16 Nisan 2015 Perşembe

iyileşen yaraların izleri üzerine

Bazı durumlar ya da hayatımızdaki kimi "an"lar sanki bizim dışımızda bir gerçekliğin, yukarıda bir yerlerde zavallı Truman'ı izleyen yapımcılar gibi birilerinin de bizi izleyip nasıl tepki vereceğimize baktığı bir tür hikayenin var olduğuna dair çok ufak ipuçlarıymış gibi geliyor. Bazen. Çünkü tamamen alakasız bir durumda sadece size özelmiş gibi bir şeyler oluyor, tamamen saçma sapan bir detayı birisi oynamak için size bırakmış gibi geliyor. Ve hayır diyoruz bazen, bu kadarı da tesadüf olabilir mi ya da algıda seçicilik diyerek kolayca açıklanabilir mi.
Önceki sabah spora çıkmadan önce odamı toplayayım, o esnada da biraz müzik dinleyeyim diye spotify'ımı açmıştım. Her şey gayet güzel gidiyordu, hoşuma giden şeyleri, tamamen birbiriyle alakasız türleri dinleyerek eğleniyordum. Bir şarkıyı açtım, yapılma amacı aşk acısını ifade etmek vb. gibi bir şeyler olan, ama benim dinlerken eğlendiğim, bağırarak eşlik etmekten keyif aldığım bir şarkı (hayır hangisi olduğunu söylemeyeceğim). Tam hızımı almış, bağıra çağıra nakaratı döktürüyorum kapı çaldı! Afalladım tabi, lan çok mu bağırdım acaba diye panik de oldum çünkü hemen altımda bir iki yaşında bir bebeğin odası var. Aşağıdandı, diyafona basıp "kim o?" (kimoooo) dedim. "Benim" dedi bir ses. Bu günlerde bana "benim" diyebilecek birilerini beklemiyorum, mahalledeki çocuklar benimle dalga mı geçmeye karar verdi diye soran gözlerle diyafona bakıyorum (ya bu arada bu alete diyafon deniyor değil mi, vallahi bilmiyorum, gelişine yazıyorum şu an). "Kimsiniz?" dedim bunun üzerine içimden kimsin neysin yani ne bileyim ben diye ifade ettiğim şeyi kibarlaştırarak. Aşağıdaki bir durakladı, belli ki tanınmayı bekliyordu, ismini söyledi. Ve lanet olsun o kadar isim arasından gidip o ismi söyledi (biz ona Neverland'de 4 yıldır kısaca Tom diyoruz-kod adı Tom). Elim ayağım boşaldı, noluyor lan diyerek kaldım. İnsanoğlunun beyni hakikaten çok müthiş bir şey. Yaratılabilecek en büyük, en olağanüstü işlemci. Bilim adamları istedikleri kadar uğraşsınlar, ama gene de bir beynin saniyede hatta salisede yapabildiği kadar işlemi, oluşturabildiği kadar düşünceyi bir bilgisayar yaptıramayacaklar. Çünkü yemin ediyorum o an içinde beynimden geçen, birbirini kovalayan düşünce sayısının haddi hesabı yoktu. Tek sorun, en elzem olanlarını ya da mantıklı sonucu düşünmüyor olmasıydı. Bu buraya nasıl geldi ki niye geldi ki olabilir mi böyle bir şey neden gelsin ki ne yapacağım ki şimdi..türünden her türlü saçmalığı üretiyor da ulan sesinden anlamadın mı bu o değil'i üretmiyor. Şoka girmiş bir halde "hangi tom?" diyebildim düğmeye basıp. O zaman aşağıdaki insan allahtan mantıklı bir insan çıktı da "yanlış bastım herhalde, 9 numara değil galiba" dedi. Aynen geçen haftaki postacı gibi, bu insan da yan komşuya gelmiş. Vay arkadaş benim bu yan komşuya nasıl bir rağbet varsa, ne çok işi tanıdığı şeysi var, te allahım! Konuşmamız ancak bu şekilde bittikten sonradır ki ben nefes alabildim. Sonraki birkaç saniye boyunca da kendime kızmakla meşguldüm. Ne kadar mal bir insanım ben ya! Hayır salağım demiştim, onu kabullendik, onu geçtik. Ama nasıl böyle salak saçma hallere girebiliyorum, hala! En son demiştim ya "Hayatımda ilk defa bu açıdan da özgürleşmiş hissediyorum. İlk defa bu kadar eminim kaybolduğuna. İlk defa hiçbir şey hissetmiyorum. Uzun yıllardan sonra ilk defa, normal hissediyorum. Zayıf noktamdan kurtulmuş gibi, açık olan birşey kalmamış gibi. Bu seferki bir tür kendini kandırma, bir tür karar verip uygulama gibi birşey de değil. Sadece, kendiliğinden kaybolmuş gitmiş gibi hissediyorum. Ve bu üzücü değil, ilk defa. Rahatlamış gibi hissediyorum, zincirlerimden kurtulmuş gibi." diye. Vallahi öyle hissediyorum, o tür bir şeye geri dönüş gibi değil bu mallığım. Sadece gösteriyor ki o yara orada yokmuş gibi davranmanın bir alemi yok. Yani o yara açıldı, kanadı, kabuk bağladı defalarca geri açıldı oraya buraya sürterek, en sonunda, nihayet ben farkında bile olmadan kabuğun altındaki deri kapandı ve kabuk kendiliğinden düştü bu sefer. Ama derimin üzerinde o incecik kızarıklık kaldı, kalacak. Normal gözle bakıldığında görülmese de, bir gün birileri bazen kendim, gözlerim o noktaya denk geldiğinde dikkatlice bakınca fark edilebilecek kadar ince bir iz, bir zamanlar orada bir yara vardı dedirtecek. Zincirinden kurtulmak demek o zincirin izleri boynunda durmayacak demek değil. Bunun için kendime sinirlenmemeliyim sanırım. Bu noktaya gelebilmek bile büyük bir ilerleme benim için. Yaranın iyileşmiş olması bile büyük bir şey. Varsın o ince iz orada kalıversin.

5 yorum:

  1. Ne güzel anlatmışsın, sen gerçek bir hikayecisin:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim, böyle bir şey duymak hakikaten acayip mutlu etti beni :D

      Sil
  2. Hayat çoğu zaman bizimle dalga geçip eğleniyor gibi hissediyorum. Bu garip tesadüflerin başka açıklaması olamaz.
    Bu arada sakıncası yoksa Spotify hesabını yazar mısın? Müzik zevkini sevdiğim biri olarak takibe almak isterim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. vallahi utanıyorum spotifyımdan resmen daldan dala gibi hali var şu an için ama tabiki yazayım "sesrabas" olarak bulabilirsin :)

      Sil
    2. Eminim benimkinden daha utanılası değildir demiştim ki gittim baktım evet hala benimki daha rezil :)
      Gizli oturumda olmama rağmen geçen gün Serdar Ortaç ve Hande Yener profilime yapışmış kalmış.
      "ama o 90'lar yaa" diye ağlayacaktım neredeyse :)
      Kısaca : Her telden çalmak güzeldir.
      Takibe aldım bu arada Derya Özbey olarak.

      Sil

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...