25 Temmuz 2020 Cumartesi

la pazzia

Sanırım artık yazma vakti. Çünkü birkaç vakte kadar buralara ne olacağını hiç tahmin edemiyorum. İnternetimizi düzenlemeye giriştiler, bir sürü şey değişebilir. Bilmiyorum belki hiçbir şey de değişmez. Neyse, ben anlatacaklarımı anlatayım.
9 Haziran'dan beri şöyle adamakıllı, insan gibi bir uyku uyumadım çocuklar. 9 Haziran salı sabahı annem aradı ve biz senin eve girdik şimdi, doktora gittik de oradan geldik, kalbimde delik varmış hastaneye yatıracaklar beni, bilmiyorum yavrum dedi. O günün gecesinden beri bana normal bir uyku yok. O gün annem haberi verdikten sonra akşama kadar çalıştım, işten erken çıkmadım. Akşam eve gittim, annemle babamı sanki herşey bitmiş gibi, çok kötü bir havada buldum. Zaten annemi görünce şok oldum, 70 kiloluk kadın 59 kiloya düşmüş, üzerinde gram et kalmamıştı. Sadece kemikler ve derisi. Gözleri alabildiğine endişeli. Babam hep yere bakıyor. Ertesi gün anjiyoya girdi. Doğduğundan beri kalbinde taşığıdı delik 60 yılın sonunda 3 santimetreye ulaşmış. Üstüne kapaklardan biri bozulmuş ve damarlar daralmış. Kanlar birbirine karışıyormuş. Akciğer basıncı çılgın seviyedeydi ve tansiyonu düşmek bilmiyordu. Anjiyodan sonra ameliyat olabileceğine karar verdiler. Hafta başında ameliyat olması kararlaştırıldı. Ben işe gitmeye devam ettim. Yoksa kafayı yiyecektim. Bu sırada hastanede yattı annem. Yanında da babam duruyordu. Bir akşam işten hastaneye gittiğimde abimle babamı annemin karşısında hüngür hüngür ağlıyor halde buldum. Annem de boş boş bakıyordu. Doktor ameliyat öncesinde olabilecekler şeyler hakkında ve yapacakları işlemler hakkında bilgilendirme yapmış, yani olabilecek en kötü şeyleri söylemiş. Saatlerdir ağlıyorlardı odada. Baktım olacak gibi değil, babamdan eve gitmesini istedim, annemin yanında birkaç gün de ben kalayım diye. Çünkü ameliyat olacak hastanın yanında durmasını isteyebileceğiniz en son ruh halindeki insanlar bunlar. Haftasonu falan ben kaldım hastanede.
Pazartesi ameliyat gününde tüm hazırlıklar tamamken, en son odanın kapısından yatakla çıkarılırken haber geldi, ameliyat ertelendi. Yoğun bakımda virüslü hasta çıktığı ve temizlik falan yapılacağı için ameliyat bir hafta ertelendi. Eve gidebilirsiniz dediler. Ertesi gün eve geldik. Ve evdeki o bir hafta hayatımın en umutsuz haftasıydı sanırım. Ben bir saniye bile kötü bir şey düşünmemeye çalışıyordum delirmemek için. Ama annem kendini tamamen bırakmıştı, yatakta yatıyordu tüm gün. Kimse bana dokunmasın, kimse bir şey demesin, öyle yatayım istiyordu. Gücü kuvveti hiç yoktu. Babamsa habire yaşlı gözlerle elinde dualar, dua edip duruyordu. Bir saniye bile dua etmeyi bırakmadı, sanki cenaze evindeymişiz gibi insanın sinirini bozmaya devam etti. Bense annemi oyalamaya çalıştım. Youtubedan videolar açtım, habire konuştum, oradan buradan bahsettim, saçmasapan şeyler anlattım, dedikodu yaptırmaya çalıştım. Yani herşey normalmiş, kötü hiçbir şey yokmuş gibi. Çünkü kötü şeyler yokmuş, olmamış gibi yaparsam belki gerçekten de olmazlar diye düşünürüm ben hep. Gerçek dünya taşıyabileceğimden fazla gelirse, bir filmin, dizinin, bir hikayenin içindeymişim gibi hissederim. Öbür türlü hiçbir şeyle başa çıkamıyorum.
Neyse ki ameliyat başarılı geçti. Ama annemi ameliyatta oturup beklemek o kadar tuhaftı ki. Bu son birkaç yıldır artık hep böyle zamanlar geçiriyorum gibime geliyor artık. Hani olaya dışarıdan bakıyormuşum, izliyormuşum da "bu benim hayatım değil" diyormuşum gibi dedirten zamanlar. Benim annem şu an ameliyatta olamazdı. Biz böyle saçma sapan bir şekilde oturmuş, onu bekliyor olamazdık. Bu benim hayatım olamazdı. Benim hayatım olsaydı, tv başında çay içip, survivor izliyor olurduk annemlerle.
En tuhafı da o gün annem ameliyattan çıktı, yoğun bakıma aldılar haliyle ve biz onu orada bırakıp, eve geldik. Annem sanki köydeki evdeymiş, babam da yanıma gelmiş, ertesi gün dönecekmiş onun yanına gibi. Çamaşırları topladım, yağmur yağdı, yemek yedik, tv izledik.
Ertesi gün işe gittim, sonraki gün de. Annem yoğun bakımdaydı, yapabileceğim bir şey yoktu. Sonra odaya çıkardılar, abimler sen gelme dedi. Bir hafta kadar daha hastanede odada kaldı. Ben yine işe gittim. Akşamları hastaneye gitmeye çalışarak, işten çıkıp. Eve gelip, aralıksız youtube videoları, dizi izledim. Bir saniye bile aklıma başka bir şey getirmedim. Getiremezdim. Ağlamaya başlarsam duramayacaktım. Ağlamadım.
Eve çıkardığımızdan itibaren ise refakatçi raporlu olduğum için işe gitmiyorum. Ama oda arkadaşımın da işleri olduğu için durum biraz karışıktı. Raporlu olsam bile evden de işlere bakayım dedim. Aman yarabbi, kalp ameliyatı olmuş hastaya bakmak nasıl bir şeymiş hiç tahmin edememişim! İlk hafta bilgisayarı açıp masada, gelip gidip bakmaya çalıştım. Ama bir yandan anneme bakıp, bir yandan maillere telefonlara bakmak hiç mümkün olmuyordu. Sonunda pes ettim. İşi mecburen işyerindekilere bıraktım tamamen. Çünkü çok zormuş. Hakikaten çok zormuş. Yeni doğmuş bir bebeğe bakıyormuşsunuz gibi düşünün. Ama daha kötüsü. Bebek konuşup, dolapta şu yaprak var onları çıkartalım da dolduralım bozulmasın demiyor. Ya da buzluktaki sütü çıkar da yoğurt mayalayalım demiyor. Ya da hepsini birden aynı anda demiyor. Bir yandan da terini kontrol edip, üstünü değiştirip durmam gerekiyor. Ya da su içip içmediğini, ilaçlarını içip içmediğini kontrol etmem gerekiyor. Her gün emboli çoraplarını giydiriyorum, çıkarıyorum. Giysileri toptan giydirip, çıkarıyorum. Banyo yaptırıyorum. Saçlarını kestim, boyadım. Tırnaklarını kesiyorum. Yarasına pansuman yapıyorum. Çamaşırları yıkıyorum, asıyorum. Bulaşıkları doldurup, boşaltıyorum. Mutfağı topluyorum, banyoyu topluyorum, evi süpürüyorum. Yatağa yatırıyorum, kaldırıyorum. Şu yazıyı bile dört gündür yazıyorum. Gelip gidip, iki kelime iki cümle. Ama bunların hiçbirisi zor gelmiyor. Annemin iş söylemesi de yormuyor. Tüm gün iki dakika oturamamak, gece yatakta ayaklarımın sızlaması da koymuyor.  En zoru annemin iş yapmasına engel olmaya çalışmak. En zoru psikolojisini ayakta tutmak. Habire bir şeyler yapmaya çalışıp, kendine zarar vermesini engellemeye çalışırken, ben ne hallere düştüm ben insanların eline muhtaç oldum diye ağlamasını da önlemeye çalışıyorum. İşte en kötüsü bu.
Geceleri sesini dinliyorum. Her gece seslenecek mi diye kulaklarım onda, yarı uyur yarı uyanık yatıyorum. Tuvalete falan kalkabilmesi için bizim kaldırmamız gerekiyor yerinden. Ama bu durumda bile bizi uyandırmamak için ya dayanmaya çalışıyor kendine eziyet ediyor ya da çekindiğinden usul usul sesleniyor ki duyamayalım. O yüzden tüm gece ıhlayacak mı gıklayacak mı diye sesini dinliyorum. Ya da daha kötüsü nefes alıyor mu, nasıl alıyor, bir yeri ağrıyor mu acaba diye kontrol ediyorum.
Bayrama kadar raporluyum böyle. Bayramdan sonra işe geri başlayacağım. Ama her şey nasıl olacak bilmiyorum. Tüm dünya kıyamete girmiş gibi hissettiriyor. 

2 yorum:

  1. Artık daha fazlasını kaldıramam dediğin her seferinde, daha irisi, daha yenisiyle geliyor hayat.. sana garezi olduğundan değil.. yeter ki, sen zannettiğinden çok daha güçlü, yetkin ve yeterli olduğunu görüp kendine hakettiğin değeri veresin diye.. her şey "yolunda" iken ne kadar çok gömüyorsun kendini, ne kadar çok sorguluyorsun hayatın ne işe yaradığını, senin ne işe yaradığını.. sonra bir "kriz" çıkıyor, ve yorulsa da yıkılmadan, devrilse de yerde kalmadan, her şeyi "handle" edebilen bir büyücü çıkıyor içinden.. Hail to Sesrabas the Wizard ! :)

    Anneciğe çok geçmiş olsun.. Benim peder 13 yıl önce aynı operasyona girdi ama yoğun bakımdan çıkamamıştı.. Eve çıktığınıza göre, bundan sonrası emin olun her gün daha kolaylaşacak. Analı kızlı, kendinizi, başınıza gelen şeylerle değil üstesinden geldiğiniz şeylerle tartın lütfen ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Umarım yapabiliriz hayatımızdaki bu noktadan sonra artık bunu :) Hayatın artık garezi var mı yok mu, onu sorgulayıp da cevabını alabileceğim bir merci varsa oraya soracağım.
      Baban için ne diyeceğimi bilemiyorum, böyle bir şeyi duyunca okuyunca direkt yaşıyor gibi oluyorum, nefesim daralıyor, bayılacak gibi oluyorum. Çok üzgünüm.

      Sil

amaideas agus call

 En son 11 Mart'ta, Ramazan'ın başladığı gün, pazartesi günü yazmışım (Aradaki ekinoks yazısını uykumda yazmışım gibi hissediyorum)....