Glasgow'daki Pollock Country Parkı, Visit Scotland'dan. |
Ben bu yazıya Tumblr'da, Masum Çetin'in tumblrında (üzerine tıklarsanız tam da oraya gidebilirsiniz) rastladım. Aynen oradan alıp, yapıştırıyorum. Yazının altında alındığı kaynak verilmiş, Ahmet Altan'ın İçimizde Bir Yer kitabından "Tanrı, Kumandanlar ve Memeler". Sadece, oradaki heykelin resmi yerine ben - tam mevsimi şimdi - kiraz ağaçlarının resmini koyuyorum. Ama heykel de ayrı bir güzel. Bakın, unutmayın.
Ben bir tanrıya iman edeceksem, kiraz ağaçlarını ve kadın memelerini yarattığı için iman ederim.
Ben bir memleketi seveceksem, generalleriyle dalga geçebildiği için severim.
Kendi yarattığı kadınları örtülere ve evlere hapseden tanrılarla, savaşları çok ciddiye alan memleketlerle pek ilgim yok benim.
“Bak çocuğum, şu benim yarattığım memelere, bacaklara, kalçalara bak, şu salıntılı yürüyüşlere bak evladım” diyen bir tanrıyla dostum.
Arada bir başımı okşamalı benim tanrım, “İşini elinden geldiğince iyi yap sonra da hayatın alabildiğine tadını çıkar” demeli, dostça uyarmalı beni, “İyi yaşa, öbür tarafta neler olacağı hiç belli değil.”
Böyle bir tanrı var.
Ben çalışırken başımı okşuyor.
Ben gezerken, önüme sahiller dolusu bronzlaşmış memeler, biçimli bacaklar, sıcak gülümsemeler çıkartıyor, “Bak” diyor, “Bak neler yaratmaya kadirim.”
Tapıyorum ben o tanrıya.
Sonra memleketler var.
Generalleriyle dalga geçen memleketler.
Bir karikatür çiziyorlar, üç karelik bir karikatür.
Kahkahalarla güldürüyorlar beni.
Birinci karede, siperde yatmış askerler görülüyor, başlarında generalleriyle bekliyorlar.
İkinci karede komutanları elinde kılıcıyla siperden fırlayıp, “Hücum” diye bağırıyor.
Üçüncü karede, ileri fırlamış komutanlarını siperdeki yerlerinden bir milim bile kıpırdamayan askerler “Bravo” diye bağırarak alkışlıyorlar.
Dördüncü karede ben gülüyorum.
Kiraz ağaçlarının ve kadın memelerinin arasında geziyor ve tanrıya tapıyorum.
Generalleriyle dalga geçen memleketlerde dolaşıyor ve o memleketleri seviyorum.
Bir kiraz ağacıyla bir kadın memesine, onların değerini bilmeyen her memleketi satmaya hazırım.
Sat diyor zaten benim tanrım, “Kadın memelerine bakmayan ve generallerini çok ciddiye alan memleketleri sat gitsin, ilgilenme onlarla, ben sana yalnızca bir memleket değil koca bir dünya verdim, onu sev, ben sana senin zevklerini, kahkahanı paylaşan yeryüzünün her yanına dağılmış kardeşler verdim, onlarla eğlen.”
İyi bir tanrı benim tanrım.
Çok geniş bir memleket benim memleketim.
Kiraz ağaçları ve kadın memeleri bizim iman ettiğimiz mucizeler.
Generaller bizim güldüğümüz karikatürler.
Ve Praksiteles, tanrımızın bize verdiği en muhteşem heykeltraş.
Onun yaptığı heykeli, Romalı Plinius "dünyanın en güzel heykeli” ilan etmişti. Praksiteles, Atinalı bir heykeltraşdı.
Bir gün ressam bir arkadaşıyla Datça yakınlarındaki Knidos'da bir akşam vakti sahilin kuytu bir yerinde içkisini içip sanattan konuşuyordu.
Tepedeki manastırdan rahibelerin indiğini gördüler.
Rahibeler sahile gelip, elbiseleriyle denize girdiler biraz serinlemek için. Aralarından yalnızca biri çırılçıplak soyundu.
Genç kadının vücudunu gören Praksiteles hemen o anda o vücudun heykelini yapmadan yaşayamayacağını hissetti.
Ertesi gün manastıra gidip, başrahibeden genç rahibenin heykelini yapmak için izin istedi. “Biz karışmayız,” dedi başrahibe, “Kendisine bir sorun, kabul ederse heykelini yapabilirsiniz.”
Heyecanlı heykeltraş, genç rahibeyi çıplak heykeli için poz vermeye ikna etti.
Heykeli yaparken, kızın hikayesini de öğrendi.
Genç kız, bir adamı öldürmüştü.
Mahkeme genç kızı ölüme mahkum etmişti.
Yargıçlar idam kararını okudukları sırada, genç kızın artık yapılacak hiçbir şey kalmadığını gören avukatı birden ortaya fırlamış, genç kızın yanına gidip, üstündeki elbiseleri yırtıp, kızın çıplak bedenini yargıçlara göstermişti.
"Bu memeleri yok etmeye razı olacak mısınız?”
Genç kızın memelerini gören yargıçlar yeniden toplantıya çekilmişler ve o güzel memelere kıyamadıkları için idam kararını değiştirip, kızı bir manastırda yaşamaya mahkum etmişlerdi.
Praksiteles, “hayat kurtaran” o vücudun heykelini yaptı.
Adını “Knidos afroditi” koydu.
Heykeli daha sonra Bizanslılar İstanbul'a getirip Beyazıt'da kızlar sarayının önüne diktiler ama büyük bir yangında heykel parçalandı. Allah’tan bu heykelin yüzlerce kopyası yapılmıştı ve tanrının yarattığı en güzel memelerden birinin mermere düşen izi günümüze kadar geldi.
Eğer o heykeli görmediyseniz, tanrıyı ve onun neler yaratabileceğini çok ciddiye almıyorsunuz demektir ve benim tanrım kendisinin ve yarattıklarının ciddiye alınmamasından hoşlanmaz.
Bilir ki, kendisini ve yarattıklarını önemsemeyenler generalleri çok ciddiye alırlar ve onun yarattığı memelere değil generallerin sözlerine bakarlar.
Ben onlardan değilim.
Ben, “Hücum” diye bağıran generallerini yerlerinden kıpırdamadan alkışlayan askerlere güler, kiraz ağaçlarıyla kadın memelerini yaratan tanrıya tapar, Praksiteles'in heykelini uzun uzun seyrederim.
Eğlenirim ben, hayattan ve çalışmaktan zevk alırım.
Sizin ciddiye aldıklarınıza güler, sizin sakladıklarınıza hiç doymayan bir açgözlülükle bakarım.
Bana ve benim gibi olanlara hoşgörülü davranan iyi bir tanrım, adına dünya dedikleri büyük bir memleketim, kahkahalarım ve eğlencelerim var.
Bizim memleketimizde Praksitelesler, Knidoslu afroditler, güzel memeli kadınları affeden yargıçlar, “Hücum” diye bağıran generalleri alkışlayan askerler yaşar.
Kiraz ağaçlarını ve kadın memelerini yaratan tanrı, çalışırken bizim başımızı okşar.
Ve, biz ona iman edip “hücum” diye bağıran kumandanlara güleriz.
Burası da Güney Kore, William Patino'dan. |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder