7 Ağustos 2011 Pazar

Ranzalı, Simli, Zegers'li, Dayaklı Rüyalar

Ramazanın 6 gününü geride bırakmış, yedincisi için çayımı içip, tostlarımı pudingimi yemiş halde güneş penceremin dışında nerdeyse doğmak üzereyken uykuya daldım. Karnımdan tuhaf sesler geliyordu ama aldırmadım zaten iki saatlik bir uykudan kendim kalkıp, yine kendim yiyecek birşeyler hazırlamak zorunda kalmıştım. Uykum çoktu, davulcu tepemde dikilse gözümü açıp, bakmazdım o derece.
Rüyalar evrenimde öncelikle sıkışık bir odadaydım. Karşılıklı iki ranza vardı odaya büyük gelmiş gibi duran. Ranza dediysem öyle bildiğimiz ranza değil yalnız.Normal bir tek kişilik yatağın duvara yaslandığını düşünün, sonra da onun üstünde belli bir yükseklikte aynen öyle bir yatağın duvara monte edildiğini gözünüzün önüne getirin. Öyle saçma birşey işte.
Peki bu odada ne arıyordum? Güya bir üniversite sınıfımla birlikte geziye gelmişim. Bir sürü diğer kızla birlikte de o odada kalıyormuşum. Nasıl sığacaktık oraya anlamadım zaten. Yatakların üstünde bavullar, her bir yerde başka bir kız. Sinirim tepeme çıkmış tabi. Bir de bir yatağın üzerine siyah siyah parlayan simler dökülmüştü birinin birşeysinden. Deli gibi bağırıp, çağırmaya başladım.
Sonra birden başka bir versiyona geçtim. Gene aynı odada kalıyordum ama o üstteki yataklar yoktu ve oda gözüme biraz daha büyük, ferah görünüyordu. Bu arada odayı tam olarak anlatamadım sanırım. Dikdörtgen düşünün önce, uzun kenarlarından birinin en dibinde kapı var, kapıdan girince hemen soldaki duvarda ve onun karşısındaki uzun kenarda yataklar var duvara paralel uzanan. Odanın öbür ucundaki kısa kenarın ortasında da pencere. Dedim ya gene bu odada kalıyordum ama bu sefer o kızlar ya da o sınıfla değildim. Sanırım başka bir sınıf gibi birşeye dahil olarak - okul gezisi gene yani - geziye gelmiştim. Bir erkek arkadaşımla arabada cdlerimizi unuttuğumuzu fark edip, odaların olduğu bölümden otopark kısmına yürümeye başladık. Otopark kısmına bina içinde bir tür köprü gibi bir yerden ulaşılıyordu ve otopark da öyle yerin dibinde değildi, ayrı bir bina tümden otoparktı. Biz de o binanın üst katlarında bir yerde olan arabaya gittik. İkimiz de iki ayrı cd aldık arabadan. Müzik cdleriydi, kapaklarına da bakmıştım ama şimdi bir türlü hatırlayamıyorum.
Cdleri alıp, geri dönerken yolda bir çocuk yanımıza yanaştı. Gayet normal görünümlü ve giyimli, bizim yaşlarımızdaydı. Bizim dediysem rüyamdaki yaşımı kastediyorum, üniversitenin başında falandım galiba. Biraz para falan vermemizi istedi. Başımızdan savdık. Odaya dönerken, çocuk peşimizden intikam almak istercesine geldi, takip ederek. Kurtulmaya çalıştık, atlatamadık. Odaya koşup, kapıyı hemen kapatıp girmesini engellemeye çalıştık. Bu sırada odada bir diğer arkadaşımız daha vardı erkek. Siyahiymiş gibime geliyor ama çok da net değil. Neyse hemen kapıyı kapatıp, kapının yanındaki duvardaki kart okuma cihazına kartlarımızı okuttuk. Ha bir de böyle bir durum vardı. Kapıları falan o okuyucuya kartlarımızı okutarak açıp, kapatıyorduk. Kapıyı kapadıktan sonra kendimizi garantiye almak için - ki niye o kadar korktuk bilmiyorum - o kart okuyucuyla oynayıp, tam bir kilit sağlamaya çalıştık. Daha doğrusu diğer ikisi kart okuyucuyu açıp, programlamaya çalışırken ben hemen pencereye döndüm. Çocuk pencerenin dışındaydı. O an anladım ki bizim pencere hemen hemen yer seviyesinde. Hani birinci kat değil de ikinci kat kadar da yüksek değil. Çocuk pencereden korku filmlerindeki gibi bakıyordu. Ve pencereyi açmaya çalışıyordu. Resmen korkudan ölmek üzereydim. Diğerleri de öyle. Ama gene de sanki çocuk kapıyı zorluyormuş gibi, kart okuyucuyla uğraşıyorlardı. Ben pencereyi açmasını önlemeye çalıştım bu sırada. Ama nasıl olmuşsa dış camı çıkarmıştı, şimdi aramızda sadece sineklik yerine geçen bir tel vardı. Pencerenin hemen önündeki bir otumsu bitkinin bir dalından tutup, ileri geri sallanarak birden pencereye iyice yaklaştı çocuk. O anda yüzünü çok net gördüm ve Kevin Zegers'di. Evet, daha önce birkaç filminden bildiğim ve bir ara da Gossip Girl'de gördüğüm Zegers! Daha doğrusu aynı onun gibi görünen, bizim korkutucu takipçimizdi rüyamda. Şoka girmek üzereydim ama o telin alt kısmını açmaya çabalıyordu. Ben çekiştirdim, çığlık çığlığa diğerlerinden yardım istedim. Sonunda odanın diğer ucundan koşup, benimle birlikte pencerenin önünde dikilip, çocuğa telin ardından vurmaya başladılar. Ben de vurdum, hep birlikte çocuğa dayak atmaya başladık (Niye daha önce yapmayı akıl edememişiz o da tuhaf). Ama o kadar kötü bir sahneydi ki anlatamam. Bir yandan delicesine ürkmüşüm ve korkuyorum, bir yandan da sinirliyim ve çocuğa vuruyorum.
Bu sırada gezide bizden sorumlu olan öğretmen mi artık neyse o kadın geldi koşturarak. Tüm odaların olduğu kısmı ayağa kaldırmıştık tabi, insanlar akın akın olay mahalline gelmişti. Kadın da delirmiş halde yetişti ve çocuğu elimizden aldı. Diğer iki arkadaşımı bir yere gönderdi ve ben de salon gibi bir yere götürüldüm. Ve işte o an o kadar kötü hissetmeye başladım ki anlatamam. Çocuğun dayaktan resmen ezik, yara bere içinde kalan suratı gözümün önüne geldi ve o bakışları...O üzgün ve "ne yaptınız" bakışları...Deliler gibi ağlamaya başladım. Yanıma birini vermişlerdi göz kulak olması için. Üstüme bir battaniye sardı, ağlamaya devam ettim hıçkıra hıçkıra. Uyandığımda aynı şekilde ağlamaya devam ediyordum.
Ne alaka bilmiyorum. Eğer hepsi bilinçaltımın düşündüklerinin bir yansımasıysa, bunların neyi simgelediğini merak etmiyorum :p

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...