7 Ocak 2018 Pazar

just darkness and possibly some dragons

kaynak: SparkNotes
Aslında tek bir kelime bile yazasım yoktu. Nasıl başlayacağımı bile bilemedim baksanıza, "aslında" diye başlanır mı koca yazıya? Sebebini bilmiyorum. Sadece motivasyonumu kaybettim sanırım yazmak için. Buraya yazmak için. Oysa birkaç hafta öncesine kadar ooo şunu da yazayım ooo bunu da yazayım diye oraya buraya notlar almakla meşguldüm. Yani başka şeylerle çok daha bir meşguldüm ama bir yandan da aklımda hep blog vardı. Çünkü burası ya da buraya yazmak, sanki en ufak bir şey olduğunda gelip en yakın dostuna bak şimdi ne oldu biliyor musun bak inanamayacaksın falan filan diye başlayarak ne olduğunu anlatmak gibi. Öyle oldu benim için hep yani. Bir dolu arkadaşım, yıllar boyunca hakikaten büyük sadakatle biriktirdiğim dostlarım, etrafımda beni seven bir dolu insan olmasına rağmen, sonuçta hep bir şekilde o içten içe yalnız oluşumun kendine bulduğu çözümdü belki blog. Yani benim durumumda aslında o günlük defterlerim. Blogu da o yüzden öyle "blog" olarak görmedim hiç, hep o defterlerden biriymiş gibiydi benim için. Ne zamanki internet sızdı hayatımıza, ne zamanki artık defterleri oradan oraya kendimle taşımak, gizliliklerini sağlamak iyice zorlaşmaya başladı, ben de bloga geçtim gibi oldu. Yani bir tür "dijital defter"e. Keşke o defterleri gösterme şansım olsaydı size de, o zaman tam olarak anlardınız neyi kastettiğimi. O sayfalar da tıpkı burası gibi çünkü. Tek farkları burada linkler aracılığıyla yaptıklarımı orada gazetelerden kesip yapıştırdığım resimlerle, şarkı sözlerini sayfalarca alt alta yazarak falan yapmış olmam. Bir şekilde, hep bir yolunu bulup konuşmaya, anlatmaya çalışmışım gibi geliyor. Gerçek insanlara, yüz yüze, gerçek sesimle cümleler kurup anlatamadığım için, kendi yarattığım dostlara hep yazarak anlatmışım gibi.
Buraya nereden geldi konu bilmiyorum, oysaki yeni yayın linkine tıklarken aklımda olan bu değildi ama sanırım "yazmanın" kanunu bu, boş bir sayfaya kanamaya başladığınızda damlalara yön, hiza falan veremiyor oluşumuz. Sanırım yeni bir yılla ilgiliydi söyleyeceklerim ama çok da içimden gelmemişti açıkçası, konunun böyle savrulduğu iyi oldu. Gene de ben buraya nereden geldim, onu demek istiyorum. Şimdi, şu hemen aşağıya koyduğum videoya tıklayıp izlemeye başlayın, video bitince de okumaya devam edin.



Bitti mi, izlediniz değil mi? Size de aynı şey oldu mu, bilemem tabiki ama benim ağzıma etti demin bu video. Hazırlayan Mateusz M. diye bir Polonyalı genç adam. Web sitesini falan inceleyince (http://www.mateuszm.com/) anlıyorsunuz ki arkadaş kafayı çalıştırmış hoşuna giden bir şeyi işi haline getirmiş, öyle gül gibi yaşayıp gidiyor (klasik ona buna başarılı olmuş mutlu insana koltuğa yapışmış halimle kıskançlığımdan b.k atma, çemkirme seansımı da yapıp böylece devam ediyorum). Sanırım esasen "video marketing" gibi bir şey yapıyor da bizi (beni) ilgilendiren kısmı motivasyon videoları hazırlamış (hazırlıyor) oluşu. Bu yukarıdaki en son işlerinden biri. Ve harbiden iyi. Tokat gibi. Yani yiğidi öldür hakkını yeme. Hakikaten iyi. Bakın sadece beni şu an allak bullak ettiğinden, bir saattir burnum tıkanana, nefesim kesilene kadar sarsıla sarsıla ağlattığından demiyorum iyi diye. Düzenlemesi, görüntüleri, verdiği mesajlar, metni, sesi...iyi yani. Ha sizi o kadar etkilemez, bilemem. Çünkü ben bu sıralar tam da bu moddayım, ondan üstüme çökmesi belki de.
Ne modu mu? "Ben ne yapıyorum ne yapacağım kimim neyim ne severim ne yapabiliyorum ne işe yararım amacım ne ulan harbiden ben ne yapabilirim" diye sormakla geçiyor günlerim, onun modu. Bu son bir kaç senedir devam eden sorgulama halimin tavan yaptığı bir dönemdeyim. Her şeyi sorguluyorum. Çünkü tam olarak boşlukta asılı kaldım. Öyle yerçekimsiz ortamda, uzay boşluğunda, herkes rotası girilmiş halde görevine devam ederken ben diğer uzay çöpleri gibi öylece salınıyorum. Her defasında tekrara düşüyor aynı şeyleri yazıyorum gibi oluyor ama hey, dostların amacı da bu değil mi zaten, bin kere de aynı şeyi anlatsa aynı şeyden yakınsa dostunu dinlemek? O yüzden yine diyeceğim. 30 yıldır olduğunu sandığım, ne bileyim belki hayal ettiğim insan olmadığımı anladığım bu son birkaç senede tüm o inşa ettiğim eğri büğrü kule yerle bir oldu. Ve elimde yeniden başlamak için hiç bir fikir yok. Yani ben kimim? İki sene önce buna bir cevabım vardı. Hayal ettiğim, olmak istediğim insana dair bir tanımdı bu ama en azından bir cevaptı ve vardı. Şu an o da yok. Hayal edemiyorum. Hiç bir düşüncenin ucundan kuyruğundan tutamıyorum. Şu Rory'nin yazının başındaki resmindeki gibiyim. Karanlıktayım. Böyle kapkara. Böyle zifiri sessiz kara.
Offf. Ne bileyim. Yine aynı noktaya geldik yazıda. Ne diyecektim? Böyle yeni yıllı, başlangıçlı bir şeyler diyecektim ama. Aklımı yine doldurdum bir dolu yakınmalarımla. Diyecektim ki şu ara içim böyle. Hem bir sürü soruyla doluyum, hem alabildiğine değişim içindeyim. Her şeyden kurtulmaya çalışıyorum, her şeyi değiştirmeye çalışıyorum. Kendimi değiştirmeye çalışıyorum. Ama değiştirecek bir kendim olması için önce o "kendim"in ne olduğunu bilmem gerekiyor, eh onu da bilmediğimden, kaybettiğimden, dediğim gibi o kule yerle bir olduğundan, sanırım değiştirmekten çok inşa etmeye çalışıyorum. Yeni baştan. En baştan. Yerdeki moloz yığınını ne kadar temizleyebilirsem artık. Gerçi 30 yılın molozu o, temizlemekten çok düzleyip, üstüne çıkacağım mecburen.
Harbiden ama, ben kimim ya?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...