Kapağını, o muhteşem kapağın ortasında büyük büyük yazan adını kitapçıda gördüğümde resmen vuruldum. İran'daki Mescid-i Şah'ın o inanılmaz güzellikteki süslemelerinin (herhalde böyle deniyordur, bu konuda hiç de bilgili değilim) yer aldığı kapağında ayrıca şöyle bir ifade de "Batı merkezli tarih yazımına tam bir panzehir." görünce olduğum yerde çığlık çığlığa zıplamamak için kendimi zor tuttum. Hayır batı merkezli tarihi ya da batı tarihini (ki kitapta bu "batı" kavramına da değiniyor) okumaktan, öğrenmekten yana bir sorunum yok, severek okurum, okudum da bu zamana kadar. Ama bir noktada insan satırların arasında kalan yerleri merak ediyor. Tamam hadi Coğrafi Keşifler adı altında İngiltere, İspanya, Portekiz falan ne yapmış okuyorum ama konunun ortasında aklımda sorular, eh bunlar kıyısına ulaştığında Afrika'dakiler ne ediyordu ki acaba? Ya da Hindistan deyince hep bir İngiliz yönetimi, hep bir her şey İngiltere ile ilgili yazıyor. Öncesi nasıldı o koskocaman toprakların? Kimler vardı, neler yaparlardı? Upuzun İpek Yolu, sadece Marco Polo babası ve amcasıyla adımladı diye mi ortaya çıkmıştı? (Bu arada dizinin ilk iki bölümünü falan izleyebilmiştim, o sıralar pek haşin gelmişti, olmadı bir ara yeniden denerim.)
Yıllar yılı kafamda dönüp duran bu sorulara pek de güzel bir anlatı buldum diye coştum tabi ben. Bir an önce okumalıydım. Ama tabi ilk baskısı ocakta yapılan kitabı ben ancak kasımda alabildim, okumam da şubatı buldu. Ve büyük bir heyecanla okumaya başladım. Önsöz'ünde yazar kalbime kalbime sesleniyordu adeta: Çocukluğumda en değerli varlıklarımdan biri, büyük bir dünya haritasıydı.(...)Gençliğe adım attığımda, okulda derslerimin ısrarla dar bir coğrafya ile sınırlı kalması beni rahatsız etmeye başlamıştı.(...)Başkalarını da, alimlerin nesiller boyu yok saydığı kişileri ve yerleri, yeni sorular ve araştırma alanları açarak inceleyecek kadar cesaretlendirebilmeyi umuyorum.(...)Her şeyden öte, bu kitabı okuyanlara, tarihe farklı bakmalarını sağlayacak ilhamı vermeyi istiyorum. Ama nasıl hissediyorum ben anlatamam bu satırları okurken. Neler anlatacak kim bilir diye coşuyorum. (https://www.goodreads.com/book/show/38112709-pek-yolu)
Neyse, kitabı bir dolu bölüme ayırmış. Önce İpek Yolu'nun ortaya çıkışından başlayıp, sonra sırasıyla bu yol üstünde ortaya çıkan, bu yola bir şekilde işi düşen milletlere, kültürlere değinerek o yolu bu yolu şu yolu diye başlıklar oluşturmuş. İlerleye ilerleye zamanın içinde günümüze kadar geliyor. İpek Yolu'nun ortaya çıkışı derken de sözü Persler'den başlatıyor. İlk bölümde böyle başladı işte Persler diyor, oh tam anlatıyor derken önce Yunanlara sonra Büyük İskender'e getirdi lafı. İyi neyse dedim, herhalde hani Persleri anlatırken bu önemli etkileşimleri de anlatması gerekiyor ya ondandır. Sonra baya bir İskender'i falan anlattı. Persler ortaya karışık dağıldı. Sonra birden Han Hanedanı'na gitti Çin'de. Ooo iyi iyi, orası hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyorum diye hevesle okumaya başladım. Ama o da ne yine durup dururken laf İskender'e geldi. Hatta birden Roma'ya atladık ki sonrasında sayfalarca Roma tarihi, imparatorları, savaşları okudum. Neyse dedim devam ettim, sonraki bölümlerde Sasaniler'e geldi. Sevindim, Hindistan, Özbekistan, Tacikistan falan yazmaya başladı. Ama o da ne? Gene birden Roma'ya atladık, Bizans'a doğru coştuk ama ıhıh, bir türlü batı olmayan bir kültürün tarihini anlatmaya yanaşmıyordu Frankopan. Sonraki bölümlerde ilerledikçe anladım ki kendisi bir doğu kültürleri tarihi yazmaya yeltenmemiş. Batıdaki toplumların ve kültürlerin, doğudakilerle münasebetlerini anlatmak istemiş. Yani yine bütünüyle bir batı tarihi okuyoruz. Tek başına bir doğu toplumunun tarihini ortaya çıktı-gelişti-çöktü diye anlatmıyor. Herhangi bir batı ülkesi o toplumla ilişki kurmaya başladığı noktada o toplum ortaya çıkıveriyor ve sadece ikisi arasında olanları anlatıyor. Hatta bu durum kitabın yarısından sonra öyle bir hal alıyor ki İran tarihi hakkında mesela sadece Amerika ve Britanya'nın neler yaptığını okuyor oluyoruz. Tek başına bir İran yok, bir medeniyeti yok, nasıl ortaya çıktığı, kendi başına ne yaptığı hiç yok.
Peter Frankopan, pek de önemli. Web sitesi: https://www.peterfrankopan.com/ |
Tabi sinirlerim alt üst oldu okudukça. Frankopan'a saydırmaya başladım. Dahası biyografisini okudukça arka iç kapaktaki, büsbütün köpürdüm. Çocukken aynı şeyleri düşünüp, aynı istekleri duyup da birimizin sırf doğduğu büyüdüğü ülke orası olduğu için bunca şeyi çalışabilecek, okuyabilecek, bunca merak ettiği şeyler ilgilenebilecek şansı olmuşken; birimiz de bu şansın binde birine bile sahip olamamış, ancak oturduğu yerde diğerinin yazdığı saçmalıkları okuyup köpürmek durumunda kalıyor. Adam Cambridge'de tarih okumuş, doktorasını da aynı yerde yapıp, Oxford'da kıdemli araştırmacı ve direktör gibi bir şeyler olmuş. Cambridge, Harvard, Yale, Princeton, NYU, Notre Dame, King's College gibi bir dolu üniversitede de ders veriyor. Kafayı yedim. Aynı şansa sahip olsam bunları ben de yapamaz mıydım? Aynı yerde doğmuş olsam, şimdi gerizekalı bir bilgisayar mühendisi olmak yerine Yale'de tarih anlatan ben olamaz mıydım? Evet sinirlerim, psikolojim çok bozuk. Her anımda mutsuz olacak, kendimi pencereden atmak isteyecek noktaya geliyorum.
Her neyse, yine elim ayağım titremeye başladı sinirden. Ne diyordum? Kitabın basımı güzel, çevirisi güzel. Toplamda 800 sayfa görünüyor ama bunun son 200 sayfası notlar ve dizin. Vaat ettiği şeyin yanına bile yaklaşamasa da, başka bir dolu bilmediğimiz eski ve yeni şeyi anlattığı, söylediği için okunması iyi. 2015'te yazılmış, Pegasus Yayınları'ndan ilk basımı ocak 2018'de Mengü Gülmen çevirisiyle yayınlanmış durumda. Ben netten sipariş etmiştim, Idefix'ten. Kasımda 39,89 tl'ye almışım. Şimdi aynı yerde fiyatı 45,30 tl olarak görünüyor. Ama asıl şaşırtıcı olan bu değil. Kasımda liste fiyatı 44 müş, şimdi 64!!! Yani 5 ayda bir kitabın fiyatı 20 lira birden artmış oluyor. Ben birşey demiyorum. Belli ki herkes mutlu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder