Tam 4 yıl önce bugün, buraya, Neverland'e ilk yazımı yazmıştım. Bloglar çıktığından beri (sene 2000'den itibaren masamda bir bilgisayar ve devamlı bağlı bir internet olduğunu düşünürsek, blogların ortaya çıkışını en başından yakalamışım gibi geliyor) orada burada şurada denemelerim olmuştu, her defasında büyük bir azimle - ve öfkeyle - yazmaya başlayıp sonunda bıraktığım, kapattığım, sildiğim onca şey. Neverland, sanırım, yıllar yılı süren (arada iyice bunalıma arayışlara girip yazmadığım zamanlar olsa da) en istikrarlı şey oldu. Bilmem belki de zamanı gelmişti, bir noktada bu ruhsal göçebeliğimi taşıyacak, paylaşacak bir yere ihtiyacım vardı. Neverland imdadıma yetişti. Belki de ben değiştim, değişime hazırdım, hissettim.
Son birkaç gündür odamı temizliyorum. Ve ben böyle temizlik dediğimde süpürgenin falan dahil olduğu bir şeyi kastetmiyorumdur. Dolapları, kutuları, yatağın altını, rafları, dosyaları, poşetleri ortaya saçıp, artık atılmasına karar verdiklerimi, artık ayrılmaya kendimi ikna edebildiklerimi attığım bir süreçten bahsediyorum. Birkaç gündür kapsamlı bir temizlik yapıyordum. Yazmayı öğrendiğim ilk günlerden kalma ajanda sayfaları bile buldum. Ayşegül kitaplarından kopya edilmiş yemek tarifleri var o sayfalarda, günlük tv akışı listesi var mesela. 7 yaşında benim için ne önemliyse artık. Üst komşunun getirdiği iş bankası çocuk dergilerinden şiirler var sonra, yazmayı öğrenmem kopyalamakla olmuşsa demek. Bu ilk zaman sayfalarında henüz bir kişiliğim yok, henüz bir birey yok. Sadece gördüğünü sayfalara koyan neşeli bir çocuk var. Sonraki seneye dair mektuplar buldum ardından. Hayatımda ilk defa bir yerden ayrılmanın ne demek olduğunu anlamamı sağlayacak şeyler. İlkokul 2.sınıfın sonunda tayin olduğu için babam, biz Ankara'ya doğru yola koyulmuşken geride bıraktığım öğretmenimden, ilk "en iyi arkadaşım"dan mektuplar. O öğretmenim ki hayatımda beni belki de en saf halimle seven ilk insandı, o öğretmenim ki ben daha öğretmenlerin hepsinden nefret etmeye başlamadan çoook önce aslında bir öğretmenin nasıl olması gerektiğini gösteren ilk insandı. Keşke bir gün gidip ellerinden yanaklarından öpebilsem Havva öğretmenimin, sarılıp ağlayabilsem, keşke sizden hiç ayrılmayabilseydim diyerek.
Mektuplar ve yeni yıl kartları ile birkaç sene daha geçirdikten sonra ilk defa kendim olmaya başladığım defterler var. Ajandalar. Ömrümün ilk günahları, omzumda sürükleyip durduğum yükler. 4 ajanda var, aslında bir tanesi çalınıp yakılmamış olsa başka biri tarafından, 5 tane olacak olan. İlki 99'dan 2001'in sonlarına kadar olan yılları kapsıyor, bolca bir gençlik dizisi senaryosu gibi içinde aşk, entrika, yalanlar, kavgalar, kıskançlıklar, ergenlik sancıları, aile problemleri her şey var. İkincisi ortaokulun bitmesine yakın zamanlardan liseye adım atana kadar ve lisenin ilk zamanlarındaki sancılı dönemlerimi kapsıyor, fazlasıyla bunaltıcı ve öncülünün şatafatından yoksun. Arada bir tane saçma sapan ajanda var. Lisede artık büyük ihtimalle ilham perimi kaybettiğimden olacak, yine ilk zamanlarıma döndüğümün işareti gibi, bir kişilik olmayı bırakıp, kopyalamaya geri dönmüşüm bu ajandada. Sayfalarca ingilizce kelimeler ve anlamlarını yazmışım, ders kasetlerinden dinlediğim metinleri not etmişim, bend it like beckham'ı her gün izleye izleye kendimce "story board"lar oluşturmuşum, çizimler var sayfalarca, kişisel gelişimle ilgili olabilecek yazıları kopyalamışım. Böyle saçma sapan bir döngü işte. Sonra niyeyse, üniversitede geri dönmüşüm yazmaya. Son ajanda hayatımın en nefret ettiğim yıllarını kapsıyor. Belki de bugün neysem onu olmamı sağlayan yılları. Bu son ajandanın sayfaları sabit bir dehşeti yansıtıyor adeta. Durgun, sade ama dehşet verici. Öyle bir karanlık öyle bir sessiz öfke var ki sayfalarda, şimdi bile kanımı donduruyor. Bir gün, belki çok zaman sonra okumaya içim elverebilir ama bunun için şimdilik çok zayıfım.
Ve sonunda, 2011 olduğunda Neverland'e ulaşmışım. Zorlu bir yolculuktu evet, ama ulaştığım için memnunum. Buraya yazmaya ilk başladığımda lanet bilgisayar mühendisliğini bitirmiş, bir dönemlik bir tarih bölümünde derslere girdikten sonra arkeoloji yüksek lisansına yeni başvurmuştum. İlk gün yayınladığım 4 şey var: başımın belası ama zor zamanlarımı sayesinde atlattığım Johnny Depp'e bir güzelleme yaptığım "Johnny Angel", içimin memleketi kendimi ruhen ait hissettiğim yere İskoçya'ya dair bir kendi kendine açıklama "Orda Yaylalar Var Uzaklarda", Kentpark'taki sinemada yaşayacağım daha sonraki birçok ilginçliğin ilkini yaşamış olmanın saflığıyla yazdığım bir serzeniş "Bir Kentpark Sineması Macerası" ve ufak bir içimdeki ergen gösterişi "Henry Cavill EW'nin Bu Haftaki Kapağında". Böyle azimli başlamışım yolculuğa. Ertesi gün okuldan haber gelmiş, yüksek lisansa kabul edilmişim. Belki de bir şans tılsımı olmuş benim için Neverland. (Sonradan içine etmiş olsam da her şeyin)
İlk senenin başında - 17 şubat 2012'de - yine hemen hemen burdakilerin aynısını söylemişim, buraya kadar nasıl geldiğimi anlatarak. Neden "yazdığımı" anlatmaya çabalamışım kısaca, sonra da kocaman bir teşekkür etmişim benimle birlikte bu yolculuğa çıkanlara. Hayatıma tanıklık ettikleri için.
Ardından gelen dönem, yıl, benim için ve Neverland için oldukça sancılı geçmiş, geçmişti yani ama ben hatırlamamaya çalışıyorum. Bir yandan yüksek lisans dersleriyle, hocalarıyla uğraşmaya çalışıyordum, bir yandan da artık daha da kötüsü olamaz diye düşündüğüm işe başlamıştım. Araf ne diye tanım yapmamı isteseler, herhalde bu yıllar derdim. Sonunda beni yüksek lisans tezini yazmayı bırakıp, kendimi en dipte hissederken her şeyi boş verip atlayıp okyanusun öte yanına gitmeye kadar götüren yola girmişim. Geri dönüp de Neverland'in ikinci yaşını kutladığımda artık daha durgun, ama biraz daha öfkeli, çokça yenilmiş, gene de teşekkür eden bir halim varmış, 17 şubat 2013'te. Ne kadar yenilmiş, dibe batmış olsam da içimde cılız bir umut varmış "sözcüklerin ve düşüncelerin dünyayı değiştirebileceğine" dair.
Ama o senenin sonunda dayanamamışım, artık nefes almak bile canımı acıtır olmuş. Öfkem ifade ettikçe arttığından, artık anlatmaktan vazgeçmişim. Neverland'e olan inancımı bile kaybetmişim. 30 Aralık 2013'te Neverland'den uzaklaşmışım elimde olmadan. Verdiğim bu ara, belki de iyi gelmişti bilmiyorum. Ama ihtiyacım vardı, onu biliyorum. Çok sürmemişti gerçi, kendime gelmişim bir Harry Potter doğumgününde. Bir Florence King yazısı ve "Akşamüstü Sayıklaması" ile geri dönmüşüm.
Buraya kadar sabredip okumaya devam ettiyseniz, teşekkür edeceğim. Hakikaten. Bazen çok ama çok sıkıcı, pek bencil olabiliyorum. Yapmaya çalıştığım, bu zamana kadarki Neverland'in bir muhasebesiydi. Hayatımın belki de en fırtınalı yıllarına tanık olmuş bir dost gibi benim için burası. Riddle'ın günlüğü gibi, ruhumdan bir parça aktarmışım da bazen oturup benimle konuşuyor gibi. Ben değişirken onun da adım adım, parça parça değiştiğini gördüm sanki. Evet inanması güç ama ben değiştim, değişmişim yani. Şu yeniden paylaştığım yazılara, ilk dönem yazılarıma ve her yıldönümü yazısına bakarken görebiliyorum açıkça.
4 yıl boyunca beni dinlediniz (daha öncesinden de katlananlarınız var, orası ayrı), daha kısa süredir de katlananlarınız var. Teşekkür ederim demek ne kadar kolay geliyor farkındayım ama başka ne denebilir bilemiyorum. Çok fazla saçmalıyorum, elimde değil, sadece yolunu bulmaya çalışan bir göçebeyim ben de. Sorularım, sorularım öyle çok sorum var ki hepsine bir cevap bulmaya çalışırken aslında Neverland'i kurarak bir yardım çağrısı yapıyormuşum, onu fark ediyorum. Çok başarısız olduğum bir konu daha çünkü bu, yardım istemek. Şunca yıldır hiçbir şey için yardım istememekte direnen, kendi gururuna kibrine gömülmüş bir insandım, çok zor oluyor bundan sıyrılmak. Sessizce bir yardım isteğiydi belki de bu. Sorularım var, yolum çok meşakkatli, bu yolculukta benimle yürür müsünüz, arada dinlenmek için size konuk olabilir miyim, sizin sorularınıza ben de kafa yorabilir miyim?
Cevabınız evetse, ben buradayım Neverland'de, ikinci yıldızdan sağa sapıp sabaha kadar dümdüz devam ettiğinizde yolunuz hep buraya düşecek. Burada korsan gemilerine yakalanabiliriz, burada tek bir güneş tek bir ay yok, burada deniz kızlarının Ariel'le alakası yok bizi paramparça edebilirler, burada kaybolabiliriz, burada zamanın geçtiğini saatlere bakıp göremeyiz çünkü burada saat tiktakları da yok. Burada kayıp çocuklarız, kılıçlarımız bellerimizde, perilerimiz tepemizde; burada hiç büyümeyiz. Burada, dışarıda olan her dehşete, dünyanın her kirine rağmen biz sadece sorularımıza cevaplar arıyor olacağız.
Bir dahaki yıl bu kadar saçmalamayacağım söz :)
Peter hırsla, "Okula gitmek ve ciddi şeyler öğrenmek istemiyorum ben," dedi. "Adam olmak da istemiyorum. Ey, Wendy'nin sevgili annesi, ya uyanınca sakalım çıkmış olursa!"Wendy, "Sakallı da olsan seni yine severdim Peter," diyerek çocuğu teselli etti. Bayan Darling ise Peter'a kollarını uzatmıştı; ama Peter kadını geri çevirdi."Benden uzak durun hanımefendi, kimse beni yakalayıp adam edemeyecek."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder