12 Eylül 2017 Salı

bayram dönüşü

İyi uzattım ama bayrama gidip gelmeyi, değil mi?
Yine, her defasında olduğu gibi, yeni ufak tefek bir şeyler öğrendiğim ya da farkına vardığım aralardan biri oldu bu. Köyde geçirdiğim her zaman dilimi, artık havasından mı suyundan mı yoksa hayatımın çoğunu geçirdiğim "büyük şehir" kafasından çok daha başka bir kafaya soktuğundan mı insanı, böyle oluyor. Farkına varmak falan deyince öyle yuh oha ne biçim bir şey öğrendim yok artık dünyanın sırrını önüme döktüler tarzında şeyler kastetmiyorum herhalde. Ufak, böyle minicik de olsa insanın kendi içinde keşfettiği, fark ettiği şeyleri diyorum. Bilmiyorum, belki bu seferki yolculuk kitabım Clarissa Pinkola Estes'in "Kurtlarla Koşan Kadınlar"ı olduğundandır. Kitabı okudukça bulabildiğim aralarda, etrafıma, diğer insanlara, kendime başka başka bakmaya başladım. Değişikti. İlginçti. Yer yer acı vericiydi. Ama kitap hala bitmedi. Dönüş yolculuğumda otobüste de okumaya devam ettim ama bir müddet ara vermem gerekiyor bence bu kitaba. Kalan 70-80 sayfayı bu kafayla okuyamayacağım. Yazarı da bir oturuşta okuyun diye kafamıza kafamıza dürtmüyor zaten de, bakmayın ben iştahıma yenilip kusana kadar yedim. Şu noktada ara verip, Cey'in önerisiyle Robert Jordan'ın Zaman Çarkı serisine başladım. "Dünyanın Gözü" şimdilik güzel bir ara olacak gibi.
Yeni şeyler öğrendim dedim ama çok da yeni değildi belki. İnsanın kendi kardeşine nasıl yabancılaşabileceğini gördüm mesela. Hiçbir zaman çok yakın değildik sanırım abimle ama farkında değilmişim. Ben hep çok yakınız diye düşünmüşüm. "Yakın" kardeşlerin ilişkileri gibi bir ilişkimiz hiç olmasa bile kendi "soğuk" tarzlarımızla yakınız diye yaşamışım hayal dünyamda demek ki. Tamam belki benim soğuk tarzımla. Soğuğum çünkü belki, ne bileyim. Ama abim değildir normalde. Canayakın derler. Aman neyse sorun o değil zaten. Sorun ben 12 yaşındayken önce okula, sonra kendi evine taşınan abimle birer yabancı oluşumuz. Dahası, onun olduğunu zannettiğim insandan çok farklı bir insana evrilmesi. Ve hayır yıllarla birlikte değil, evlendiği insanla birlikte. Onun yüzünden. Bizzat onun kişiliği ve kafa yapısı yüzünden. Abim tamamen başka bir insan haline gelmiş. Ve yapabileceğim hiçbir şey yok. Salaklık erkeklerin kromozomlarında yazıyor.
Kitapta kendimizden önceki kadınların, akrabalarımız olan, bizi oluşturan kadınların hatıralarına, bilgeliklerine, ruh olarak sahip oldukları bilgilere, deneyimlerine başvurmamızın, sahip çıkmamızın iyi olduğunu, onların bize karanlıkta yol gösteren birer meşale olduğunu söylüyor Estes. Aklıma Bene Gesserit'ler geldi okurken. Kumsolucanı zehri içip yaptıkları o tören. Ataları olan kadınların akıllarına, ruhlarına süzüldükleri, bir araya geldikleri o törenleri hatırladım. Belki o kadar da "hayal ederek" yazmamıştı Frank Herbert. Belki gerçekten de böyledir. Annelerimizin, onların annelerinin, bizi büyüten kadınların, bize bir şekilde dokunan her kadının bilgeliğinden parçalar taşıyoruzdur.
O yüzden daha dikkatli dinledim bu sefer "kadınlarımın" söylediklerini. Mezarlıklarda daha dikkatli baktım. Anneannemin hiç duymadığım hayatına dair şeyleri dinledim. Şimdiye kadar annemin gözlerindeki üzüntüyü göreceğimi bildiğim için hep bir annesi yokmuş gibi davrandım. Hatırlatmazsam, 21 yıl önceki ölümünü hatırlamaz gibi saçma sapan bir düşüncem vardı belki ne bileyim. Anneannemin ve dedemin mezarları başında anlatmaya başladığı hikayeye eve kadar devam etti annem. Zar zor hatırladığım anneannem o çamurlu köy yolu boyunca, yağmurun altında kanlı canlı, gerçekten yaşamış bir insana dönüştü zihnimde. Sonra güneşli bir öğleden sonra kek börek kokuları arasında mutfağındaki halam anlattı, ben dinledim. O kokuların arasında halam yeniden 20 yaşında kırmızı çoraplı, mini etekli bir genç kadına dönüştü zihnimde. Sonra önümde ince belli bardaktaki çayım, karşıdaki kanepede yengem anlattı, Doğu Karadeniz'in bir köyünde, kışın soğuğunda gencecik bir öğretmeni odun kesmeye çalışırken buldum.
Böyle böyle dinleyerek, öğrenerek, farkına vararak Ankara'ya döndüm. Daha bir dolu şeyden bahsedecektim, şahane bir levrek buğulamanın ve tadı damağımda kalan mezgit tavanın mekanından Derin Balık diye muhteşem lezzetli bir balık lokantasından, kumsala ve dağlara bakan ufacık bir mekanda Yosun Piknik'te yediğim lezzetli pidelerden, otobüsün mola yerinde yemek yiyeyim derken aksilik çıkaran kredi kartından (cihaz kağıdı çıkarmadı, kasiyer amcayı baya uğraştırdı, ben yemeğimi yedim caanım), yine aynı mola yerinde süt peynir dolabının kapağını bir kızın üstüne kapatmamdan falan bahsedecektim. Ama neyse, bu seferki döndüm yazısı da bu kadar olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...