16 Kasım 2021 Salı

tomboy

 

Şimdi önce yukarıdaki şarkıya tıklayın, o çalmaya başlasın, siz de okumaya başlayın. Çünkü bugün öğle arasında iş yerine geri dönerken kulaklığımda çalmaya başladığında hissettiklerimi belki size de hissettirir diye umuyorum. Sebepsiz yere, bayadır dinlemediğim bu şarkı kulaklarımda yankılanmaya başladığında sanki birden bir filmin içine düştüm gibi hissettim. Hava buz gibi Ankara'da, yine o tepede güneş varken ayazın teninizi yaktığı soğuklardan. Ama o anda, sanki güneş gözlerimin önünde parlıyordu, sonbaharı bitiren ağaçların yaprakları artık her yerdeydi, ayakkabılarım çeşit çeşit renkte ve şekilde yaprağın arasında yüzüyordu. Kafamı kaldırdığımda marketin önünde, kenara oturmuş iki genç kız gördüm, gülümseyerek muhabbet ederken ellerindeki içeceklerden içiyorlardı. Kulaklarımda bu şarkı, etrafımdaki her şey sevimli bir hayat filmi gibiydi. Sonra mutlu hissediyorum dedim, bir şeye bağlı olmadan, öylesine, birden bire mutlu hissettim. Beş dakika sonra yine normal halime döneceğimi de biliyordum, ama tuhaftı, mutlu hissettim o an. Şöyle diyordu şarkıda oysa:


I was always awkward with the love my mom always showed
Maybe that’s why, things are always so hard
Even inside the greed that I was afraid to lose
There is a small beauty

I’m happy right now, so I’m nervous
Because there’s always the calm before the storm
Because I don’t want to be set on fire and burn quickly
I’m cheering for love

Resimlerini görüp, merak edip, denemek için gittiğim kafeden dönüyordum. Belki de yediğim o kadar tatlıdandı bu geçici mutluluk hissi. Neyse. Bu aralar böyle gördüğüm kafeleri deniyorum. Bir süredir canım hiç kahve istemiyordu, içim kaldırmıyor gibi geliyordu. Bana böyle olur, ara ara bazı şeyleri çok ister, kusana kadar tüketirim. Bazen de görmeye bile dayanamam, bir süre uzak dururum. Kahveyi uzun zamandır görmeye dayanamıyordum, son zamanlarda da resmen canım çekiyor. Zaten pandemiden çıkan sokaklar da irili ufaklı kahveci dolmaya başladı. Yürürken kafamı nereye çevirsem yeni bir yer açılmış görünüyor. Haftada bir kere farklı bir yeri denemeye çalışıyorum (bir yandan da ay başlarında maaşımdan kredi taksidi, faturalar ve ev kirası çıktığında eksiye düşmemeye çabalıyorum ama o ayrı bir mesele). Uzun bir kış uykusundan sonra ormandan çıkıp, insan içine karışıyormuşum gibi hissettiriyor bu denemeler çoğunlukla. İnsanlarla iletişime geçtiğime inanamıyorum içten içe. Her şey çok değişik geliyor. Geçen mesela, bir kahveciye gittim, sabahları gidiyorum genelde, iş yerine gelince ilk kahvemi içmek gibi oluyor. Önce masama gelip, çantamı bırakıyorum, sonra gidip yakındaki kahvecilerden bir tane kahve alıp dönüyor, ilk maillere bakarken yudumluyorum. Bu gittiğim Harbor Coffee'ydi. Tabi sabahın körü olduğu için kimse yoktu, sadece baristası (böyle mi deniyor çalışanlara?) yanındaki bir kediyle oturuyordu. İçerisi çok güzel görünüyordu bu arada ama işe geç kalmayayım diye pek dolaşamadım, baristanın dediğine göre çalışma alanı-kütüphane gibi bir yer de yapıyorlarmış. O kahveyi hazırlamaya başladığında öyle kendiliğinden muhabbet de ettik. Çok içtendi, öyle hesapsız, doğaçlama...Bense insanlarla muhabbet etmeyi unutmuş bir haldeyim, benimle her konuşana niye beni ciddiye alıp konuşuyor olabilirler ki diye şaşkınlıkla bakıyorum. Daha da şaşırtıcısı, ben sadece kredi kartımı cebime atıp, çıkmış gelmiştim. Pos cihazı bozukmuş, yapılmaya gitmiş. Aa o zaman ben almayayım kahveyi diyordum ki o hemen defter kalem çıkardı, adını yazayım dedi, cihaz gelince ödersin. Şoka girdim, nasıl yani, sadece adımı yazacak ve sonra gelip o kahveyi ödeyeceğime güvenecek. Dünya benim bildiğimden çok farklı bir yer mi aslında diye bir süre kaldım sabit. Yok yok ben birkaç saate gelirim dedim, olsun cihaz gelmemiş olursa bir çayımı içersin dedi bu sefer. Yok dedim ben elimde nakitle gelirim birkaç saate onu kastettim. Kahveyi elime tutuşturdu ama ben hala neler oluyor diye bakıyordum. Sonraki hafta da onun karşısındaki bir kahveciye gittim, oranın ismi de Coffee Rost. Oraya da yine sabahın köründe gitmiştim ama içeride birkaç kişi vardı oturan, kahvemi söyledim, benden önce iki tane daha hazırlayacağı için biraz bekleyecektim. Etraftaki kitaplara bakmaya başladım. Sonra bir kitap buldum, insanın tarihi ile ilgili resimli. İçinde altı çizilmiş satırlar vardı hep, o satırları takip ede ede kitaba o kadar daldığımı fark etmemiştim, bir ara bir zil çaldı. Sonra birkaç kere daha ve arkamı dönüp bakınca kahvemin hazır olduğunu gördüm. Kitabı yerine bırakırken bu sefer oranın baristası da şey dedi, kitabı götürün okuyun getirirsiniz bitirince. Ben yok yok olur mu öyle şey falan diye kem küm ederek kahvemi aldım. Bu dünyaya ne oldu hakikaten? Ben bilmeden her şeye bir iyilik tozu mu döküldü? Ya da insanlar hep böyleydi de ben o kadar uzun süre mağaramda saklandım ki her şey bana yeni ve tuhaf geliyor. Mesela geçen gün olan şeyde de böyleydi. Kuzenimi görmeye gitmiştim, arabayı bir yol kenarına park ettim. Önümde araba vardı sadece, arkama da gelmiş ve dibime girmiş. İşe geri döneceğim için acele ediyordum, ama arabanın oradan çıkma ihtimali yok. Bir ileri geri denedim, yok çıkamıyorum. Sonra yine salaklığım tuttu, şu önü kurtaracak gibi dedim. Tam sol yaptım, ilerledim küt. Öndeki arabanın sol arkasına benim arabanın sağ önünü sürttüm-geçirdim. Panikle arabadan fırladım, öndeki arabaya bakıyorum, etrafa bakıyorum. Hemen yanda bir otel vardı, içeri koşturdum. Resepsiyondaki çalışana dedim ben böyle böyle yaptım, arabanın sahibini bilir misiniz, bir fikriniz var mı falan. Yok bilemeyiz ama kağıt kalem vereyim numaranızı camına bırakın halledersiniz dedi. Ben panikle bu fikre bakarken o sırada resepsiyonda işlemini yapan bir adam ben bakayım bir belki çıkarabilirim arabayı falan dedi. Benimle birlikte dışarı geldi. Öndeki arabaya baktı, bir iki inceledi. Sonra dedi kolonyayla mendil var mı? Verdim, silmeye başladı öndeki arabayı. Bir baktık hiçbir şey olmamış ona. Benim arabanın boyası olduğu gibi çıktı, hiçbir çarpma ezilme sıyrılma yok. Tamam dedi, bunda bir şey yok kağıt koymanıza gerek yok. Adam orada 15 dakika uğraştı. Teşekkür ettim ama ne kadar teşekkür etsem azmış gibi geldi. Kim olduğunu bilmiyorum, yüzünü görmedim haliyle maskeden, şimdi görsem duysam hatırlayamam ama o gün orada bana çok büyük iyilik, insanlık yaptı. Hayır bir de o sırada arkamdaki arabanın sahibi geldi, daha doğrusu 6-7 kişilik bir öğrenci grubu, arabaya doluştu. Çıktı o araba, ben de bakakaldım. Ağız dolusu küfretmek istedim yüzlerine, bu arabayı bu kadar dibime sokmasanız bunların hiç biri olmayacaktı diye, hem de madem gelecektiniz bu kadar çabuk ben niye böyle acele edip salaklık ettim diye. Arabamın sağ önünde bir dolu sıyrık ve ön tekerin çamurluğunda kocaman bir çatlak var şu an. Yani beddua etmek istemiyorum ama ediyorum o çocuklara.

İşte böyle sinirim bozuldu o gün. Mahvoldum, tüm moralim her şeyim sıfır oldu. Böyle peş peşe niye salaklıklar yapmaya başladım ben gene dedim kendime, oysa neredeyse çok iyi gidiyordum hayatta son zamanlarda. Grafik yukarı gitmese bile aşağı düşmüyor gibiydi. Neredeyse kendime güvenmeye başlayacaktı, o kadar iyiydim. Herkes ben de yaptım diyor, bende şöyle kaza yaptım böyle çizdim. Ama ben yapamam, bunu anlatamıyorum. Benim hata yapma lüksüm yok, ben hata yapamam. Bütün hayatım o kadar kocaman bir hata ki böyle hata yapmaya dayanacak gücüm yok. O kadar salağım ki daha fazla salaklığı kaldıramıyorum. Herkes hata yapabilir, ama ben yapamam.
Dedim ya neredeyse iyi gidiyordum, sonra işte bunlar üst üste gelmeye başladı. Büyük bir hevesle gidip Kore Kültür Merkezi'ne üye oldum mesela. Kütüphanesine gittim, kitap ödünç aldım. Geçenlerde 10.yıl kutlaması vardı, onun gösterisine gittim. Her şey güzel gidiyordu, sonra Korece kursu başvurusu açıldı. Dedim bu bir işaret, ben üye oldum, sonra bu. Evren bana bu dili öğren diyor. Başvurdum ama kurada çıkmamışım ki kursa seçilmedim. Sonra bir editörlük ilanı gördüm, ona başvurdum. Tecrübem olmadığı için reddedildim. Üst üste gelmeye başlayınca bu sefer yine moralim eksilere indi. Dedim o zaman bunlar da mı işaret? Evren bana hiçbir şey olamayacaksın mı diyor yine? Kore'yle ilgili şeyleri tarihle ilgili şeyleri yazmayı kafandan çıkar, şimdi olduğun memur-mühendis bozuntusundan başka hiçbir şey olma şansın yok bu hayatta, araba da süremiyorsun araba senin neyine...mi diyor evren o zaman bana şimdi de? Hiçbir kurtuluş şansın yok, sen kocaman bir hatasın, hayatın kocaman bir eziyet olmaktan başka bir olmayacak hiçbir zaman, ancak öldüğünde kurtulacaksın...mı diyor o zaman evren bana?
Bakın nasıl iki üç paragrafta o anlık mutluluk halinden dipsiz bunalıma geçiş yapabiliyorum? En büyük başarım bu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...