Var ya artık ben bile takip edemiyorum başıma gelen saçmalıkları. Şu an Bandırma'ya giden otobüste olmalıydım mesela, buz gibi evde yorganın altında titreyerek bilgisayardan iletişim kurmaya çalışıyor olmamalıydım. Ama ne kadar salakça şey varsa ben yapıyorum ya da ne kadar saçması varsa benim başıma geliyor.
Bakın sabah kalktığımda plan basitti. Birkaç bölüm daha The Big Bang Theory izle, kafan dağılsın, düşünceler savuşsun. Sonra sırt çantana bir kazak, bir pijama at, üstünü giy, evden çık. Rahat rahat odtünün girişine gel, hocayı bekle. Diğer hocayla görüşün, herşey güzel gidecek. Sonra oradan çık, aştiye geç, biletini al, armadaya dön, yemek ye, canın isterse filme gir, çıkınca da aştiye geri yürü, birkaç saat içinde otobüse bineceksin zaten, sabah da hoop kızların yanındasın.
Ama yooo, yooo, kesinlikle hiçbiri böyle olmadı. İşin içinde benim gibi bir unsur olduğu için herşey saçmasapan bir hal aldı. İlk olarak hocanın dediği saatin yarım saat sonrasını anlamışım - meğerse -, o yüzden evden çok geç çıkmış oldum ama tabi ben bunu otobüste hoca aradığında fark ettiğim için mutlu mesut gittim bir süre. Herşey yolunda görünüyordu, taktım kulağıma spotifyı, dün gece kafaya taktığım bir şarkı vardı, onun olduğu albüme bastım çalsın diye, albüm dediğim de single mı ne oluyor işte bir tek o şarkı var, o yüzden direkt o çalacak diye çok rahatım. Ama spotify böyle tek şarkılık albümlerde - premium kullanıcı değiliz ya beleşçiyiz ya hiçbir dediğimizi yapmayacak - kendisi de şarkılar öneriyor çalıyor. Başka bir şarkı çalmaya başladı. Ama süper bir şey, yani o an ne bileyim öyle bir geldi ki o otobüste, aman yarabbi sırıtıyorum, çok mesudum, hepinizi tek tek sarılıp öpeceğim my fellow yolcular. Allahım bugün ne güzel bir gün, olley havasındayım. Ama hoca aradı şarkının ortasında. Nerdesin? Yoldayım. E 5'te yanında olacaktık diğer hocanın demesin mi? Normalde böyle bir durumda, hele ki bu hocamın karşısında sesim şeyime kaçardı ama o an o şarkının ortasında, o modun ortasındayım ya ben bile şaşırdım kendime telefonumu kapatınca ama resmen gayet açık net bir sesle e ama hocam ben buçukta dediniz diye biliyordum ona göre ayarladım kendimi otobüsteyim deyiverdim. Dedim demesine ama içimdeki diğer ben ağzıma ediyor bir yandan, ulan manyak mısın ne yapıyorsun kem küm desene özür dilesene diye. Kanımca hocam da şaşırdı, peki hadi ben bekliyorum dedi. Ama nasıl tutuştuğumu anlatamam. Kulağımda o süper şarkının son demleri, telefonu kapattım ama resmen allak bullağım. Bir yandan ulan şarkı çok güzel çok mutluydum az önce mutluydum ama. Bir yandan da sıçtık lan sıçtık napacam öldüm ben şu an. Otobüsten metro durağında nasıl atladım, hemen taksiye koşturup abi nolur 10 dakikada beni odtünün girişine at dedim bilmiyorum. Taksici abi de endişelenmiş olabilir, merak etme hemen gideriz dedi, hocan da senin iyiliğini düşünüyordur dedi. Öyle de dedim, sen onu tanımıyorsun demedim. Hoca işte, hepsi kuralcı dedim. Neyse ki harbiden 10 dakika olmadan yetiştik. Ama gazap üzümleri burada başlıyordu.
Ölesiye tırstığınız bir hocayla onun arabasında onun tanıdığı başka bir hocayla görüşmeye gittiğinizi hayal edin. Ben etmedim ama gerçek oldu. Detaya girmeyeceğim, çünkü gene kendimi alabildiğine salak ve yetersiz hissettiğim bir görüşmelerden biriydi. Bu sefer benim hoca yüzünden değil. Diğer hoca yüzünden. Hiçbir şey bilmiyormuşum, evet. Ama benim hoca da ilginçti, kendine hiç güvenmiyor kendini hep daha az görüyor gibi şeyler söyledi. Hatta sanırsam beni biraz da böyle gururla falan tanıştırdı. İlk dönem boyunca hepimizi o derste gömdün ya hocam, biz 6 genç insan senin ağzından her çıkan ve çıkmayan kelimeyle o koca masanın altına battık ya resmen, ağlattın ya kızı, hepimizi gömüp gömüp sürttün ya o masaya. İlginç.
Neyse, ordan çıkınca normalde armadaya gidecektim değil mi. Ama erkendi, eve mi gitsem dedim. Ama hocam da o tarafa gidecekmiş, sırf onunla daha fazla arabada o gergin sessizlikleri yaşamaya devam etmemek için (yalnız hakkını yemeyeyim konuştu, o konuştu hep, ben de dilim mideme kaçmış gibi yutkundum kafa salladım hıhı evet dedim) hemen çıkışta indim. E orada inince de hem altıma edecektim hem de açım. Koştura koştura cepaya girdim. Yemeği falan yedim derken bir baktım sinemaya girmek istiyorsam koşturmam lazım. Yani çok da gerekli değil ama o kadar saati geçirmiş olurum diyorum. Koşa koşa bileti aldım ama yine tuvalete gitmem lazım. Önce paltomu düşürdüm tuvalette yere, sonra telefon şuuup klozetin içine! Bir de abimin eski telefonu, emanet bu. Benimkisi hala bozuk. Emanet telefonla dolandığım yetmiyor gibi, klozete düşürdüm. Aldım almasına ama resmen o film klişesini yaşadım. Böyle elektronik aletin ekranı önce titreşir, sonra gider gelir, çizgiler oluşur, siyah beyaz olur, gider gelir, en sonunda da tamamen gider ya, hah işte onu. Tuvalet kabininde öylece duruyorum. Bir elimde pis sulu telefon, bir kolumdaki saate bakıyorum film başlayacak o kadar bilete para verdim. Telefonu götürüp hemen avmdeki bir telefoncuya mı göstersem. Ne diyecek, game over kardeş diyecek. Zaten ekranı paramparça, üstündeki naylon bir arada tutuyor, bataryası desen 5 saat dayanmıyor, şarj desen 48 saatte doluyor (a-bart-mı-yo-rum). Yeni telefon alayım desem, ucuz da yok ki ne alacağım, ulan gene babama eşek yüküyle masraf yapacağım, zaten otobüs bileti de almışım az önce şuradan şuraya 70 lira aldı allahsızlar. Dikildim. Aynen. Öylece kaldım bir süre. Mantıklı düşünme yetimi tamamen kaybettiğime kanaat getirdiğim noktada çıktım, filme girdim. Oturdum elimde pis telefon, john wick reyize konsantre olmaya çalışıyorum. Ama kafam on yüz bin milyon baloncuk halinde. Ne yapsam ne yapsam diye, filmin de içine ettim. Ara olunca kalktım, nereye yürüdüğümü bilmeden yürüyüp kendimi durakta buldum. Ağlaya ağlaya eve geldim. Ağlaya ağlaya, hıçkıra hıçkıra annemlerle konuştum. Diyorlar ki ailen sağ, sen sağsın, sağlıklıyız çok şükür neden kendini harap ediyorsun. Altı üstü telefon diyorlar. Öyle değil işte. Hayatım habire bir salaklık ve saçmalık döngüsü. Herşey ters gidiyor. Herşey saçmalıyor. Habire bozuluyor bir şeyler, habire herşey zorlaşıyor.
Üç saat beni yarın telefon almaya ikna etmeye çabaladılar. Bir de kızların yanına gitmeye. Yeminle şu yorganın altından çıkmak istemiyorum. Dünya bensiz daha mutlu bir yer. Ben şu odadan burnumu dışarı çıkarmadıkça dünya daha iyi. Çünkü o da beni tüm bir herşeyiyle reddediyor ki habire işime gücüme köstek oluyor, alerjisi var bana dünyanın evrenin yaşamın, reddediyor bünyesi beni. Ben şuracıkta hiç nefes almadan durayım diyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
eylülde
Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...
-
20li yaşlarındaki Kim Sol Ah (esas kızımız kendisi) bir tasarım şirketinde çalışıyor, tüm gün oturup müşterilere, firmalara, şirketlere f...
-
Joo Seo Yeon kızımız bir lisede beden eğitimi öğretmeni. Aynı lisede öğretmen olan Kim Mi Kyung'la tee ortaokul döneminden kankalar...
-
Çoook eskiden, şimdinin Polinezya diye adlandırılan adalarından birinde, ada halkının şefinin sevimli mi sevimli kızı Moana, babasının t...
Çok klişe ama, dünya bensiz daha iyi ve her şey bana hep köstek dedikçe her şeyi kendimize daha çok köstek ediyoruz. Evren vırt zırt sana tırt gelebilir ama lütfen bakış açını ve düşünce yapını değiştirmeye çalış. Okumadıysan Aykut Oğut-Evrenden Torpilim Var kitabını oku. Bi anda hayatın sihirli değnek değmiş gibi olmuyo ama hem eğlenceli bi kitap, hem yeni bi bakış açışı ;)
YanıtlaSilEvet farkındayım önemli olan düşünce yapımı değiştirmek ama işte yapamadığım asıl şey o sanırım. Kitap tavsiyesi için teşekkürler, normalde böyle kitaplara çok önyargılı yaklaşırım ama tavsiye merciine güveniyorum bu sefer ;)
SilVay, sevindim:) Kişisel gelişim kitaplarını ben de sevmezdim (şimdi seviyorum); ama bu akıcı, eğlenceli bir kitap.
YanıtlaSil