gregory peck etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gregory peck etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ağustos 2019 Pazartesi

Roman Holiday (1953)

Avrupa turunda şehir şehir dolaşan Prenses Anne, artık üstündeki tüm kraliyet sorumluluklarından ve dakika dakika belirlenmiş programa dayalı yaşamından o kadar sıkılır ki bir gece gizlice kaçar. Gece iyi uyusun diye doktorunun verdiği ilaç da etkisini gösterince bir yol kenarında uyuklarken, Joe Bradley ile karşılaşmış olur. Sonraki gün bu ikisi (ve bir de Joe'nin arkadaşı Irving Radovich) beraberce muhteşem şehir Roma'nın altının üstüne getirir, maceradan maceraya yol alarak unutamayacakları bir gün geçirirler.
Aslında artık bize çok tanıdık bir hikaye gibi geliyor değil mi? Bu hikayenin yazılışının üstünden geçen neredeyse 70 yıl boyunca pek çok benzerini gördük tabi. Ama 1953'te bu film yapıldığında o kadar da alışıldık bir senaryo olmasa gerek. Yine de hemen işe yarayacağı belli, sevimli mi sevimli bir hikaye bu. Henüz yolun başında, hiç tanınmayan peri kızı misali bir Audrey Hepburn'ü dünyalar tatlısı bir prenses olarak izletiyor. Karizma timsali Gregory Peck'inse sanırım altın çağları (içimizdeki yara Atticus Finch olmasına daha 9 yıl var). 30larının sonunda, ışık saçıyor. Onları bir de alıp caaanım Roma'ya koyuyorlar. Tüm film boyunca tek tek her bir sokağını, bildik tanıdık noktalarını mı seyredeyim yoksa ikisine mi bakayım diye telaşa düşüyor insan.
Çok uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi Roman Holiday bu yüzden. Taa Roma'dayken görmem gerek diye düşünüyordum, belki böyle bir film temalı gezerim bir de diye. Ama siyah beyaz film, bir de 50lerin filmlerini pek sevemediğimi düşündüğümden içimden gelmiyordu bir türlü. Oysa çok yanlış yapmışım. Nasıl da yanılmışım, nasıl da gitti hoşuma. Hem beklediğimden çok daha eğlenceli, sürükleyici ve akıcı çıktı hikaye hem de siyah beyaz oluşu hiçbir türlü eksik gelmedi gözüme. Hakikaten de tüm film boyunca şahane bir şehir turu eşliğinde, kahkahalar atıyor, eğleniyorsunuz. Herşey o kadar sade ama bir o kadar da doğru ve kolay görünüyor ki o zamanı izlerken bir yandan. Cep telefonları yok, bilgisayar internet yok, kıvırcık kablolarını çekerek uzattıkları çevirmeli telefonlardan ulaşıyor arkadaşlar birbirine. Gazeteler var, kağıt üzerinde, herkes oradan alıyor haberleri. Fotoğrafları banyo etmek gerekiyor, zahmetli bir iş fotoğrafa kavuşmak. Ülke ülke gezen bir prensesi sokakta kimse tanımıyor mesela, kimse hemen fotoğrafını çekip, instagrama yükleyip, tweetleyip tt'ye sokmuyor bu haberi. İstediği gibi gezebiliyor Prenses Anne, güzel yılların teknolojisiz özgürlüğünün tadını çıkarabiliyor.
Çok öyle büyük bir dersi, anlattığı bir derdi falan yok aslında. Ama insanın içinde hoş bir tebessüm bırakıyor. Sonunda her şeyin sonuca varması için sanırım gördüğüm en naif, en gözleri dolu dolu tebessüm ettiren bitiş sahnelerinden biriydi diyebilirim.
Geçen gün içim Roma çektiği bir anda, bir tabak makarna pişirip hemen, dolaptaki ricotta e noci sosumu katıp, bir bakayım bakalım ne kadar merhem olacak yarama diye açtığım bir filmdi Roman Holiday. Oldu da, çok güzel oldu. Çok sevdim. Siz benim kadar geç kalmayın.

21 Eylül 2012 Cuma

To Kill A Mockingbird (1962) : Öyle ya, bu dünya üzerinde adalet sadece bir sözcüktü.

Atticus Finch: I remember when my daddy gave me that gun. He told me that I should never point it at anything in the house; and that he'd rather I'd shoot at tin cans in the backyard. But he said that sooner or later he supposed the temptation to go after birds would be too much, and that I could shoot all the blue jays I wanted - if I could hit 'em; but to remember it was a sin to kill a mockingbird.
Jem: Why?
Atticus Finch: Well, I reckon because mockingbirds don't do anything but make music for us to enjoy. They don't eat people's gardens, don't nest in the corncrib, they don't do one thing but just sing their hearts out for us.
Miss Stephanie Crawford: There's a maniac lives there and he's dangerous... I was standing in my yard one day when his Mama come out yelling, 'He's killin' us all.' Turned out that Boo was sitting in the living room cutting up the paper for his scrapbook, and when his daddy come by, he reached over with his scissors, stabbed him in his leg, pulled them out, and went right on cutting the paper. They wanted to send him to an asylum, but his daddy said no Radley was going to any asylum. So they locked him up in the basement of the courthouse till he nearly died of the damp, and his daddy brought him back home. There he is to this day, sittin' over there with his scissors... Lord knows what he's doin' or thinkin'.
Older Scout: There just didn't seem to be anyone or anything Atticus couldn't explain. Though it wasn't a talent that would arouse the admiration of any of our friends, Jem and I had to admit he was very good at that - but that was *all* he was good at... we thought.
Scout: I said, 'Hey,' Mr. Cunningham. How's your entailment getting along?
[...]
Scout: Don't you remember me, Mr. Cunningham? I'm Jean Louise Finch. You brought us some hickory nuts one early morning, remember? We had a talk. I went and got my daddy to come out and thank you. I go to school with your boy. I go to school with Walter; he's a nice boy. Tell him 'hey' for me, won't you? You know something, Mr. Cunningham, entailments are bad. Entailments...
[...]
Scout: Atticus, I was just saying to Mr. Cunningham that entailments were bad but not to worry. Takes a long time sometimes...
[...]
Scout: What's the matter? I sure meant no harm, Mr. Cunningham.
Older Scout: Neighbors bring food with death, and flowers with sickness, and little things in between. Boo was our neighbor. He gave us two soap dolls, a broken watch and chain, a knife, and our lives.
Rev. Sykes: Miss Jean Louise. Miss Jean Louise, stand up. Your father's passing.
Atticus Finch: No need to be afraid of him, son. He's all bluff. There's a lot of ugly things in this world, son. I wish I could keep 'em all away from you. That's never possible.
Atticus Finch: If you just learn a single trick, Scout, you'll get along a lot better with all kinds of folks. You never really understand a person until you consider things from his point of view... Until you climb inside of his skin and walk around in it.
Atticus Finch: To begin with, this case should never have come to trial. The state has not produced one iota of medical evidence that the crime Tom Robinson is charged with ever took place... It has relied instead upon the testimony of two witnesses, whose evidence has not only been called into serious question on cross-examination, but has been flatly contradicted by the defendant. Now, there is circumstantial evidence to indicate that Mayella Ewel was beaten - savagely, by someone who led exclusively with his left. And Tom Robinson now sits before you having taken the oath with the only good hand he possesses... his RIGHT. I have nothing but pity in my heart for the chief witness for the State. She is the victim of cruel poverty and ignorance. But my pity does not extend so far as to her putting a man's life at stake, which she has done in an effort to get rid of her own guilt. Now I say "guilt," gentlemen, because it was guilt that motivated her. She's committed no crime - she has merely broken a rigid and time-honored code of our society, a code so severe that whoever breaks it is hounded from our midst as unfit to live with. She must destroy the evidence of her offense. But what was the evidence of her offense? Tom Robinson, a human being. She must put Tom Robinson away from her. Tom Robinson was to her a daily reminder of what she did. Now, what did she do? She tempted a Negro. She was white, and she tempted a Negro. She did something that, in our society, is unspeakable. She kissed a black man. Not an old uncle, but a strong, young Negro man. No code mattered to her before she broke it, but it came crashing down on her afterwards. The witnesses for the State, with the exception of the sheriff of Maycomb County have presented themselves to you gentlemen, to this court in the cynical confidence that their testimony would not be doubted, confident that you gentlemen would go along with them on the assumption... the evil assumption that all Negroes lie, all Negroes are basically immoral beings, all Negro men are not to be trusted around our women. An assumption that one associates with minds of their caliber, and which is, in itself, gentlemen, a lie, which I do not need to point out to you. And so, a quiet, humble, respectable Negro, who has had the unmitigated TEMERITY to feel sorry for a white woman, has had to put his word against TWO white people's! The defendant is not guilty - but somebody in this courtroom is. Now, gentlemen, in this country, our courts are the great levelers. In our courts, all men are created equal. I'm no idealist to believe firmly in the integrity of our courts and of our jury system - that's no ideal to me. That is a living, working reality! Now I am confident that you gentlemen will review, without passion, the evidence that you have heard, come to a decision and restore this man to his family. In the name of GOD, do your duty. In the name of God, believe... Tom Robinson.

Eğer dünyamızda bir Atticus olsaydı adaletin insan olmanın doğal bir sonucu olduğunu, hınçla, kinle, nefretle, kuyruk acısıyla, intikam ateşiyle, korkuyla, paranoyayla kirletilmesi farz olmuş bir deli saçması olmadığını görürdük.
Ya da göremezdik. Çünkü biz insan değiliz, hiçbirimiz.
O ise Atticus.

[Resimler netten oradan buradan herkesin kolayca ulaşabileceği açık kaynaklardan. Filmden repliklerse IMDb'den. Ben ingilizce anlamıyorum diyorsanız, kitap her yerde kolayca rahatlıkla ucuza bulunuyor. Hatta direkt, lütfen, okuyun.]

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...