18 Aralık 2017 Pazartesi

Richard Bach'tan "Martı Jonathan Livingston"

Çoğu martı, uçuşun en basit gerçeklerinden ötesini öğrenmeye zahmet etmez - kıyıdan yiyeceğe ve oradan geriye ulaşmak. Martıların çoğu için uçmak değildir önemli olan, boğazdır. Bu martı ise yemeyi değil, uçmayı önemsiyordu. Uçmayı her şeyden çok seviyordu Martı Jonathan Livingston.
Richard Bach hakkında ya da bu öyküsü hakkında hiçbir fikrim olmadan alıp okumaya başladım kitabı. Elbette kendimi bildim bileli duyuyordum oradan burada rastlıyordum ama tek bir fikrim bile yoktu. Bu kadar bilindik bir şey eh benim de hayatımın bir noktasında okuyup "bilmiyor" kalmamam gerek diye düşünüyordum. Genelde okuyacağım, izleyeceğim şeyler hakkında öncesinde bir ton araştırma yapmış olurum, bilinçli bir şekilde seçerim, kafamda öncesinde oluşturduğum tüm "bağlamla" birlikte dalarım hikayelerin içine. Yazarın bunu niye yazdığını, nerede hangi kafayla bu işe giriştiğini, sonuçlarını falan hep bilir, öyle okurum. Ha arada sırf eğlencesine, şansına rafta görüp aldığım kitaplar, kura çekerek izlemeye karar verdiğim filmler de olmuyor değil, oluyor. Ama
Richard Bach, kaynak: Goodreads
Martı'da durum bu ikisi de değildi. Kitabı çok duymuştum, bu yüzden sanırım hiç araştırma gereği hissetmeden kafamda bir dolu kurmuşum. Oysa hem beklediğimden çok farklı bir şey çıktı, hem de birazdan diyeceklerimi hissettirdi.
Ama utanmadan kanatlarını yeniden geren, titreyen, o zorlu eğimle yeniden geren, yavaşlayan, yavaşlayan ve bir kez daha bocalayan - Martı Jonathan Livingston sıradan bir kuş değildi.
diyor daha ilk sayfada Richard Bach. İşte o anda bir şeylerin benim için hiç de iyi gitmeyeceğini anlamaya başladım okurken. Çünkü her cümlesiyle birlikte anlaşılmaya başlıyordu ki Bach, bu öyküyü bizim için, uçmayı seven, karnını doyurmaktansa kanatları açabildiği kadar açıp rüzgarı hissetmeyi yeğleyen bizler için yazmıştı. Korkmaya başladım. Bana yeniden kurtulmaya çalıştığım o "uçmayı seven martı" olmayı hatırlatmasından hiç hoşlanmadım. Tüm hayatımı,
Jonathan itaatlice başını salladı. Birkaç gün öbür martılar gibi davranmaya çalıştı; gerçekten uğraştı, iskelelerde, balıkçı teknelerinin çevresinde çığlıklar atıp sürüyle kavgalara girişti, balık ve ekmek yığınlarına dalıp çıktı. Ama yürütemedi.
diye yazdığı satırlardaki o "yürütememe" durumunda sıkışıp kalmışlık içinde geçirmiştim. Şimdi bu noktada artık diğer kuşlara uyum sağlamaya, en azından onlar gibiymiş gibi yapmaya çalıştığım, çabaladığım bir ruh halindeyken Jonathan Livingston'ın öyküsünü dinlemek sinir bozucuydu. Hep bu Richard Bach gibiler yüzünden zaten mutsuz oluyoruz. Bize mutsuzluğumuzu hatırlatıyorlar, bizi o mutsuzluğumuza geri itiyorlar. Hem de ne diyerek? Çok daha iyi bir şey yaptıklarını düşünerek. Bizim iyiliğimiz için yaptıklarını düşünüyorlar. Oysa bıraksalar, biz de diğer herkes gibi olmaya çabalasak, diğer herkes gibi hissetmeden yaşıyor olsak, çok daha mutlu olacağız. Salaklık büyük mutlulukken ne diye habire böyle öyküler yazıyorlar?
Kendine geldiğinde karanlık çoktan çökmüştü ve ayışığında okyanus üzerinde sürükleniyordu. Kanatları kurşun gibiydi ama başarısızlığın yükü çok daha ağırdı. Bu ağırlık onu dibe çekmeye yetseydi keşke! Çekiverseydi dibe ve sona eriverseydi her şey! Böyle diledi belli belirsiz.
Suyun dibine çökerken garip bir ses duydu içinden. Çaresi yok. Ben bir martıyım. Kendi doğamla sınırlanmışım. Eğer uçuş hakkında bunca şey öğrenmem gerekseydi, beyin yerine uçuş haritalarım olurdu. Hızlı uçmam gerekseydi, şahin gibi kısa kanatlarım olurdu ve balık yerine fareyle beslenirdim. Babam haklıymış, bu saçmalıkları unutmalıyım. Eve, sürüme dönmeliyim ve kendimle yetinmeliyim. Zavallı, sınırlı bir martı olarak kabullenmeliyim kendimi.
(...)ve Jonathan o andan itibaren sıradan bir martı olmaya and içti. Hem, böylesi herkesi hoşnut edecekti.
Böyle bitirse öyküsünü aslında hepimiz ne kadar hoşnut olacağız. Oysa inat ediyor Richard Bach, sayfalarca Jonathan Livingston'ın peşinde uçuyor, süzülüyoruz; başka başka martılarla - bizim gibilerle - tanışmaya devam ediyor, hep bir döngüye düşüveriyoruz.
Martı Jonathan, bir martının yaşamını o denli kısaltan nedenlerin, sıkıntı, korku ve öfke olduğunu keşfetti ve bunların zihninden silerek uzun, güzel bir yaşam sürdü.

[Ben kitabın Epsilon Yayınları'ndan olan Feride Çiçekoğlu çevirisini okudum pdften. Bu ince kapaklı basımını Idefix'ten 9,75 tl'ye sipariş edebiliyorsunuz. Ayrıca ciltlisi de var.]

1 yorum:

  1. Beni taa Lise1'de mi ne zehirledi bu adam.. ondan sonra genel popülasyonun imrendiği bir hayat sürüp de mutlu olamama laneti nerden geliyor.. we live what we believe.. ben de jonathon livingston'a inandım işte.. geç bile kalmışsın okumakta şekerim :D

    YanıtlaSil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...