşme : İlk filmi açıp açıp her ihtiyacım olduğunda bir sahnesini izleyip kapama sürecinden sonra, biraz düşünebilir hale geldim. Zaten oyuncuların çoğu role uymuyordu, hiçbirisi de dünya güzeli değildi, çok yetenekli de değildi. Ama Kristen Stewart'ı beğenmeye başladığımı fark etmiştim. Güzeldi sanki, neydi neciydi ki. Açtım araştırdım, ufaklığından beri film yapıyor görünüyordu. İndirdim sırayla izledim filmlerini. Ciddi ciddi ele avuca gelir filmleri, rolleri vardı. İkinci filmin gösterimi yaklaşıyordu, fragmanlar, görüntüler nete düşsün diye bekliyordum artık. Her gün gelip onları kontrol ediyordum. Film vizyona girmeden neredeyse çoğunu izlemiştim. Ama artık en azından beynim devamlı o dünya içinde yüzmüyordu, kitaplar elimin altında habire bir sayfasını açıp zaten ezbere bildiğim cümleleri okumuyordum. Yavaş yavaş dış dünyaya geri dönüyordum, düşüncelerim berraklaşmaya başlıyordu.
Aşama 4 - Çamurlaşma : New Moon'u izleyip, üçüncü filmi bekleme sürecinde artık herşeyi kötüleme vaktiydi. Aslında çok salakçaydı tüm bunlar, Stephenie Meyer yazım açısından bir hiçti, o kadar basit, o kadar çiğ şeyler yazmıştı ki edebiyat dünyası için yüz karasıydı. Biz o ergenlerden değildik, İngiliz edebiyatı bilirdik, Tolstoy Dostoyevski bilirdik, ilkokulda İlyada okumuştuk. Neydi ki bu saçmalık. Şaka bir yana, ortaya konulan işin ne derece kaliteli olduğunu veya olmadığını anlama evresiydi bu. Beraberinde kısa süreli bir nefret, kendi salaklığına şaşkınlık ve hayret getirmişti.
Aşama 5 - Olgunluk : Tam olarak 3.filmden sonrasına denk geliyor. Artık Twilight evrenini neden, niçin, nasıl, ne şekilde sevdiğimi, sevmediğimi biliyorum. Çok basit ve içeriksiz denebilecek seviyede yazılmış bir hikayenin içimde bir yerlere seslenebildiğinin farkındayım. Ne şekilde olursa olsun normal sayılabilecek bir kızın, doğaüstü bir aşk yaşaması içimdeki dişiyi dürtüyor. Saçma olduğunu bile bile böyle bir hikaye basit bir şekilde beni mutlu ediyor. Dünyayı bildiğim için, bildiğimiz için, herşeyi bu kadar basit, sığ ve tek yönlü olduğu bir evren ruhuma iyi geliyor. Vampirlerin can yakmadığı, çok güzel, çok hisli, pek sevimli oldukları, hayata dair hiçbir beklentisi, hayali, düşüncesi olmayan bir kızın birdenbire etrafındaki her erkek tarafından sevildiği, herşeyin sadece aşk - pek ergence bir aşk - etrafında döndüğü bir evrende en azından bir iki saatimi geçirmek aylık deşarjımı yapmak gibi oluyor. Çok düşünmüyorum, çok çaba harcamıyorum. Mutluyum öyle olmasından. Bunun kimseye bir zararı da yok. Ha benim açımdan yani. Yoksa durup dururken büyük olasılıkla haksız yere, bir kadını dünya zengini yaptı, kocaman bir genç kitleyi peşinden sürüklüyor ve henüz fikirleri tam oturmamış çocukları, gençleri saçma hülyalara sokuyor.

Sevmiyor muyum, seviyorum. Çünkü her yeni filmi geldiğinde arkadaşlarımla toplaşıp sinemaya gitmeyi, film sırasında bizden 5-10 yaş küçüklerin tepkilerini izlemeyi, çoğu kez kendi tepkilerimizi izlemeyi, film sonrasında oturup bir ton muhabbetini yapmayı, kristen bizim okulda olsaymış tam bizimle takılan bir tip olurmuş türünden zerre kadar tanımadığımız bir insan hakkında psikanalizin dibine varan geceyarısı konuşmalarını yapmamızı seviyorum.

Kabul edin, son filmin son yarım saatinde siz de şoka girdiniz. Ama çok güzel oldu be.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...