25 Kasım 2018 Pazar

Ajan dizisi görünümlü sıcacık bir komedi-->Terius Behind Me

King's Castle sitesinde yaşayan Go Ae Rin, 5-6 yaşlarındaki ikiz çocuklarına bakmak için evde saçını süpürge ederken kocası da geçim kaygısıyla işinde stresli günler geçiriyordur. Sonunda bir akşam kocasının kalp krizi geçirip, öldüğü haberi ulaşır Go Ae Rin'e. Artık çocuklarına bakabilmek için iş bulması ve o çalışırken da çocuklarla ilgilenecek bir bakıcı bulması gereken yalnız bir anneye dönüşür böylece. Çocuklarına bakıcı olarak ise hemen kapı komşusu, çok ortalıkta görünmeyen, münzevi gibi yaşayan bir adam olan Kim Bon'u bulur. Go Ae Rin yeni çalışmaya başladığı çanta ithalatı yapan şirketteki ve patronundaki tuhaflıklara iyice dalarken Kim Bon da bir yandan hem bakıcılığın bu hiç bilmediği dünyasına dalmaya hem de yıllardır peşinde olduğu suçlulara dair ipuçlarının peşine düşer. Haa, çünkü Kim Bon kod adı Terius olan bir NIS ajanıdır (Kore'nin gizli servisi işte) ve en son operasyonunda vurulup, hainlikle suçlandığından beri kaçaktır. Aynı zamanda o operasyonun muhbiri olan sevdiği kadını öldüren ve ona bu tezgahı kuranların peşine kendi düşmüş, son 3 yıldır yemeden içmeden iz sürmüştür. Ve şimdi de - kaderin oyunu işte - bu izlerin ucu karşı komşusu Go Ae Rin'in kocasının ölümüne bağlanmıştır. Bir yandan NIS'teki eski dostları (ve de düşmanları) bu suçluların peşine düşmüşken, bir yandan Go Ae Rin ve onun sitedeki adeta kendi gizli servislerini kurmuş olan ev hanımları-adamlarından oluşan kankaları olayların içine girmişken Terius hem ikizlere bakıcılık yapıp, hem de kötüleri yakalayabilecek midir?
Terius Behind Me, böyle bir girişle başlıyor gibi görünüp, bir bakıyorsunuz hiç beklemediğimiz bir hal alan 32 bölümlük bir Güney Kore dizisi. Yarımşar saatten 32 bölüm ama işte bildiğiniz 16 bölümlük. 27 Eylül'de MBC kanalında başladı, 15 Kasım'da da bitti geçen hafta. So Ji SubOh My Venus'te izledikten sonra (şurada) haliyle takibe almıştım, adam alınmayacak gibi değil kore dizisi izleyicileri biliyor kanımca, muazzam bir adam (öyle tipim değil, yani hakikaten adam muazzam hakkını yememek gerek. Yoksa biliyorsunuz ben sonuna kadar Ji Chang Wook'çuyum, tipim o:)). O dizide Shin Min Ah ile birlikte bana çok güzel şeyler yaşattığından, eh haliyle bir sonrakinde mutlaka ne yapıyor bakacaktım (bu arada Shin Min Ah'a ya resmen aşık olmuştum orada, hala bu koreli kadın oyuncular arasında en en en güzeli olduğunu düşünüyorum). Bu dizinin haberleri de çıktığında pek bir heyecanla beklemeye başladım. Ama hikayesi önce bir hımm dedirtti. Sonra karşısına koydukları kadın oyuncunun da pek bir ışıltısı yoktu, öyle ya Shin Min Ah ile birlikte resmen ortalığı yıkıyordu enerjileri ki o kadın da çılgın parlıyordu. İlk haberleriyle bende oluşan heyecan dizi başlayana kadar iyice azalmıştı. Sonra bir baktım başlamış, 6 bölüm falan yayınlanmış. Yine işten çıkıp, hayattan nefret etmiş bir halde yatağıma girdiğim bir akşam rastladım hem de. O ruh halim içinde tabi unutmuş gitmişim başlayacağını.
İlk açtığımda da çok güvenim yoktu çünkü önce çok karanlık bir komplo dönüyor dedirtiyor, böyle devlet işleri, yolsuzluk, cinayet, tetikçi falan, So Ji Sub da zaten sicim gibi çekmiş takımları üstüne kesin çok ciddi bir işler oluyor diyorsunuz. Ama sonra bir anda bir bakıyorsunuz sevimlilikten, gülücüklerden geçilmiyor ortalık. Kötü adamları-kadınları bile sevimlilikle doluveriyor, yeri geliyor hiçbir şeye kızamıyorsunuz, yeri geliyor o en başta pattadanak maruz kaldığınız cinayetleri bile unutur hale geliyorsunuz. Yani çok ciddiymiş gibi görünen ama alabildiğine sevimli, mutlulukla verici, absürtlüğe varan komediyle dolu sürükleyici bir hikaye bu. Ben yayınlanan bölümlerine yetişebilmek için o ilk akşamdan sonraki her akşam ikişer bölüm izledim. Her akşam işten adeta koşarak gelip, yatağıma girip, diziyi açmak günümün en güzel kısmı oldu. Sonrasında da her hafta o 4 bölümün yayınlanmasını iple çeker oldum.
So Ji Sub adeta Michelangelo'nun elinden çıkmış gibi :)
Temelde bir komedi bu evet. İlk başta hikayenin sunar gibi yaptığı pek çok şey kenarda ona eşlik ediyor gibi oluyor ama esas olarak komedi. İki başrolü bir romantizm yaratacak gibi gösteriyor ama aslında kore dizilerinde alışık olduğumuz o aşk hikayesi kıvamında bir şey değil bu. Daha dostluktan, saygıdan, olgun insanların birbirine duydukları o omuz ihtiyacından gelen bir iç ısıtan bir sevgiyi izliyoruz. Evlerinde kalıp, çocuklarıyla ve komşularıyla kocaman sevimli bir dünya oluşturan normal insanların hikayelerini izliyoruz. Ajanların bile sevimlilerini yazmışlar, Terius'a yardım eden iki ajan Yoo Ji Yeon ile Ra Do Woo'nun dinamiğinde asıl romantizmi yaşıyoruz mesela. Başrollerdense onların arasında çok daha iyi bir kimya oluşmuş bence (bu arada Ra Do Woo'yu oynayan Kim Sung Joo'yu ilk defa izledim burada ve dibim düştü, onu da takibe alınmış bulunmaktayım :p ). Hikayenin ilerlemesiyle birlikte "bromance" bile geliveriyor, Son Ho Jun'un tipinden hiç hazzetmesem de rolü acayip kıvırdığını söylemeden edemem. Haa tabiki esas kızımızın hakkını teslim etmeliyim bu arada. Jung In Sun'u dediğim gibi ilk başta bu ne yahu diye izledim. Ama sonra kendini bir şekilde sevdiriyor, ısınmaya başlıyorsunuz ve bir de bakmışsınız aslında hiç ezilmemiş. Ama sanırım tüm hikayenin en parlayanı, parlayanları ikizler Joon-Joon'du. Böyle sevimlilik, böyle mükemmel sahneler, böyle mutluluk hakikaten zor bulunan bir şey. Ne güzel çocuklar bulup, ne güzel bir hikaye yazmışlar yahu.
Bittiğine inanılmaz üzüldüğüm bir dizi oldu bu Terius Behind Me. Hani olur ya böyle hiç bitmesin, eve geldiğimde her akşam bir doz alayım da hayatıma devam edebilecek gücü bulabileyim diye düşündüğüm bir hikayeydi. Hiç beklemezken hem de önüme düşüverdi. Keşke böyle hikayeler çok olsa ya da bulması zor olmasa da...Çok sevdim be. Öyle muhteşem aksiyon macera zeka ince noktalar falan barındırmıyor evet, çok ciddi bir hikaye anlatmıyor, çok önemli bir mesajı ya da hayatın anlamına dair cevapları falan da yok. Ne anlatıyorsa hem eğlenceli hem de sakince anlatıyor, yüzümüze kocaman bir gülümseme kondurtuyor ve hayatımıza sevimli mi sevimli bir öpücük konduruyor. O yüzden izleyin olur mu?


Şu şarkının ve görüntülerin sevimliliğiyle sizi baş başa bırakıyorum :

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...