16 Ekim 2021 Cumartesi

“La tristesse durera toujours”

Zamanın birinde Beytepe'nin oradaki alt geçitte çekmiştim.

Bu konuda konuşmak, bu düşünceler bir süredir aklımda dönüp duruyor. En son perşembe gününü de o kötü günlerimden biri olarak geçirirken sonunda üzerine konuşayım istedim. Kafamda dönüp durmasından ve kendi kendimle konuşmaktansa buraya yazarsam belki hikayeler gibi, yazdıkça içimden atmış olurum, içimden kurtulmuş olur diye düşünüyorum.

Kafamın iyi olması durumu, yani ruh halimin görece idare edilebilir olması durumunu biliyorsunuz artık. Bazen haftalarca kötü hale bürünmüyorum, bazen de günlerce o kötü halden çıkamıyorum. Çoğu zaman umutla bakabiliyorum önüme, yaptığım şeylerin, düşündüğüm şeylerin beni bir yerlere ulaştırabileceğine, hakikaten günün birinde istediğim yerde, istediğim şeyleri elde etmiş olabileceğime dair temelsiz, öyle havadan bir umutla gezinebiliyorum günlerce. İşe bir bilgisayar mühendisi olarak gidiyor olduğum gerçeği, hala bu işi yapıyor olduğum gerçeği bile o kadar koymuyor oluyor o günlerde. Çünkü içimdeki, derinlerdeki o diğer düşüncelerin üzerinde ince bir umut tabakasıyla geziyor oluyorum. Ama sonra diğer günlerde, o diğer günlerde, içimdeki o düşünceler üste çıkıyor bu sefer. Tamamen umutsuz, tamamen kara bir delikte buluyorum kendimi. Bu yaptığım şeyleri neden yapıyorum ki diyorum. Ne anlamı var? Hala bir yere ulaşamadım, hala bir şey başaramadım. Hala hiçbir şey olmuyor, bir şey değişmiyor. Boşu boşuna debelenip duruyorum diyorum. Yemek yediğim tabakları sehpanın üstünde bıraksam ne olacak, mutfağa götürsem ne olacak? Ne anlamı var ki? O günlerde hiçbir şey izleyemiyorum, hiçbir şey dinleyemiyorum, sadece hayatımın bitmiş olduğunu, zaten aslında hiç yaşamamış, boşuna nefes alıp vermiş olduğumu düşünüyorum. Üstüme ne giydiğime bakmaksızın işe gidiyorum, saçımı taramamış, yüzümü yıkamamış oluyorum. Ne önemi var ki diyorum. Yaşamaya devam etmenin hiçbir anlamı yok, hiçbir şey düzelmeyecek çünkü.


2021 yapımı Navillera dizisinden.

Perşembe gününe kadar iyi günlerimdendi mesela bir süredir. En azından ilaç içmeye başladığımdan beri. İlaç artık işe yaramamaya mı başladı diye düşündüm önce. Yoksa bu iyi halim hiç ilaçtan bile değil miydi dedim sonra. Aklıma da geldi, salı ve çarşamba ishal olduğumdan çok kötü, evde yattım iki gün, işe gidemedim, o haldeyken de ne olur ne olmaz diye ilaçtan içmedim. İki gün ara verince etkisi mi geçti dedim. E o zaman bu ilacı içmediğim zaman direkt kötü mü olacaktım?

Bir de şunu fark ettim, en başta da dedim ya bir süredir farkındaydım kafamda dönüyordu diye. Ben hayatımı hep bir şeylere takarak geçiriyorum. Geçen birkaç seneye kadar Indiana Jones olmaya takmıştım ya hani (Indiana Jones diyerek dalga geçiyorum ama burada benimle uzun zamandır takılıyorsanız anladınız). Tüm hayatımı bu durum gerçekleşsin diye bekleyerek geçirdim. Her yaptığımı buna göre yaptım, her öğrendiğimi, her okuduğumu bu emelde işime yarar mı diyerek geçirdim. Haa ama bundan da şunu anlamayın, bir hedefim vardı ve bu hedefi gerçekleştirmek için çalıştım demek değildi bu. Aksine hedef bana gelsin diye olduğum yerde hayıflanıp duruyordum. Gerçek anlamda o hedefi gerçekleştirmek için aslında yapılması gerekenleri, atılması gereken adımları atmıyordum. Saçma sapan küçük denemeler yapabiliyordum belki ama ciddi bir şekilde aklımdaki hedef için, o hayal için hiçbir şekilde çalışmıyordum bence. Ama tüm hayatım o hayale ulaşamadığımdan üzülmekle, kahrolmakla, pişmanlıklarla, her şeyi kendime zehir etmekle geçiyordu. İşte bu geride kalan birkaç sene içinde bu hayalin yıkılmasıyla, gerçekten içimin bunu kabul etmesiyle birlikte hayatımda ilk defa ben şimdi neredeyim ben şimdi kimim diye ortada bomboş kalmış hissetmiştim. Ama bir yandan ilk defa özgür hissetmiştim. Beni ben yapan her şey yıkılıp, paramparça olup, kendimi yerde halının üstünde tüm parçaları dağılmış bir yapboz gibi bulunca ilk defa özgürleşmiş gibiydim.


Ama ben ne yaptım? Bu sefer de takacak başka bir hayal buldum. Ve yine en olmayacak olanından, en imkansız olanından (bunu söylemeyeceğim, kelimelerle ifade etmek çok zor zaten). Bilerek yapmadım bunu, hadi kendime yeni bir hedef, yeni bir yol, yeni bir hayal belirleyeyim diyerek yapmadım. Öylece, kendiliğinden, küt diye birden bunu istiyor buldum kendimi. Ve yine imkansız bir şey istiyor, ama aşırı istiyor durumuna girdiğim için yine deliler gibi mutsuz oldum. Yine her günümü nasıl yapabilirim nasıl başarabilirim diyerek geçirmeye, her sabah aynı umutla uyanıp her gece aynı umutsuzlukla, bugün de bunun için hiçbir şey başaramadım hiçbir zaman olamayacak geç kaldım çok geç kaldım, orada değilim o noktada değilim diyerek kendimi hırpalayarak uykuya dalmaya başladım. Bu sefer de her yaptığımı bunun için yapmaya, bu hayal için işime yarar mı acaba diyerek yapmaya, okumaya, izlemeye, dinlemeye başladım. Ama yine bu imkansız hayal için gerçek anlamda ilerleme olacak, işime yarayacak, gerçekleşmesini sağlayacak bir şeyler yapmıyorum tabiki. Yine sadece oturduğum yerde kendimi boğuyorum. Peki ben bunu kendime niye yapıyorum? Neden? Her gün instagramda, youtubeda habire başarılı insanları görüp duruyorum. Hobimi işime dönüştürdüm diyenler, kafamda hiç bu düşüncelerle başlamamıştım bu işi ama çok başarılı oldum diyenler, gerçekten hayaliniz için çok çalışırsanız başarılı oluyorsunuz bakın ben neler çektim başardım diyenler, ... Sinirim bozuluyor.

Geçen gün arkadaşım T. ile muhabbet ediyordum. Ama ben bu yaptıklarımla mutlu oluyorum dedi. Açıp o güzel filmleri izlemekten, akşamları işten geldikten sonra kitabımı okumaktan, gezmekten, bu şekilde vakit geçirmekten mutlu oluyorum dedi. Hayatımı böyle geçirmekten mutluyum dedi. Bunlar beni mutlu eden şeyler, memnunum dedi. Ne diyeceğimi bilemedim karşısında. Tamamen içtendi, tamamen doğruyu söylüyordu. Bense karşısında oturmuş tüm hayatımdan, yaptığım her şeyden mutsuz olduğum, aynı şeyleri yapıp kafamda habire başka şeylerin döndüğü gerçeğiyle kalakaldım. Oysa onun dediği kadar basitti, bunlar insanı mutlu edebilen şeylerdi. Bense habire sonraki günü düşünüyordum, sonraki haftayı, bir yıl sonrasını, on yıl sonrasını, 35. doğum günümün geliyor olduğu gerçeğini,...Habire bir şeylere yetişmeye çalışıyor olduğumu, bir şeyler başarmaya çalışıyor olduğumu, elde edemediklerim için habire sinirimin bozuluyor olduğunu düşündüm. Hiçbir şey okuyamıyorum artık, kitapları açamıyorum. Ekranda bir şey izleyemiyorum on - on beş dakikadan fazla, bir şeye on dakikadan fazla odaklanamıyorum. Hep başka bir şey yapıyor olmalıyım, hep başka bir şeye yetişmeliyim düşüncesi kafamda beni dürtüp duruyor. Yeni hayalimin hayaleti üstümde kara bir bulut gibi dolanıyor. Nasıl havadan ateş, topraktan da su yaratamıyorsak bu da öyle bir şey. Olması imkansız bir şeyler. Ama yine de içim bunu istemeye, bunu takıntı haline getirmeye devam ediyor. Bazen diyorum, özellikle mi imkansız şeyleri istiyorum? Olmayacağını bildiğim şeyleri istiyorum? Gerçekten içimde bir şeyler fena halde bozuk, belki de tüm varlığım bir yanlışlık, bir hata. Doğmamam gerekiyordu belki de, o ara yukarıda bir karışıklık oldu belli ki, unuttular. Doğunca da hay allah neyse bu da arada kaynar gider dediler demek ki.



Kristin Roupenian'ın Bunu Sen de İstiyorsun kitabından.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...