27 Haziran 2022 Pazartesi

Well I know it gets harder every single day and I know my darkness will never go away

 Tamam sanırım biraz daha iyi gibiyim. Sınava 8 gün var. İyiden kastım, en azından ruh halimde dalgalanmalar yaşayabiliyor olmam. Her gün karanlıktan, hımm bazı günler bazı zamanlar birazcık güneş mi var ne'ye geçmiş olmam. Her gün tekrar tekrar en başından kanunların maddelerin üzerinden geçerken her şeyi biliyormuşum gibi geldiği anlar oluyor. Öyle bakarken kağıtlara, aslında çok basitmiş gibi görünüyor. Ama sonra önceki sınavda karşılaştığım sorular aklıma geliyor, imkansızlığı gözümü korkutuyor. O sınavda okuduğum hiçbir şeyi anlamamıştım. Dahası o sorularda, bu kanun maddelerinde yazan hiçbir şeyi sormamışlar gibiydi. O kadar anlamadım, o kadar kafam karıştı ki aklımdan tamamen vazgeçtim. Aklıma fikrime olan tüm güvenim gitti. Şimdi de yine aynı duyguya kapılıyorum çalışırken. Bir an her şey aklımda, her şeyi anlamışım ezberlemişim gibi geliyor. Öbür andaysa hiçbir kelimesini anlamadığım o sınav aklımın her köşesini dolduruyor ve yine umutsuzluğa kapılıyorum. Bu sınavı da geçemezsem işimi kaybedeceğim. İşimle birlikte akıl sağlığımı kaybedecek olmam gerçeğini geçtim, oturduğum evi yaşadığım şehri arabamı daha taksitlerini ödediğim şu an üstünde yazı yazdığım masayı her şeyi kaybedeceğim.

Bazı günler güneşli dedim ya işte o arada birkaç bir şeye bakabildim. Televizyonu açabildim, müzik dinleyebildim. Hala sınava kadar ders çalışmadığım her an kendimi çok aşırı suçlu ve kötü hissediyorum ama işte bazı anlarda görmezden gelebildim o duyguyu. Doktora gittim, gastroentrolojiye. Ocak'tan beri davul gibi şiş bir göbekle dolaşıyor olmamı sorguladım. Kilo almanın da ötesinde herhangi bir şey yeyip içtiğimde veya gün içinde öyle kendi kendine şişiyor. Sert ve top gibi oluyor, derimin gerildiğini ve yırtılacağını hissediyorum. Doktor bir mide ilacı bir de bağırsak ilacı verdi. Bir hafta dene dedi. İyileşme görürsem bir ay boyu ilaçları içebilirmişim. İyileşme görmezsem bir daha doktora gideceğim. Ve bilin bakalım ne oluyor? İlaçları içmeye başladığımdan beri hiç bir fark yok. Karnım yine önümde, kocaman bir basketbol topu. Bugün içtiğim ilaçları düşündüm de şimdi...Sabahtan itibaren önce mide ilacı, ardından ağrı kesici, sonra bağırsak ilacı, ikinci öğünde yine bağırsak ilacı, akşama doğru d vitamini eksikliği için d vitamini ilacı, akşam olunca reglimi düzenlemek için olan hormon ilacı. Şu an böyle kursağımın hemen altındaki yerde, içerde kocaman bir hava balonu sıkışmış gibi hissediyorum. Dışarıdan da sanki biri ayağını kursağıma, nefes boruma dayamış gibi. Neyse eninde sonunda doktora geri yol görünüyor.

"The First Lady" diye bir diziye baktım. Bu türü severim diye ve özellikle üç farklı dönemde geçtiğinden tarihten şeyler görebileceğimden. ABD'nin 3 farklı dönemden 3 "first lady"sinin hayatını anlatıyor gibi bir şey. 1933-1945 arasında first lady olan Eleanor Roosevelt'i, 1974-1977 arasında first lady olan Betty Ford'u ve 2009-2017 arasındaki hepimizin hatırladığı first lady Michelle Obama'yı anlatıyor. Tabiki şu mental sağlığımla ve sınav belasından ötürü hepsini izlemedim, şöyle bir baktım ama dizi biraz müsamere gibi görünüyor şimdilik. Gerçekten dizi olan kısmı Betty Ford'un kısımları gibi. Diğer iki karakterin kısımlarında sanki normal ekip gitmiş, yerine ilkokuldan çocuklar gelmiş çekmiş montajlamış gibi. Sınavdan geçebilir de hepsini görebilirsem eğer anlatırım.

Youtube'da da zaten bu ara hep böyle sıkıntımdan kaçış için tarihi dizi-film kostümleri, saç stilleri videoları izliyorum. Anladığım kadarıyla 1960'lardan 70'lere geçerken bir uzaylı istilası olmuş. Yukarıdan gelip, dünya üstündeki giyiniş, davranış, görünüş, anlayış biçimlerine bir tokat atıp gitmişler. Yoksa 1900'lerin başından 1950'ler de dahil olmak üzere yaşanan dönemdeki insanların zarifliğinden, klaslığından nasıl olup da o saçma sapan hale geçilebildiğini açıklamak mümkün değil. (Favorim 1910lar ve 20'ler, 40'lar da olabilir ama en çok 1910'lar, zengin boş gezen bir kaygısız olsaydım tamamen o formatta dolaşırdım etrafta)

Sonra yeni başlayan k-dramalardan "Jinxed At First"'e baktım. Tam izlemeyi sevdiğim tarzda bir romantik komedi. İçinde bol bol fantastik öğeler, saçmalıklar, şapşal anlar ve son bölümlerde büyük kavuşmadan hemen önce güzel bir ağlamaya sebep olacak gidişat var. İlk defa Mr.Queen(2020)'de gördüğüm ve vaay dediğim ve şimdilerde de Two Days and One Night programında her hafta izlediğim ponçik Na In Woo ile hala travmalarımı hoplatan, aklıma her geldiğinde sular sellere sebep olan Moon Lovers'da izlerken hiç de hazzetmediğim Seo Hyun başrollerinde. Dizi eğlenceli ve komik görünüyor şimdilik.

Bir de "Alchemy of Souls"'a baktım. Sırf Jung So Min'in yeri bende Because This Is My First Life(2017)'tan ötürü başka olduğu için. Yoksa dizi fantastik bir tarihi evrende geçiyor. Hani bu Çin'in herkesin havada uçuştuğu, kılıçlarını karizmayla salladıkları ve hiçbir mantık çerçevesine oturmayan filmleri dizileri var hani bildiniz mi, hah işte fazlaca onlara benziyor. Normalde sinirimi bozar, fantastikliği ben normal evren içerisine yedirildiğinde severim. Üstte dediğim diğer dizi gibi, yine bizim yaşadığımız evrende sihirli bir kız var mesela. Ya da şöyle diyeyim direkt fantastik evren hikayesi Yüzüklerin Efendisi, gerçek evren içinde fantastiğin yerleşimi Harry Potter. Hah işte bu dizinin türü de normalde hoşuma gitmezdi ama dediğim gibi So Min için şans verip baktım. Ve ilginç bir şekilde hoşuma gitti, sürükleyici geldi. Ayrıca prodüksiyon acayip, efektler o kadar iyi ki bir tv dizisinden beklenmeyecek iyilikte olmasını geçtim, bence ödüllük.

İlk sınavdan önce The Time Traveler's Wife'a başlamıştım. Onu izledim biraz daha. Ruh halim böyle olmasa aslında çok güzel mesajları olan bir senaryo yazmışlar, kitabı bilemiyorum tabi okumadığım için, oradan mı senaristler mi bu kadar başarılı, kim bilir. Ya da hayattan bu kadar nefret ediyor olmasam Theo James'in yunan heykeli misin be mübarek hallerini daha çok takdir ediyor olabilirdim. Heyhat. Bu günlerin geçeceğine inanmak istiyorum. Bu kadar kötü hissetmiyor olacağıma inanmak istiyorum.

Hala içimde minik bir şeyler konsere gitmek, zıplayarak ağlayarak bağırarak şarkı söylemek istiyor. Hala cılız da olsa sesini duyuyorum, şehirler görmek istiyor, insanlarla tanışmak istiyor, sulara dalmak istiyor, yağmurlarda ıslanmak istiyor, ağaçlara tırmanmak istiyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...