27 Temmuz 2013 Cumartesi

yazıya hapsolmak

Jack Kerouac Big Sur'de oturmuş, Pasifik Okyanusu'nu dinlerken uzun bir şiir yazıyor (Kitabın sonunda Nevzat Erkmen çevirisiyle bulabilirsiniz). Ursula K. Le Guin Beat'lerin şiire yeni bir "soluk" getirdiğinden söz ederken Kerouac'ı da dahil etti mi bilmiyorum ama bu şiir sadece yazı olarak kalmaması gereken şiirlerden biri olarak dikkatimi çekti. Evde oturdum, şiiri yüksek sesle okudum. İtiraf etmeliyim ki utandım. Kendi sesimden utandım. Çıkardığım seslerden utandım. Neydi beni böyle utandıran? Şunu fark ettim; zihnimde yazı ile doğa arasındaki ayrım o kadar büyümüş ki, sesimin doğanın bir yansıması olması bu yüzden tuhaf geliyor. Yazıya hapsolmak beni kendi özüme karşı yabancılaştırmış. Şiirin salt mürekkeple değil kendi soluklarımla dışa vurulması, bir yeniden üretim olarak değil şiirin gerçekten vücut bulması onu gerçek şiir yapıyor. İnsanın bu sese, doğaya karşı yabancılaşma süreci, bir anlamda kendine karşı da yabancılaşması anlamına geliyor.

[Böcek Yiyen'in Big Sur yazısından aşırdım bu paragrafı, defalarca içimden okuduktan sonra. tamamı-->şurada]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...