Elias Ein uzun yıllar Viyana'da bir sigorta şirketinde memur olarak çalıştıktan sonra emekli olur. 30 yıl önce eşini kaybettiğinden beri yalnızdır, tüm akrabalarından yalnızca kendisi gibi yaşlanmış bir kız kardeşi kalmıştır. Büyük şehirden uzakta, kendi halinde ufak bir kasaba olan Branau am Inn'de eski bir ev bulur, satın alıp, oraya yerleşir (Bu arada yanlış görmediysem bu kasaba Adolf Hitler'in doğum yeri). Eve her gün yemek ve temizlik yapmaya gelen kasabadan bir kadınla, alışverişe, getir götüre yardım eden kimsesiz bir çocuk dışında pek de insan görmeden yaşamaya başlar Elias burada. Haa bir de kasabadaki antika dükkanının sahibi Gustav Sof ile dost olur, satranç oynar iki yaşlı adam. Günün birinde Elias, bu yeni evinin tabanında bir kapak bulur. Kapağın altındaki merdivenler kitap raflarıyla dolu kocaman bir kütüphaneye gitmektedir. Elias şaşkınlıkla kitapları incelemeye başlar. Ve bunların sıradan kitaplar olmadıklarını görür. Her bir ciltte dünya üzerinde yaşamış ve yaşayacak olan insanların kaderleri yazmaktadır. Dahası, bir kişinin hayatına ilişkin yazılara dokunduğunda o kişinin hayatındaki belli bir zamana ve mekana gidebildiğini fark ettiğindeyse daha da büyük bir şeylere inanmaya başlar: İnandığı Yaradan, Elias'a göre dünyadaki en büyük kötülüğü önlemesi için onu seçmiştir. Elias'ın artık hayatta yapacak tek bir görevi vardır: Hitler'i öldürüp, II.Dünya Savaşı'na engel olmak.
Gregory Samak |
Her kitap macera kitabı olacak diye bir şey yok. Ya da her hikaye bizi oradan oraya sürükleyen, nefes kesen bir aksiyon koşuşturmacası olacak diye bir şey de yok. Samak böyle bir hikaye anlatmak istemiş olabilir. Ama sanki kitap böyle bir daha büyük, 500-600 sayfalık bir fantastik-macerayı okumuş da, sonra üniversitedeki siyaset bilimi dersi için özetini çıkarmış gibi hissettiriyor. Ben bu hikayeyi okudum ve bakın şimdi bana bunu bunu düşündürdü, böyle sonuçlara ulaştım ve şöyle olmalı böyle olmalı der gibi yazarımız. Bazı yerlerde hatta o kadar didaktikleşiyor, o kadar kafamıza kafamıza böyle parmağını sallıyor gibi oluyor ki hikayeyi okurken edinebildiğimiz o mini minnacık keyfi bile yok ediveriyor. İnsanı önce beklenti içine sokup, sonra böyle ortada bırakıyor. Oturup böyle boş bir günde, iki saat içinde okunabilir. Yazdığı ilk kitapmış bu, şu aralar ikincisini yazıyormuş sanırım. Lütfen yazmasın.
Ben kitabı, konusunu görüp, listeme atmış olduğum için sonra bu Pegasus Yayınları'nda indirim olunca almıştım. Hasan Can Utku'nun Fransızca'dan direkt çevirisiyle, 2016 tarihli ilk basımı. Kapak tasarımı falan çok güzel (yurt dışı baskısındaki kapak aynı zamanda bu), ama işte, kitabın kendisi hiç de hoş değil. Orijinal adını korumuşlar çevirirken, "Le Livre Secret", direkt Gizli Kitap oluyor. Mesela İtalyanca çeviride kader kitabına çevirmişler ismini. Neyse, dediğim gibi indirimden almıştım Kitap Yurdu'ndan. O zaman 16,21 TL'ye gelmişti. Şu an 32,21 TL görünüyor fiyatı ve dahası tükenmiş.
Bu arada şunu fark ettim çocuklar. Blogger bu kendine yeni saçma sapan şeyler yapmaya başladığından beri yazılara eklediğim fotolar önce görünüyor, sonra kayboluyor. Ben direkt url ile ekliyorum normalde. Herhalde copyright mı kasıyor ne anlamadım. Şimdiye kadar böyle bir şey yapmıyordu, bu son birkaç haftadır böyle. Önce bilgisayar kaydedip, öyle ekleyeceğim şimdi. Bakalım buna ne tepki verecek? Ulan blogger ulan blogger!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder