8 Kasım 2014 Cumartesi

Tom Hodgkinson'dan "Tembel Ayaklanması : Yan Gelip Yatmanın Manifestosu"

"Dünyanın en tembel adamı, dostum John Moore, her sabah karısına, ancak kalkmama değecek birşey varsa kalkarım demekte haklı." "Yine çağımızda insanın kendine zaman ayırarak dilediğini yapma özgürlüğü üzerine vaatler hiç bitmiyor; ama bizler hala kendi seçimimiz dışında bir programın robotlarıyız." "Bazen oturup insanların koşuşturmalarını düşünüyorum da savaşlar mahkemeler ayaklanmalar kötü niyetli girişimlerin hepsi ve insanın mutsuzluğu evinde sessizce oturmayı becerememesinden kaynaklanıyor diye karar veriyorum. Kendi gereksinimlerini karşılayabilen bir insan ya da bir toplum, ülkesini bırakıp denizaşırı ülkelere gidip bir kaleyi ele geçirmeyi neden düşünsün ki? Evinde ya da memleketinde kalıp keyfini çıkarmayı bilse, bunlara hiç yeltenmezdi. Uluslar kendi sınırlarını bilip mutlu olmayı öğrenebilseydi ordulara bu kadar para yatırmazlardı; insanlar evde yalnız kalmayı bilselerdi kumara sarmazlardı." Tam da lanet olsun bu hayata modundaysanız hiç iyi gelmiyor bu kitap, yangına körükle dalmak gibi. Ama Tom Hodgkinson bu dünyada kendine şahane bir yol bulmuş mu, bulmuş. Darısı hepimizin başına.
sesrabas (@sesrabas) tarafından paylaşılan bir fotoğraf on

Tembel denince hemen düşündüğünüz hiçbir iş yapmayan, her şeye uykulu bir tepkiyle cevap veren, çoğu zaman cevap bile vermeyen, her durumda üşenen, eline birşey verilse bile doğru düzgün yapamayan çünkü savsaklayan bir görüntü değil mi? Haklısınız, bu kelimeyi zaten en başından böyle insanları tanımlamak için icat etmiş olmalılar.
Ama Hodgkinson böyle düşünmüyor. 256 sayfa boyunca aslında tembelliğin bir "hiçbir şey yapmama" durumu olmadığına bizi ikna etmeye çalışıyor. Çünkü bu 1968 doğumlu Britanyalı yazar ve dergi editörünün en başında söylediği şu: "Tembellik güzel şeydir. Bu kitabın amacı da, hem tembelliğin keyfini çıkarmak hem de Batı dünyasının 'çalışma sistemi'ne karşı çıkmaktır - bu sistem insanları tutsak eden ve psikolojik dengesini bozan bir bunalım çağına yol açmıştır.(...) Tembellik, öncelikle özgür olabilmektir.(...) Benim bahsettiğim, dilediğimiz gibi yaşayabilme özgürlüğüdür: Patronlardan, aybaşılarını düşünmekten, sabah işe gidip akşam eve dönmek gibi tekdüze bir döngü içinde tüketime zorlanmaktan ve borçlardan uzak yaşamanın özgürlüğü. Tembellik eğlence, keyif ve neşe demektir." Yani olduğunuz yerde oturmak, hiçbir şey yapmamak, sadece oksijen tüketmek demek değil diyor tembellik. Bir nevi yaşam felsefesi, hatta esasında binyıllar boyunca kendimize biçtiğimiz doğal olmayan yaşama biçiminden sıyrılmak anlamına geliyor. Gelebiliyormuş yani, Hodgkinson'ın anlattıklarından bunu çıkarabiliyoruz.
Çoğu noktada, dediklerine, savunduklarına katılmamak elde değil. Nerdeyse her cümlesinde "evet aynen ben de böyle düşünüyorum, ama değil mi değil mi, ah keşke" diye konuşurken buldum ben kendimi. Çünkü bu sabah 9-akşam 6 işlerimizin saçmalığını hatırlatıyor mesela. Tüm günümüzü sırf orada olmak zorunda olduğumuz için saçma sapan ofislerde, kapalı, havasız, güneşsiz kutularda, dışarıda karşılaşsak yüzüne bile bakmayacağımız insanlarla geçiriyoruz. Ve bu 8-9 saatin kaç saatinde gerçekten birşey yapmış, bir iş başarmış, birşey üretmiş oluyoruz? Sırf bu saçma sistem yüzünden, normalde verimli bir çalışmayla gerçekten kendimizi ve aklımızı vererek yaptığımızda bir iki saat içinde bitecek bir işi günlerce yapmaya uğraşıyoruz. Biz o ofislerde, masalarda boşu boşuna elektrik tüketiyoruz. Halbuki gerçekten kendi istediğimiz birşeyi, istediğimiz bir yerde yapıyor olsaydık hem dünyanın kaynaklarını boşu boşuna tüketmemiş olurduk, hem de kendimize ve insanlığa yararımız dokunurdu. Sabahları kendi isteğimiz dışında, zorla uyandığımızda bir kere herşey koca bir yanlışla başlıyor diyor Hodgkinson. Böyle lanet bir şekilde güne başlamak zorunda kalan bir insanın kime neye faydası olur ki zaten. Oysa kendi kendimize, uykumuzu aldığımızda kalksak, hem mutlu oluruz hem de yapacağımız işleri yapmak için motive olmuş oluruz. Ama biz ısrarla kaldırılıyoruz, çünkü o istenen saatte yollara düşmüş işe gitmiş olmamız gerek. Sonra da işyerinde uyukluyoruz, kafamız çalışmıyor, canımız hiçbir şey yapmak istemiyor. O ofiste oluyoruz fiziken ama olmasak daha bile iyi. Sırf bu saçma sapan dayatma yaşamlarımız yüzünden kendimizi hızlı yemeklere, hazır yemeklere gömüyoruz. Hiç şöyle oturup da kalabalık sofralarda, özenle hazırlanmış yemekleri arkadaşlarımızla ailelerimizle sohbet ederek yemiyoruz. Neden, çünkü yetişmemiz gerek. Koşturmamız gerek, bir yerlere yetişmemiz, işe gitmemiz, iş yapmamız, o ofiste saatleri tüketmemiz gerek. Yediğimiz hiçbir şeyden zevk almamız gerekmiyor tabi, kimseyle muhabbet etmemiz de gerekmiyor. Sabahın köründen akşamın bir karanlığına kadar o hapislere tıkılıyor, sonra da gelip ekran başında ağzımıza birşeyler tıkıştırıyoruz. İnsan olmaktan çıktığımızın farkında bile değiliz. Ve dahası bunu kendimize yapan da biziz.
Hodgkinson ve ailesi, kaynak:The Telegraph
Aslında Hodgkinson'ın dediğine göre bu sistemi oturtan en başta zengin olanlar. Hani hep zengin olanlar, geçmişte zengin oldukları gibi şimdi de bizim emeğimiz sayesinde bu zenginliklerini devam ettirenler. Sırf o ayrıcalıklı doğanlar gün boyu hiçbir şey yapmadan oturabilsinler diye biz çalışıyoruz diyor Hodgkinson. Haklı da. Ve bence asıl tembel onlar. Biz, bu lanet sistemin dayatıldığı bizler, aslında hiçbir şey yapmamak değil isteğimiz. Sadece kendi istediklerimizi yapabilmek istiyoruz. Gidip bir ofiste bilgisayar başında oturmak değil de, ne bileyim gidip bir bahçe alıp elma yetiştirmek istiyoruz. Yani temelinde gene birşeyler üretmek, biz faydamız olsun istiyoruz. Ama hem bizi hem çevremizdekileri mutlu edecek biçimde. Oysa bu zenginler bizim böyle istediğimizi yapmamıza izin verirlerse kendi işlerini kime yaptıracaklar? Düşünmemize, rahatlamamıza, yaşamamıza izin verirlerse onlara zararlı oluruz, onlar da birşeyler yapmak zorunda kalırlar ve bu onların hiç istemediği birşey. O yüzden bize, dünyanın geri kalanına bu sistemi dayatıyorlar. Uykusuz günler, oksijensiz ofislerde zombiye dönüşülen günler, geceleri düşünmememiz için ekranlar. Böylece de sorgulamıyoruz, düşünmüyoruz, karşı çıkmıyoruz. Öyle ya çalışmazsan ne olacak? Aman yarabbi memur olmayacak mısın!? Maaş almayacak mısın? Açlıktan ölürsün ya!
Tom Hodgkinson anlatacaklarını kitabı saatlere bölerek, sabah 08:00'dan ertesi sabah 07:00'a neler yaptığımızı ve aslında neler yapabileceğimizi göstererek anlatıyor. Kendisi de 23 yaşındayken çalıştığı bu düzenli ofis işinden artık kafayı yemek üzere olduğunu görüp ayrılmış, kendinde o gücü bulabilmiş ve gidip hayalini kurduğu şeyi yapmış. Bir dergi kurmuş. The Idler adındaki dergisi şu an bir internet dergisi olarak yayınlanıyor. Ne kadar kazanıyor, evini nasıl geçindiriyor bilmiyorum. Ama kitabında da ara ara bahsettiği üzere bir karısı ve çocukları var, demek ki her ne yapıyorsa ailesini geçindirebiliyor ve bu kesinlikle sizin anladığınız türde bir tembellik değil bence.
Hodgkinson bir tür devrim olduğuna, olacağına inanıyor bu tembellik felsefesinin. "Cicero De Officiis'de 'Para karşılığı emeğini satmak aşağılık birşeydir - erdemsizliktir; bunu yapan insan kendini köle durumuna düşürür.' diye yazmıştır. Handy de 'Doğrusu kuyruğa girip de başkalarına kendi saatlerimizi satmak akıl alacak bir iş değil. Bu, gönüllü köleliktir!' demiştir.(...) Biz de aynı şeyi görüyoruz. Siz ve ben aynı düşüncedeyiz ama benim bir düşüm var. Sevgi ya da aşk, anarşi ve özgürlük düşü: bunun adı tembellik." diyor sonunda.
Evet hepimizin bir tembellik düşü var sanırım. O yüzden Tom Hodgkinson'ın da dediği gibi "Cesur olun tembel yürekliler!"

The Idler --> http://idler.co.uk/

5 yorum:

  1. bende başladım, yarısını okudum ama sistemin yanlışlığından bahsedip nasıl çözüleceğini söylemiyor. Örnek verdiği isimler oturduğu yerden gelir elde edebilen insanlar hep, yani tembel olsa da aç kalmaz. Ben de isterdim bir burjuva olup da burjuvaya düşman olmayı, bu düzenin nimeti paranın keyfini sürerken düzüne savaş açmayı. Ben sokakta oturup insanları gözlemleyip not alıp eve gelip yazdığım bir hayat yaşasam, bir ay sonra o düzeni sürdürebilmem için gerekli otobüs parasını nereden bulacağım acaba? Dediklerine katılıyorum, bu 9-5 iş durumuyla birebir onun dediklerini hissediyorum. Ama keşke bunu nasıl çözeceğimizi de bir söyleseymiş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Farkındayım bir çözüm önermiyor olduğunun. Daha çok, yanlış olan bu böyle ve siz bundan sıyrılıp kendinize birşey bulabilirsiniz demeye çalışıyor. O bulacağımız şeyi de söylemiyor haliyle, hani hollywood filmlerinde hep klişedir ya, kahraman zor duruma düşmüştür ve bilgeye akıl danışır. Bilge de cevap senin içinde der yol eder ya kahramanı, o misal. Bu gerçekten işe yarar birşey mi yoksa adam da bir burjuva olduğu için bizi sadece yol mu ediyor bilmiyorum. Ama sana sadece sokakta oturup not al demiyor kanımca. O notları satarak birşeyler kazan diyor sanırım, ya da otururken orada limon sat mesela diyor. Bilmiyorum belki de sadece adamın yazdıklarından kendime yorumlar ediniyorum, çünkü bu cevapsızlık durumundan kendime cevaplar yaratmak istiyorum. Tabiki öyle bir ülkede doğmuş yaşamış bir insan olarak birçok güvencesi vardır yazarın, işini bıraktığında sokakta kalmayacağını biliyordur belki de. Ya da gerçekten o da bizim gibidir, sadece risk almıştır, denemiştir, olmuştur. Senin dediklerine de katılıyorum, hak veriyorum biliyorsun ama bünyem kabul etmeye yanaşmıyor. Keşke diyorum, keşke nihanın dedikleri karamsar bir umutsuzun bakış açısı olsa da o da ben de biz de bir gün gelip herşeyi başardığımızda dönüp bu dediklerine gülümseyerek bakalım, ehehe hatırlıyor musun sen olmaz olamaz demiştin de ne mutsuzduk diye. Keşke diyorum, keşke haksız olsan nihan.

      Sil
  2. Ilkerender'i arattin ki hic google'da?Hayallerimi yasiyor...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yok valla haberim bile yoktu, şimdi arattım da http://birdunyaturu.com/ adresinde herşeyi yazmış ve katılıyorum sanırım hepimizin hayallerini yaşıyor. yalnız kötü oldu bu, okuyup okuyup oturduğum yerden hayıflanır dururum artık.

      Sil
    2. Yeni fotograflarla hayiflanalim iste fena mi :p

      Sil

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...