Öyle bir adam düşünün ki uzun yıllar devlet memurluğu yapmış disiplinli bir baba ile çocuklarını toplumun en iyi yerlerine getirebilecek mesleklere kavuşturacak şekilde eğitip yetiştiren yönlendiren bir annenin 7 çocuğundan 3.sü olarak doğmuş ve babasının devlet dairesindeki görevine aynen devam ettiği tüm o yıllar boyunca bir yandan da içindeki gerçek kimliğini hiçbir türlü bırakmamış, ne yapmış etmiş o memurluğu, katipliği, başka her yapıyorsa onu uygun bir noktada bırakıp, sevdiği işi yapmaya gönül rahatlığıyla gidebilmiş. Zayıf, çelimsiz çocukluğuna inat gençliğinde en başarılı sporculardan olmuş ama bir yandan da kafasını çalıştırmayı, sanatını yapmayı ihmal etmemiş. Bir adam düşünün ki takıntıya varan derecede titizce kayıtlar tutan renksiz bir memur görüntüsünün altından bizim bildiğimiz şekliyle dünyaya "vampir" olayını vermiş olsun. Öyle bir adam ki, hem alabildiğine "normal" olarak etrafındaki dünyanın dayattığı her bir şeyi gayet olağan bir şekilde ve istekle, güzellikle yerine getirsin; hem de alabildiğine "anormal" olarak acayip bir edebiyat eserini, "Dracula"yı yaratsın.
Bram Stoker böyle bir adam olduğundan ötürü - ya da bana öyle bir adam gibi hissettirdiğinden ötürü - Dracula'yı okumadan çok önceleri bile ilginçti. Tüm "bu dünyaya" bir türlü ait olamayan, uyum sağlayamayan, debelenip duran "benim gibiler" için ilginç bir örnekti. Her türlü uyum sağlamıştı. Kendini hiç yormadan, üzmeden, debelenmeden her iki dünyaya da her iki kişiliğiyle de - ya da belki tek kişiliğiyle - kolayca uyum sağlamış, yaşamış, başarılı da olmuştu. Hem Dublin Kulesi'nde kamu hizmetini, daha sonra Sulh Mahkemeleri Müfettişliği'ni devam ettirmiş; hem de bir yandan okulundaki çeşitli kulüplerde görev almış, gazete için tiyatro eleştirileri yazmış ve tiyatroyla ilgilenmeye devam etmiş. Evlenmiş, çocukları olmuş, ev değiştirmiş, yerleşmiş, seyahat etmiş, tiyatro kurmuş, tiyatro turuna çıkmış. Ve yazmış, hep yazmış.
Bram Stoker'ın dünya üstündeki tek resmi bu herhalde, sağa sola döndürüp habire bunu koymuşlar her yere |
İşte tüm bunlar birleşince, rafta kitabı görünce çıldırdım tabi. Vay be, sonunda nihayet o dışarıdan çok acısız, pürüzsüz görünen örneğin aklına girebileceğim dedim. Anlayabileceğim, nasıl yapılabiliyormuş. Ben, biz, bu kadar debelenir, boğulur, bata çıka ilerlemeye çalışırken o nasıl yapmış bir nebze anlayabileceğim, dedim. Ben geç gördüm ama 2012'de çıkarmışlar bu çalışmayı ortaya, Bram'in 100.ölüm yıldönümüne denk getirerek. İthaki de 2014'te yapmış ilk baskıyı. Bu kitapla birlikte bir dizi başlatmışlar Kalem ve Yaşam diye. Yazarların günlükleri, anıları, mektupları gibi şeyleri barındırmasını amaçladıkları dizide başka hangi kitapları bastılar, pek de bulamadım açıkçası. İthaki'nin kendi sitesinde böyle bir alt kategori yok. Hatta bu elimdeki kitabı bile bulamadım sitede. Google'da aratınca da ilk çıktığında çıkan, başka bloglardaki ve haber sitelerindeki haberlerine dair şeyler çıkıyor. Artık basmıyorlar mı, vaz mı geçtiler, hiç mi satılmadı, bilemedim.
Ki bu konu da beni asıl söyleyeceklerime getiriyor. Günlüğü derleyen toparlayan inceleyen, üstüne çalışan Elizabeth Miller ve Dacre Stoker'a teessüflerimi sunmak istiyorum. Neden bu kadar oynamış, kafalarına göre bölümlere ayırmış, Bram'in yazdıklarını o bölümlere sokuşturmaya çalışmış, ortaya saçma sapan bir şey çıkarmışlar anlamak mümkün değil. Açıklamalarına göre, bu şekilde yayınlamanın okuyucular için daha kolay ve iyi olacağını düşünmüşler. Ama - benim kanaatimce - günlüğü okunamaz, anlaşılamaz, bölük pörçük bir şeye çevirmişler.
kitaptan Stoker ailesine dair fotoğraflar. ailenin gen havuzu güzel. acaba şimdiki torunlar nerede, hımm. |
Ne yapmışlar peki? Toptan günlüğü yayınlamak yerine içindeki yazıları "içeriklerine" göre kategorilere ayırmışlar. Dokuz kategori bulmuşlar; mizah, arkadaşlar, yolculuk, tiyatro gibi. Her bir kategorinin başında önce birkaç sayfalık bir açıklama yazmışlar. Bram Stoker'ın hayatına, o kategorideki günlük girişlerine dair. Ki bunlar bu kitabın okunabilir, keyif veren tek kısımlarını oluşturuyor. Bu kısımlardan sonra günlükteki girişleri tek tek numaralandırarak sıralıyorlar. Ama böylesi bir durumda olay günlük olmaktan bütünüyle çıkıyor. Bir günlüğü neden, nasıl okursunuz? Nasıl bir şey beklersiniz bir yazarın günlüğünü elinize aldığınızda? Yazanın elinden çıktığı şekliyle okursanız ancak onun ne düşündüğünü, ne hissettiğini, neden o yazıdan sonra o cümleyi yazdığını, hayatının bu noktadan o noktaya nasıl gittiğini anlayabilirsiniz. Bu şekliyle ruhsuz, cansız bir akademik çalışmaya dönmüş. Hayatının hangi aşaması onu yazdıklarını yazmaya itmiş, yazdıklarını ortaya çıkaran şeyler nelermiş,...birbirine girmiş durumda.
O yüzden çok büyük hayalkırıklığına uğradım. İnanılmaz büyük bir coşkuyla açtığım kitabı okumak istemedim, bayadır elimde sürünüyordu ki ancak dün tiyatroya girmeyi beklerken boşluktan bitirebildim. Çoğu yerde ne okuduğumu anlayamadım tüm kitap boyunca, aklım dağıldı gitti, her cümlesi anlamsızlaştı.
O yüzden çok kırgınım kitaba. Öneremiyorum da. Oysa neler ümit etmiştim. Neler öğrenecektim, şu dipsiz mutsuzluğuma, umutsuzluğuma bir nebze de olsa işe yarar bir şeyler görecektim.
[Kitabı ben D&R'daki ucuzluk raflarından 9,90'a almıştım gördüğünüz gibi. Hala var mıdır bilemiyorum ama nette dr'nin sitesinde tükenmiş görünüyor. Bu yüzden netteki en ucuz fiyat Pandora'da 18 tl.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder