24 Haziran 2021 Perşembe

But sometimes I don't make sense

 Akşamüstü aklıma esti, çıkayım yürüyeyim dedim. Öyle aman kafam bozuldu yürüyüşe çıkayım, yok efendim aklımı boşaltmam lazım yürüyüşe çıkayım diyen bir insan değilim. Kafam bozuksa oturduğum yerde daha çok oturup, kafamı daha da bozarım genelde. Yürüyüş yapma amacım da kalori harcayayım, bacaklarım incelsin olur hep. Ama bu sefer, kafam hakikaten iyi değilken attım kendimi dışarı. İyi gelir mi ki diye. Gelmedi tabi. Yürürken sorunlarım üzerine düşünemiyorum ki. Karşıdan insan geliyor mu, şu grup çok kalabalık uzaklarından nasıl geçerim, ara sokakta yol çalışması için kocaman iş makinesi var onun yanından nasıl geçerim, off bu arabalar da geçip duruyor acayip toz kalktı zaten maske var nefes alamıyorum, maske de iyice terletti ne zaman bitecek bu,...diye diye yürüdüğüm için hani düşünceleri boşaltıp kafamdan rahatlamaya da eremiyorum yürürken.

Ondan önce, öğleden sonra saatlerinde internet hizmetini aldığım yerden aradılar. Temmuz'da taahhüt paketim bittiği için yeni bir taahhüt falan filan onun için. Aklımdaydı, bir süredir bakacaktım, arayıp halledecektim. Ama hiçbir şeye vaktim yetmiyor ki. Defterime habire notlar alıyorum, şu yapılacak buna bakılacak şu düşünülecek...Bakın "düşünülecek" diye bile not alıyorum, çünkü bir şeyin üzerine düşünmeye bile vaktim olmuyor. Tüm zamanımı ne alıyor diye dönüp bakıyorum akşam olunca. Ben ne ara akşam ettim diyorum. Ortada yaptığım hiçbir şey yokmuş gibi geliyor. Evden çalışıyorum yine bu ara. 1 Temmuz'da hepimiz iş yerine döneceğiz mecburen, nefesim daralıyor, sinirim çok bozuk. Sabah açıyorum bilgisayarı, ona cevap ver buna cevap ver, o niye bozulmuş o niye olmuyor o niye açılmıyor burası niye bağlanmıyor diye debelenip dururken bilgisayar başında akşam oluyor. Çok mu işim var benim diye bakıyorum, iş yüküm mü çok fazla, çok mu çalışıyorum diyorum. Ama iş için notlar tuttuğum deftere bakınca akşamları kapatmadan önce, not ettiğim sorunların hiçbirini de çözememiş oluyorum. Valla tüm zamanımı hiçbir işe yaramadan harcayıp geçiriyorum. En kötüsü de akşam olduğu anda bedenim sanki şalteri indiriyor, saat yedi buçuk sekiz oldu mu kanepeye yığılıp kalıyorum. Ne kafam çalışıyor ne gözlerim görüyor o andan itibaren. Hiçbir şeye zamanım kalmıyor. Off ne diyordum? Hah, internet şeyinden aradılardı. Azarladı beni resmen ya. Bir baktım, karşımdaki kadın resmen sinirle beni azarlıyor. Hem de sadece "ben bu ara bir araştıracaktım kendim de bakacaktım da işten güçten vakit kalmayınca bakamadım, ben bir bakayım yine paketlere şeylere öyle ben arayayım olur mu?" dedim. Gayet sevimli 10 yaş sesimle böyle dedim. İstemiyorum defol git kapaat sen beni kandırmaya çalışıyorsun bre gafiillll falan demedim. Neyse.

Yağmur başladı gene. Gökgürültüsüyle birlikte. Çılgınca yağıyor. Yürüme zamanımı iyi tutturmuşum. Off ama ne yağıyor. Zaten bir aydır yağıyor Ankara'ya. Hava bir deli. Sabah kalktığımda kapalıydı, sonra açtı, sıcacık oldu. Balkona taşıdım bilgisayarı masayı falan, birkaç saat orada çalıştım. Sonra rüzgar esmeye başladı, soğudu. İçeri girdim, yağmur attı. Sonra yine açtı, işte yürüyüşe falan çıktım. Şimdi yine sel götürüyor. Bir aydır hep böyle. Şaka gibi. Geçen sene de yağmıştı, çok iyi hatırlıyorum. Unutmam mümkün değil. Annem öğlene doğru ameliyat olmuştu o gün. Akşama doğru onu hastanede, yoğun bakımda baygın olarak bırakıp, eve dönmüştük. Akşam delice yağmaya başlamıştı. Balkondaki şemsiyenin uçtuğunu duyup, aşağı koşturmuştum. Diğer apartmanın bahçesinden alıp, yukarı çıkmıştım. Balkonun da su gideri tıkandığı için yağmur suyu birikmiş, balkon kapısından içeri sızmıştı. Odanın bir tarafa tamamen su olmuştu. Bir yandan da annem uyandı mı diye yoğun bakımı arayıp duruyorduk. Ama onun dışında geçen sene haziran bu kadar yağmurlu değildi. Bir de soğuk. Yani hava durumunda 20-30 derece arasında gösteriyor olabilir ama ben daha bu haftaya kadar kazak giyiyordum evin içinde. Şimdi de kısa kollu giyemedim hala. Hırkalarla duruyorum. Ev ısınmıyor sanki. Hani böyle insanın içinin ısınmaması gibi, evin de içi ısınmıyor bir türlü bu sene.

Yürüyüşten eve gelince az önce, telefonu çantamdan çıkarınca içimden müzik dinlemek geldi. Uzun zamandır dinlemiyordum çünkü. Müziğe haksızlık ediyormuşum gibi hissediyorum ama çoook uzun yıllardır ben müziği, diğer sesleri bastırmak için dinliyorum hep. Evdeyken komşulardan ya da dışarıdan gürültü geliyorsa onu bastırmak için, insanların arasındayken onların çıkardığı sinir bozucu sesleri bastırmak için, kafamın içindeki konuşmalar susmayınca onları bastırmak için...Aklıma Peyton Sawyer geliyor. One Tree Hill'deki. Bir bölümde şey demişti, küçüklükten beri evde hep tek başına kaldığı için, sessizliği ve yalnızlığını bastırmak için dinliyordu o da müziği. Ben sessizlik için dua ediyorum neredeyse. Oysa. Neyse. İşte bazen yaptığım gibi, açtım rastgele ilk ne çalarsa o bana cevap versin dedim. Bu çıktı:


Yüzyıllar olmuştur herhalde dinlemeyeli. Hep yeni şeyler keşfedeceğim diye koştururken, eskiye, geçmişe bakmıyorum bayadır. Şarkılar çünkü, anıların kendisinden çok daha fazla anıları hatırlatıyor bana. Geçmişimdeki hemen hemen her şarkının hafızamda bağdaştırdığım bir anısı var. Her bir şarkı bir mesajı taşımak için, iletişim kurmak için, bir şeyi anlatmak için hayatımın her bir anında kullanılmış gibi. Bu yüzden neredeyse 2019-2020'den önce dinlediğim hiçbir şeyi dinlememeye çalışıyorum. Ahh "Faint"...Linkin Park'ın yaptığı müziği ilk duyduğum zaman yaşadığım o şaşkınlık, o vaay duygusu,...onları keşke yeniden yaşayabilsem. Artık böyle müzik mi yapılmıyor yoksa o zamanlar liseye yeni başladığım için her şey bana çok yeni, çok inanılmaz, çok olağanüstü mü geliyordu? Şimdi de, saçma bir haziran günü, 30lu yaşlarımın ortasında, evren bana durup dururken bu şarkıyı öneriyor. "Faint" ne demekti? Zayıf, güçsüz, cesaretten yoksun, soluk, sönük, belli belirsiz, bitkin, halsiz...Chester'ın çığlıkları ne kadar yalnız hissettiğini, önemsenmediğini, umursanmadığını, kendine güvenmediğini anlatıyor. Evren bana, halimi anladığını mı söylemeye çalışıyor? Anlıyorsa yardım edeceğini mi ima ediyor? Saçmalıyorum. Öleli 4 sene olmuş. İnsan hiç tanımadığı ama her zaman bir şekilde hayatında yer ettiğini fark ettiği insanların ölümlerinin üzerinden yıllar geçmiş olmaya başladıkça yaşlandığını anlıyor sanırım.
Yağmur durdu gibi. Gök gürüldemeye devam ediyor ama. Gökyüzü, grinin üstüne çöl tozu serpilmiş gibi bir renkte. Aydınlık da değil, karanlık da. 

1 yorum:

  1. Kotaro Oshio / Twilight öneririm. Güzel bir gitar dinletisi.

    YanıtlaSil

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...