1 Eylül 2015 Salı

Eylülün Getirdikleri

"Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.”
(Cemal Süreya.)

Herhalde adına şarkılar, şiirler yazılan ayların başında gelir Eylül. Şöyle bir düşününce anlaşılır bir şey olduğu apaçık ortada aslında. Kafaların beş karış havaya sıçradığı yaz aylarının sonu gelmiş, hava sıcak gibi ama yağmurlar kendini göstermiş, baharda coşmuş onca börtü böcek, ağaç çiçek yaz boyu güneşin altında sere serpe yayıldığından olacak artık kurumuş kalmış, ne yapacağını bilemez halde. İnsanın ruhu da geriye çekilen, yazın eğlencesinden sebepsiz coşkusundan yorgun düşmüş doğa gibi, geriye çekmeye başlıyor kendisini. Evine, sığınağına girmeye başlıyor. Ruhumuzla, kendimizle başbaşa kalmaya başladığımızda da o romantik, suskun, düşünceli halimiz yavaş yavaş yüzeye vuruyor. Bundan herhalde tüm o şiirler, şarkılar, romanlar.
British Museum'dan.
Halbuki üzüm ayı eylül. Bizim verdiğimiz bu isim, Süryanice ayluldan geliyor, üzüm demek. Hemen üstteki, 1580 civarından kalma bu ağaç oyma resimde de görebileceğimiz gibi üzümlerin toplanıp, artık ne yapılacaksa yapıldığı ay. M.Ö.153'teki takvim reformuna kadar da Romalıların yedinci ayıydı, septem Latince yedi demek. Yani bundan öncekiler gibi öyle bir tirandan, tanrıdan, tanrıçadan aldığı bir ismi yok eylülün. Basitçe bir sayı çoğu kültürde, diğerlerinde de o zaman yapılan işi belirtiyor ismiyle.
Eylül böyle işte, bir hüzünlü bir mayışık. Gerçi okullar açılır eylülde, yaz tatili resmi olarak bitmiştir çalışanlar için bile. Herşeye bir anlamda yeniden başlama vaktidir, öyle ya da böyle. Ama biz nasıl başlayacağız, nereye doğru gideceğiz bilmiyorum. Hepimiz bir tür rüya balonunun içinde salınıyormuşuz gibi devam ediyoruz. Olmakta olan kötülüklerin kötülük seviyesini artık herhangi bir ölçekle ölçebilecek noktayı o kadar geçtik ki, hakikaten hiçbir şey gerçek gelmiyor. Ülkenin bir tarafı kocaman bir savaşta. Evet, savaş. Bir taraftaysa biz yaz tatillerine gidiyoruz, düğünler yapıyoruz, kusana kadar yiyip içiyoruz, yeni hayallere kuruyoruz. Ama her gün insanlar - sizin benim gibi kanlı canlı insanlar - Akdeniz'in sularında kayboluveriyor, bir yol ortasında kamyon kasasına terk edilmiş halde havasızlıktan ölüyor. Hem de biz sadece sabah erken kalktığımız için sızlanıp dururken, insanlar yaşayabilmek için her şeyi göze alıp, kaçıyor. Ve bizim savaşımız devam ediyor. Sebebi olmayan, saçmasapan bir savaş. Düşünsenize sabah çıkmış işinize giderken yolda birileri arabayı durdurup size kimlik soruyor, hatta durdurmuyor bile yolda giderken ateş etmeye başlıyorlar. Ölümünüzün hiçbir anlamı yok, hiçbir sebebi de yok. Ve daha kötüsü, ölümünüz için kimse kimseyi suçlayamıyor, kimse cezalandırılmıyor. Geri kalan herkes yaşamaya devam ediyor o rüya balonunun içinde. En basit, en temel noktayı düşünün. Bir insan başka bir insana neden zarar vermek ister, bunun için kendi içinde bulduğu motivasyon nedir? Karşıdakinin ona zarar vermiş olması, değil mi? Ya da elinden bir şeyini alması gibi bir durum. O zaman bu savaşın "o" tarafı hangi motivasyonla her yeri cehenneme çeviriyor?
Benim için her şeyin başlayacağı zaman aslında şimdi. Belki de yepyeni bir hayata, hep istediğim hayalini kurduğum hayata açılacak ufak bir kapı, kocaman bir maceranın ilk adımı gibi birşey olacak bu eylül. Çok mutlu hissetmeliyim, nihayet azıcık da olsa rahatlamış, heyecanlı falan hissetmeliyim. Ama diyorum ya, o balonun içinde kendimizi kandırıyormuşuz hissi çöreklenmiş üstüme. Dünya alabildiğine kötüye gidiyorsa, ülke dediğimiz şey bir yalandan ibaretse ve bu anlamsız savaşın içinde kendi içine doğru çöküyorsa, dünyanın bir tarafı bulunduğu topraklardan canı pahasına öbür tarafına doğru kaçıyorsa..niye uğraşıyorum, niye uğraşıyoruz? Napıyoruz? Hakikaten napıyoruz? Sanki diğer olan herşey başka bir evrende oluyor gibi davranmıyoruz muyuz? Ama öbür türlü de ne yapmamız gerekir ki? Abimi nasıl koruyabilirim? Annemi, babamı, yengemi, yeğenimi, dostlarımı? Hep aklımla bir tür koruma kalkanı gibi bir şey ördüğümü düşünürüm onların etrafına. O rüya balonunun tehlikelerden koruyan hali gibi. İşte o kalkanı ben sağlam tutarım, ben dağılırsam o kalkan da dağılacak, zayıflayacak, yok olacak. Böylece de hepsi tehlikelere açık olacak, başlarına bir şey gelecek gibi. O yüzden kendimi bir arada tutmaya çalışırım hep, delirmemeye çalışırım, aklıma sahip çıkmaya çalışırım, konsantrasyonum bozulursa bir anlığına bile olsa, kalkan yok olur diye düşünürüm. Kalkan yok olursa tüm o görmediğimiz, görmek istemediğimiz, balonlarımızın dışında o "gerçeklik" sevdiklerimin de başına üşüşür. Ama kendimi nasıl bir arada tutabilirim artık bilmiyorum. Bir yandan herşey çok güzel olacak, eylül çok güzel şeyler getirecek diyorum. Bir yandan da her an dağılabilirmişim, en ufak bir rüzgar esse parçalanıp gidebilirmişim gibi geliyor.
Halbuki bugün eylülün 1'i. Eve dönüş vakti Platform 9 üç çeyrekten. Herşey çok güzel olmalı değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...