23 Aralık 2020 Çarşamba

impazzire

Bu ara böyle, utandığım şeyler yapıyorum. Yıllar sonra yine dönüp baktığımda ah ulan gerizekalı ne harcamışsın zamanı diyeceğim şeyler. Ama elimde değil. Uzmanlık tezimi yazmam gerekiyor. Mart'tan beri ensemde indi inecek şeklinde asılı duran giyotin misali, habire içimi kemiren bu lanet şey, bu ara boğazımı iyiden iyiye sıkmaya başladı. Hayır daha önceki şeyler gibi suçu başkasına atıp, içimden başka birilerine saydırıp, nefretimi yönlendiremiyorum da. Çünkü hayatımı değiştirebilme şansını değerlendiremedim ve bu işi bulmak zorunda kaldım, bu işe girdim ve şimdi bu tezi yapıp yapmamak da bana bağlı. Yaparsam işime devam edebilirim, yapmazsam sürülürüm gibi bir şey olur. Konuyu da zaten ben seçtim sayılır çünkü seçilecek konular hep mühendislikle ilgili olacaktı. Yani şu duruma kendi kendimi soktuğum için başka kimseyi de suçlayamıyorum. Suçlama zincirimde iyice gerilere doğru ilerleyip, lafı yine aileme getirebilirim elbet (hayatımı siz mahvettiniz!hepsi sizin suçunuz!siz beni mühendis yaptınız!mutsuzluktan ölüyorum!) ama sanırım oraya dönmek hiçbirimize - yine - bir fayda getirmeyecek.

Ara ara gerçekten çok kötü oluyorum. Oturup tez için hazırladığım word dosyasını açtığım anda boğazımı sıkmaya başlıyorlar. Satırları okuyorum, tek bir kelimesini bile anlamıyorum (A-BART-MI-YO-RUM). Saçma sapan şeyler yazıp, kaç sayfa dolduğuna bakıyorum. 20 sayfa bile etmiyor her defasında. Jürinin önünde nasıl sunacağım, ben bu soruları nasıl cevaplayacağım, hiçbir fikrim yok, bu tez nasıl bitecek, BU TEZ NASIL BİTECEK? Diye diye evin içinde kendimi boğarak dolaşıyorum. Herkes ohh mis evde, karantinanın, dünyanın durmasının keyfini çıkarıyor diyorum, ben ne yapmak zorundayım? Ben neden hep bir şeyler yapmak zorunda buluyorum kendimi? Neden ben de kanepede boylu boyunca kucağımda bilgisayarla, işten gelen maillere aheste aheste cevap veriyor olamıyorum? Delirecek gibi oluyorum. Bir de uzun süre bilgisayara bakamıyorum artık ya ameliyattan sonra. Üniversitedeyken nasıl öyle gecelerce visual studioda uğraşıp duruyormuşum, tüm gün gözümü ekrandan ayırmadan bakıyormuşum, aklım almıyor. Bir de lens oluyordu gün içinde, hiç mi kuruyup gözüme yapışmıyormuş ki? Haa ama tabi o zamanlar o kadar eziyet edince bu yaşımda bu hale geldim. Akıl çocuklar akıl. Gençliğinizin kıymetini bilin.

Tezden ötürü bu ara böyle iyice dibe vurup duruyorum. İçine düştüğüm ruh halini çok anlatamadım ama hakikaten kötü. Kötünün de kötüsü. Anlatabilmeye de çalışmak istemiyorum açıkçası, şu an, içinde bulunduğum 10 dakikalık zaman diliminde az biraz düzelttim, geri bozmak istemiyorum. Büyük ihtimalle blogger sekmesini kapattıktan yarım saat sonra falan gene zombi gibi dolaşmaya başlayacağım evin içinde tezi yazmalıyım tezi yazmalıyım nasıl yazacağım ben gerizekalının tekiyim diye ama olsun, bu 10 dakika iyiyim. Anneme telefonda da böyle göründüğüm için onu da endişelendiriyorum. Sonra onu endişelendirdiğim için kendimi iyice hırpalıyorum. Her şeyin başı sağlık diyor, bak ben o hastane yataklarından kalkamıyordum ya ölmüş bitmiştim ya ben diyor, doğru diyorum içimden, ben de neyi takıyorum şu an mal mıyım diyorum ama kendime de engel olamıyorum.

Sanırım bu kadar yalnız ve bu kadar hiçbir şeyi dışarı vermeyen halimden ötürü her şeyi, en ufak şeyi bile sizin hepinizin hissettiğinden çok daha fazla ve derinden yaşıyorum. Yani siz bir şeye sinirlendiğinizde o an bunu belli ediyorsunuz. Seviniyorsanız gösteriyorsunuz. Heyecan duyuyorsanız, üzülüyorsanız, hepsini yaşayabiliyorsunuz. Ben içimdeki hiçbir şeyi söyleyemediğimden, belli edemediğimden, çoğu zaman da konuşacak kimsem olmadığından her şey içimde patlıyor. İçimde kalıyor kalıyor, nefes alamayacak gibi oluyorum. İlla sinirlendiğim üzüldüğüm bir şey olmasına da gerek olmuyor. Mesela siz bir şey izlersiniz ve oradaki oyuncuyu çok beğenirsiniz, bu beğeni duygusu içinize bir hoşluk verir ve arada orada burada görürsünüz, mutlu olursunuz. Bu yeterlidir. Ama ben birini beğeniyorum, o kadar içimde kalıyor ki bu beğeni, çünkü ne anlatabiliyorum ne üstüne konuşabiliyorum ne yapacak başka bir şeyim var, delirecek gibi oluyorum. Dünyanın öbür ucundaki o insanla konuşmam gerekiyor gibi hissediyorum ya da bir şekilde iletişim kurmam gerekiyor çünkü o kadar patlıyor içimde. O kadar anlatamıyorum ki artık acı vermeye başlıyor beğeni duygusu. Canım acıyor.

Böyle, hiçbir şeyi doğru dürüst yaşayamadığım için her şey bende abartılı oluşuyor. Mesela canım bir şey çekiyor, atıyorum bonibon alıyorum, yemeye başlayınca kendimi durduramıyorum. Hiçbir kontrolüm kalmıyor, tek başıma olduğum için beni durduracak hiçbir mekanizma kalmıyor. Üstüne bir de tez yüzünden kendimi o kadar strese soktuğum için kendimi uyuşturacak bir şey arıyor çaresizce bünyem. Bu uyuşturacak şeyler haliyle illegal şeyler olamayacağı için, mesela oturup bir diziye ya da öyle bir şeye sardırıyorum. Ama hani oturup bir sezon dizi izlemek gibi değil, kafayı bozuyorum, hiçbir şey yemeden içmeden, nefes bile almadan neredeyse o şeyin içine düşüyorum. Çünkü, tekrar ediyorum, beni durduracak hiçbir şey yok.

Son 2-3 haftadır bu şekilde BTS'e taktım. 13 yaşımda nasıl Backstreet Boys ile yatıp kalkıyorsam aynı o yaşa döndüm. Ama bu daha kötü, çünkü 20 yıl önce youtube, internet, bu kadar etkileşim yoktu. Tüm gün videoları çıkacak diye mtv nin başında oturup dururduk, her ayın başında dergilerde bir resimleri, röportajları yayınlanacak diye bayiye koştururduk. Oysa şimdi neredeyse 24 saatlerini canlı izleyebiliyoruz, istemediğimiz kadar haklarında bilgi yer alıyor internette. Ben bu dipsiz kuyuya nasıl düştüm? Ben bu kuyuya nasıl atladım? Hepsi stresimden, bozuk psikolojimden. Oturup 2013'te ilk koydukları videolardan başladım, youtubeda ne kadar videoları varsa, yayınlanmış ne kadar şarkıları, konser kayıtları, canlı performansları varsa izledim. Uyudum uyandım izledim. Başka hiçbir şeye bakmadan, sadece onları izledim. Yaşıtlarım çocuklarını büyütüyor, kariyerlerinde ilerliyor, ben çocuğum yaşındakileri izliyorum bağımlı gibi. Tamam çocuğum yaşında değiller de, sonuçta en büyükleri 5 yaş, en küçükleri 9 yaş küçük benden ve bir anlamda çocuk sayılırlar yani. Haftalardır onlarla gülüyorum, ağlıyorum, onlarla nefes alıyorum. Mutlu olmak için bakmaya başladığım şeyden artık mutlu olmuyorum, kendime kızıyorum, hayatıma üzülüyorum. Bağımlı gibi onları görmeden günümü geçiremiyorum. Sonra kendime daha da kızıyorum. Çocuklar orada dünyanın öte ucunda hayatlarını yaşıyor, başarıdan başarıya koşuyor, en güzel çağlarını yaşıyorlar, ben ne yapıyorum diyorum. Yapmam gereken onca şey varken oturmuş onların başarmalarını izliyorum. İçlerinden bir tanesi aşırı mükemmel, gerçekten mükemmel, her bir ayrıntısı özenle yaratılmış gibi. Niye bu kadar beğeniyorum bunu, çocuk bu utan kendinden diye kendimi dövmeye başlıyorum. Ve daha da kötüsü, neden bu kadar mükemmel diye ondan da nefret ediyorum. Ben niye bu kadar çirkinim, başarısızım, salağım, yeteneksizim diye kendimi hırpalamaya başlıyorum. Ruh halime bakın, birine çok yakışıklı çok başarılı diye aşık oluyorum, sonra bu kadar yakışıklı ve başarılı olduğu ve ben olmadığım için yine aşık olduğum kişiden nefret ediyorum. Akıl sağlığım o kadar bozuk ki bu yaşa kadar nasıl gelebildim inanın ben de anlayamıyorum.

Ahhh bir şeyler daha diyecektim. Ama tükendim. Şimdilik bu kadar. Gözlerim acıyor yine.



1 yorum:

  1. Ben de yakın zamanda hoş bir youtubera sarmıştım, yapmam gereken onlarca şey varken. Dünyayı geziyor, kaliteli yaşıyor, hem uzun boylu , hem güzel gülüşlü filan derken saçma sapan fangirl gibi birkaç gün boyunca bir sürü videosunu izledim, sonra kaybettiğim vakte acıdım, sonra da ben de aynı sizin gibi ben niye böyle olamıyorum, ne kadar kaliteli yaşıyor derken tüm hayranlığım içimden çekildi, nefret ettim. Sanırım hepimiz zaman zaman benzer süreçlerden geçiyoruz, ne kadar farkliysak bir o kadar aynıyızdır belki de.

    Bir de, Tokyo Tarareba Musume isimli mangayı tavsiye ediyorum size, güldürürken düşündüren, kaçan fırsatlar, zamanın kontrolünü kaybetmek, hayal ettiklerimiz ve yaşadıklarımız hakkında hem güldüren hem de düşündüren çok keyifli bir mangadır. İyi hissetmenize de yardımcı olur belki :)

    YanıtlaSil

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...