Dün gece yine Tom vardı rüyamda. Bu sabah demek doğru gibi aslında. Çünkü rüyadan uyandım ve sabah olmuştu. Tom'lu rüyaları burada yalnızca çok eski olanlar bilebilir. Onunla konuştuğum, konuşmadığım, görüştüğüm, görüşmediğim tüm yıllar boyunca düzenli aralıklarla rüyalarımda belirmeye devam etmişti hep birlikte hatırlarsak. Sonra uzunca bir süre gelmedi, çünkü ben iyileştiğimi hissediyordum. Kendiliğinden, öylece (hayatımdaki herkesi hayatımdan çıkarmamın ve pandeminin ortasına düşmemizin de etkisini yadsıyamam). Ardından böyle ara ara, ufak, eğlendirici bile olabilecek şekillerde belirdi rüyalarımda. İyileşmemin ardından, rüyalarım da iyileşmişti. Böyle ayda yılda bir geliyordu artık, hiç etkilemiyordu. Ama tüm bu zaman boyunca anlamıştım, bilinçaltım bana hep onunla mesajlar gönderiyordu. Onun şekline bürünüp, kendimle konuşuyordum rüyalarımda. Bazen o ilk haline dönüveriyordu, onu ilk tanıdığım haline. Okul merdivenlerini tırmanıyorduk mesela, mutlu uyanıyordum. Anlıyordum ki o ara hayatımda mutlu hissetmeye ihtiyacım var. Büyük hali beliriyordu mesela bazen, dövüp, kızıp, tüm hıncımı çıkarabiliyordum. Anlıyordum ki o ara bir şeyler birikmiş içimde, rahatlamaya ihtiyacım var. Artık oymuş gibi bile gelmiyordu rüyalarımda beliren, onun görüntüsünde başka bir şey.
Dün geceki oydu ama. Birlikte dolaştık orada burada. En iyi olduğunu düşündüğüm halinde değildi görüntüsü; büyümüş, o biraz vazgeçmiş biraz ne yapacağım telaşlarındaki haliydi. Benden çok uzak artık diye hissetmeye başlamamdan hemen öncesindeki hali. Yürüdük, konuştuk, etrafa bakındık. En sonunda dedim ki ona...Gerçek hayatımızda sesli olarak söyleyemediğim ama bir keresinde elini geri koyarak söylemeye çalıştığım şeyi açık seçik söyledim. Çünkü tam da o zamandaki gibiydi durumu rüyamda da. Yani bir kitabı okurken, bir filmi izlerken, hikayenin bize direkt söylemediği, dış sesin karışmadığı ama bildiğimiz, bir şekilde bildiğimiz bir gerçek vardı. Rüyada da biliyorduk işte. Çünkü gerçeğinde de o, o halinde, o yaşındayken durum oydu. Ama senin...var dedim. Karşımda durdu, dondu, gözlerimin önündeki görüntü yavaşladı, dalgalanmaya başladı, rüya etrafımda dönmeye başladı ve pat diye uyandım. Kötü hissederek. Uzun zaman sonra yine rüyamda belirip, beni önce çok iyi, sonra da çok kötü hissettirdiğini bilerek.
Seul'den döndükten hemen sonra da görmüştüm. Yani görmemiştim bile aslında. Rüyamda kendisi yoktu, görüntüsü yoktu. Seul'den yeni döndüğüm için tabiki bu sefer rüyamın seti bir geleneksel kore evi, sarayı tarzında bir yerdi. Şu Alchemy of Souls'daki Lee Jae Wook var ya, onun dizideki hali bir masada oturuyor, fırçayla kağıda bir şeyler yazıyordu. Ben de önünde dikiliyor, konuşmasını bekliyordum. Onunla yaşayabileceğimi söyledi o evde, konumuz oydu. Rüyaların hep ortasından dalıyorum ben genelde. Yani rüyayı görmeye başladığımda sanki bir hikaye çoktan başlamış ve geçmişi varmış da ben hikayenin 8.bölümünde falan diziyi izlemeye başlamışım gibi oluyor. Neyse işte, onunla yaşayabileceğimi ama önce annesiyle konuşması gerektiğini söyledi. Odadan çıktım, evdeki başka biriyle konuşmaya başladım. Onun annesi de pek şeydir falan diye anlatmaya başladı, annesinin ismini söyledi Lee Jae Wook'un. Annesinin ismi, benim Tom'un annesinin ismiydi. O ismi duyunca benim rüyada yine bir şey koptu, etraf dalgalanmaya, ben de rüyadan uçmaya başladım. Nefes nefese uyandım, annesinin ismini duymak bile beni şoka sokmuştu.
Tüm bunlar bu ara neden oluyor bilmiyorum. Bilinçaltım ne söylemeye çalışıyor bu sefer bilmiyorum. Sanki artık her mutlu hissettiğim, ne kadar mutsuz olduğumu unutup, bir akıntıya kapılmışım gibi yaşadığım zamanlarda beliriyor özellikle. Beynimde bir tür fren mekanizması gibi hareket ediyor. Birkaç gün mutlu olduk ooo, olmaz, o zaman hemen bizim şu eski Tom frenini ortaya çıkarmalıyız ki kendimize gelelim gibi. Ruh halimiz bir süredir baya stabil, olmaz, böyle devam edemeyiz, çıkarın Tom'u! Gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder