İzleyip bitireli neredeyse bir seneyi bulacak sanırım ama ben o gün bu gündür etrafta bağırarak, yolda herkesi durdurarak söylemek istiyorum: Agent Carter'ı izleyin! Ben çok ama çok, ama nasıl da çok sevdim bu diziyi! Doğruya doğru, MCU'nun şimdiye kadar izlediğimiz fazlarındaki en sevdiğim karakter Captain America'ydı ama ilk filmde Peggy Carter'ı izlemek keyif vermiş olsa da çok takılmamıştım. Hikaye beni çılgınca sarmalamıştı (benim gibi çelimsiz-bücür-dikkat çekmeyen bir insan, bilimin manyak bir çözümüyle tüm sorunlarından kurtulabiliyor, şahane bir insana, hep hayalini kurduğu o insana dönüşebiliyordu, aman yarabbi Doktor Erskine neden beni de iyileştirmeden gitmiştin?!). (
Captain America:The First Avenger(2011)'den bahsediyorum çocuklar.) İkinci Captain America filmi
The Winter Soldier(2014) daha da deliceydi benim için, Sebastian Stan'e oldum olası bayılırım zaten. Haliyle yine çok gözümde değildi Peggy hikayesi. Bu filmden bir yıl sonra dizinin geldiği haberini görünce haliyle en fazla bir "period-tarih" dizisi olduğu için heyecanlanırım, ilgimi çeker diye düşünmüştüm. Çok acele etmemiştim izlemek için. Keşke etseymişim. Neler kaçırmışım bunca zaman.
Agent Carter 2015-2016 arasında iki sezon olarak toplam 18 bölüm olarak yayınlanmış. Peggy Carter'ın Captain America kaybolduktan (First Avenger'ın sonunda hani denize uçakla daldıktan sonra) hayatına nasıl devam ettiğini anlatıyor temelde. Savaş sonrası NY'da erkek egemenliğinin zirvesinin yaşandığı yıllarda, işini çok da iyi yapan bir ajan olarak kötülere karşı savaşına devam etmesini izliyoruz. Bunu yaparken tabiki topluma, kültüre karşı da savaşıyor ve yanında Stark ailesinin sadık yardımcısı Jarvis var (evet Jarvis kanlı canlı bir adam). Bir de tabi gidip gelen, serseri mayın, gönüllerin dahi çocuğu Howard Stark. Peggy Carter rolündeki Hayley Atwell'e burada aşık olmamak mümkün değil. Yani hayran kalmamak. Ne öyle çıtkırıldım görünüyor, ne de erkeksileşiyor. Tamamen güçlü ama baştan ayağa zarif halini koruyor. Hızla giden bir kamyonun üstünde kalem eteğiyle tekme atarak dövüşüp, kötü adamı perişan ettiği sahnelerde mesela hiçbir şey tuhaf gelmiyor (vallahi dalga geçmiyorum, samimiyim burada). Ya da doğru bildiğinden şaşmayıp, dürüstçe yapılması gerekenleri söylediğindeki duruşunu huşu içinde izlerken buluyoruz kendimizi. Gayet de doğal geliyor bunu ondan görmek. Yeri geliyor tamirci tulumunu giyip, alet çantasını eline alıp, gece operasyonuna gidiyor. Sanki daha önce bunu yapan bir dolu karakter izlemişiz gibi, hiç yadırgamıyoruz. Hayley Atwell üzerine öyle bir ruh geçiriyor, öyle bir Agent Carter'a bürünüyor ki ekrandan acayip bir enerji fışkırıyor.
|
yakıyor |
Ben ancak geçen sene açıp izlediğimde hiç de 18 bölüm gibi gelmemişti bu yüzden. Sanki her şeyi 2 saatte izledim bitti gibi geldi. Tadı damağımda kaldı. Yetmedi. Daha yok mu nerede nerede diye kocaman açılmış gözlerle etrafa bakakaldım. Her şeyi o kadar yerindeydi ki. İzlemelere doyamadım. Geçtiği dönemi şahane anlatıyordu. Her bir bölüm hiç sıkılmıyordum. Hani olur ya çoğu diziyi izlerken birçok bölümde hah bu da böyle doldurma bölümü dersiniz, ha işte öyle dediğim hiçbir bölümü yoktu. Komedi dozu da gizemi de macerası da aksiyonu da hep yerindeydi. En önemlisi yapmaya çalıştığı şeyi gözüme gözüme sokmuyordu. Yani elimizde bir kadın kahraman varken hadi bunu kullanalım dememişler, hadi yaptığı şeyleri aaa bak nasıl da başardı çünkü kadın! kadın! diye bağırıp duralım dememişler.
|
Howard Stark ile Peggy |
|
ajanlarımız |
|
komşu kızı Dotty ve şahane yardımcı Jarvis |
Her şey o kadar doğal, o kadar ayarında, tıkırında duruyor ki, öyle izleniyor ki. Başından sonuna, ilk sezon ilk bölümden ikinci sezon finaline kadar şahane bir hikaye anlatıyor, keyifli karakterler izletiyor. Giysiler çok güzel, müzikler çok güzel, arabalar süper :) Tanıdığımız, gençliğimizden kalan birçok oyuncuyu da görebiliyoruz hem. Chad Michael Murray'yi ajanlardan biri olarak, Bridget Regan'ı Peggy'nin komşusu olarak izliyoruz. Jarvis rolünde James D'Arcy acayip yerinde bir "kahramanın kankası". Yalnız ilginç de tanışıklıklar edinebiliyoruz. Mesela dizinin ilk bölümlerinde ajanlardan biri olan Daniel Sousa karakterini izlerken böyle devamlı bir yahu bu adam ne kadar da doğal duruyor diye düşünüp duruyordum. Doğal dediğim böyle şimdi pencereden kafamı uzatsam sokaktan geçecek gibi. Hani oyuncular hep böyle daha değişik gelir ya, yabancı oyuncular yani, ya da ülke dışına çıktığınızda insanlar daha değişik gelir ya. O his var ya hani. Hissedersiniz. Hah işte Sousa karakterini oynayan oyuncu da habire böyle gelip duruyordu bana. Ulan elin Amerikalı oyuncusu, bu his de nereden geliyor diye kendimi savsaklıyordum. Sonra sonra kimdir bunlar diye bakarken gördüm, babası Arnavutmuş :) İnsanlar hakkında yanılmam çocuklar. Dünyanın en büyük saf-salağı olabilirim ama en büyük de "his-edicisiyim". Ona göre.
Ben aşırı çok sevdim bu diziyi ve Ajan Carter'ı. Keşke oturup gene çekelim deseler. Peggy'yi Captain America'nın ikinci filmde döndüğü zamana kadar izlesek.