10 Şubat 2018 Cumartesi

Şubatta Ankara'da gezinti: Vakıf Eserleri Müzesi

Ankara'yı gezme çabalarım sürüyor. Şimdi bir baktım da bu işe tee 5 yıl önce girişmişim - şurada yazmışım - ama o zamandan sonra kendimi sınırlar ve okyanuslar ötesini görmeye verdiğimden olsa gerek geçen ağustosta Ulus'taki eski meclis binaları-müzelerini, Romam Hamamı'nı, Etnografya Müzesi'ni ve Resim Heykel Müzesi'ni gezebilmiştim nihayet. Şimdi de, perşembe günü gezme şansım olan iki müzeyi anlatma vakti. İlk müzemiz Ankara Vakıf Eserleri Müzesi.
Burası esasında taa 1927 yılında inşa edilmiş bir okul binasıymış. Önce bir ilkokul olarak yapılmış ancak sonra Ankara Hukuk'a verilmiş, 1928-1941 arasında hukuk mektebiymiş. 1941'den 2004'e kadar ise yine okul, öğrenci yurdu, müftülük, aşevi olarak baya bir kullanıldıktan sonra restorasyona başlanmış ve 2007'de de şimdiki müze açılmış. Bina dışarıdan bakıldığında hem çok sade hem de çok hoş görünüyor. Genişçe çimenlik bir bahçenin içinde yer aldığından sanırım bu görüntünün hoşluğu biraz da. Çünkü böyle etrafında duvarlar, parmaklıklar, teller yok; kavşağı çevreleyen kaldırımda yürürken hemen adımınızı bu bahçeye atabiliyorsunuz. Stil olarak bu sadelik ayrıca binanın ait olduğu I.Ulusal Mimarlık Dönemi'nin özelliğiymiş (mimarlık bilgisi sıfırdır bende, böyle gezdikçe, yapıları inceledikçe öğreniyorum, kısmet). Kaç tane mimarlık dönemi var bilmiyorum tabi şu an (araştırmadım çocuklar) ama bu ilk dönem II.Meşrutiyet'in ilanından (1908'den) 1930'lara kadar olan dönemi kapsıyormuş, bakın onu öğrendim.
Kendime de şaşırdım bu arada. Bu bina ben Ankara'ya geldiğimden beridir burada sonuçta, hatta tam bu yer aldığı kavşaktan tam 5 yıl boyunca otobüsle geçtim ben neredeyse her gün. Ama hiçbir türlü hatırlamıyorum binayı. Yani şöyle bir gözümün önüne getirmeye çalışıyorum o noktayı, kavşağın etrafındaki diğer her yeri hatırlıyorum. Bu tarafta Gençlik Parkı'nın girişi var, karşısında tiyatro binası var, tiyatronun karşısındaysa çeşitli binalar falan filan. Ama müze binasının olduğu yer sanki hiç orada olmamış gibi. İlginç. Dahası müzenin tam dibine yeni cami yaptılar, o koskoca cami oraya nasıl sığdı orada yer mi vardı bir türlü çözemiyorum, çünkü hatırlayamıyorum. Neyse, müzeyi anlatayım.
Şimdi müze binasına önündeki merdivenlerden çıkarak ulaşılan kapıdan giriliyor (Artık hemen hemen her yerde olan şu metalle geçersek - ya da geçmezsek bile - dıııtlayan şeyden var, böyle anlattım çünkü bir türlü hatırlayamıyorum ismini!) Binamız tabi böyle eski usül, filmlerde gördüğümüz binalar gibi olduğundan kapıdan girdiğiniz anda giriş katın holüne giriyorsunuz. Sağ tarafta hemen görevliler olduğu camekan var. Ben oradan broşürümü aldım, bu sırada görevliler de nereden gezmeye başlayıp, nereden devam edeceğimi söylediler. Görevlilerin bölümünün karşısında yani holün hemen sol tarafında birkaç koltuk-oturma yerleri var, gezdikten sonra soluklanmak içindir herhalde.
şimdi siz diyorsunuz ki hahaha camekanı ortalayıp da hepsini çekememiş. ama hayır, benim amacım esasında şu duvarda görmüş olduğunuz ahşap dolabı çekmekti, neden, çünkü keşke benim de olsa.

halılar, halılarımız, her yer halı

kutu sever ben
Gezmeye ilk olarak giriş katta soldan, Salon I'den başlanıyor. Burada 13.-19.yy.lardan halılar var. Camlı bir bölümde halı dokuma sahnesini canlandırmışlar (Etnografya Müzesi'nde bu sergileme yöntemi baya çoktu ama bu, bu müzedeki tek örnek.). Duvarlar halılarla dolu, sadece asıl değiller; raylı sistemle çekmecelerle kitap sayfaları falan şeklinde yöntemlerle bir dolu halıya bakabiliyorsunuz bu salonda. Ayrıca dokuma malzemeleri ve küçük kutular falan da var. Halılar-kilimler hakikaten güzel, yani öyle çok halı beğenme insanı değilim (böyle bir insan türü mü var derseniz bir şey diyemedim şimdi) ama sanırım bu halılar geldikleri yerler ve yapıldıkları yüzyıllardan dolayı ister istemez hoşuma gittiler (çünkü eski zamanlarda dolaşıyor gibi hissetmek kalp ben).
hepsini çekmedim tabi, ilginç gelenleri çektim ama hayat ağacı levhasını da net çekebilseymişim keşke. hayır benim gözüm zaten böyle gördüğü için bir sorun olduğunu düşünmemişim çektiğim fotoğrafa bakarken.

paint yeteneklerim göz dolduruyor vol.1

eee onca yıllık mühendislik eğitiminden sonra paintte bir ok da mı çizemeyeyim, yok artık.
Bu salondan çıktıktan sonra hemen üst kata çıkan merdivenlere yönelmek gerekiyor. Bu merdivenlerden çıkarken duvarlarda halı motiflerinin açıklamalarını barındıran levhalar var. Ayrıca İki ayaklı saat bir de duvar saati yine bu merdivenlerde sergileniyor (ama ben bayılıyorum bu eski saatlere, keşke benim olsalar).
vi amooo ahşap kapılar!

şimdi bunların bir ismi var elbette ama mühim olan o değil, ahşap işçilikleri.
Üst kata çıktığınızda 4 salon buluyorsunuz, önce hemen soldaki Salon II'ye giriliyor. Burada Ahşap ve Maden sanatı örnekleri var, kiahşap eserler en bir sevdiklerim oluyor hep (Etnografya'da da muhteşem ahşaplar vardı). Burada da camilerden gelen kapı örnekleri özellikle güzel. Maden eserler olarak şamdanlar ve alemler var ama pek öyle göz alıcı örnekler değil bunlar. Ha bu arada bu salonda da halılar var yine tabi, bu müzenin her yanı halı.
ama çok güzel değil mi kabı ya.

bu da çevirmen çıldırmış örneği

şimdi böyle mi basıyorlar mesnevileri, hiç.

efendim bu bir silsilename imiş, yani hani bizim tüm ülkece çökerttiğimiz e-devlet özelliği var ya, hah işte o. bu fotoğrafı çekerken ben meğerse hepiniz sistemi çökertmekle meşgulmüşsünüz aferin!
Ortada Salon III var, burası da sevdiğim eserleri, el yazmalarını barındırıyor. Kronolojik olarak dizilmiş camlı bölmelerde sergilenen el yazmaları benim gördüğüm kadarıyla Fatih döneminden Vahdettin'e kadar uzanıyordu. Ama bunları hep uzağa koyuyorlar be, gözüm zor görüyor zaten seçemiyorum doğru düzgün. Böyle burnum cama yapışmış halde sayfalara bakıyorum saatlerce. Bana da yazık. Azıcık yakına koyun yahu, zaten cam var arada dokunmayacağız.
Sağda da Salon IV var ve bingo! burada da yine halı var :) Yani halı da var da bu salon daha çok böyle ortaya karışık havasında, ufak tefek ondan bundan şundan da var. Çiniler, para keseleri, kabe örtüleri falan şeklinde eserler görebiliyoruz.
eh bizim de umudumuz o yönde
En son olarak merdivene geri dönmeden hemen önce bir ufak kapı daha var, Salon V burası. Ama bana kapalı hali denk geldi. Bu ara burayı gezemiyormuşuz, ne zaman açılacağını da söylemedi görevli. Oysa burası tüm müzede en en en çok görmeyi istediğim yerdi, içinde - yazdığına göre - eski saatler ve fotoğraf makineleri varmış. Şansıma ne yapayım.
18.yy.da Malatya'da uzaylılarla ilk temasın belgesi
Müze pazartesileri hariç her gün açık. Sabah 9'dan akşam 5'e kadar gezilebiliyor. Dahası bedava. Yani müzekart ya da kimlik falan filan da göstermeye gerek olmadan giriliyor öylece. Çünkü sanırım kimse gelmiyor, bari bedava yapalım demiş de olabilirler. Türkiye'de tiyatro ve opera konusunda önyargılarım konusunda büyük sürprize uğramıştım (yani bu ülkede kimse gitmez gitmiyordur diye düşünürken istediğim pek çok oyuna gösteriye aylar önceden yer bulamadığımda şoka girmiştim) ama sanırım müzeler konusunda hala haklıyım. Kimse gitmiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...