20 Mayıs 2012 Pazar

nora roberts'tan "uğursuz kolye"

Bu da doğumgünü hediyelerimden biriydi (Böylece doğumgünümden neredeyse 4 ay sonra hediye kitaplarımdan sadece bir tanesini okunmamış bırakmayı başardım, olley!-kendimle dalgamı geçiyorum aldırmayın). ana karakterlerinden birinin bir deniz arkeologu - ki Türkçe'de hiç böyle bir tanıma rastlamamıştım, hep "marine archaeologist" diye okurdum ki onu da tercüme edersek aynı kapıya çıkıyor sanırım - olması ve konusunun geneli itibariyle arkeolojik bir keşif etrafında dönüyor olması sebebiyle, tabiki benim için şahane bir hediyeydi.
Kitap yapısı açısından "geçmiş", "şimdi" ve "gelecek" kısımlarına ayrılmış. Önce olayların çıkış noktasıyla başlıyoruz. James, kardeşi Buck ve James'in 16 yaşındaki oğlu Matthew Lassiter aileden gelen definecilik işini devam ettiriyorlar, Amerika kıtasının okyanus kıyılarında eski tekneleriyle dolanıp yüzyıllar öncesinde zenginlikleriyle birlikte batmış gemileri arıyorlar. Son işlerinde Isabella adlı bir batığı arıyorlar Silas VanDyke isimli bir zenginle. VanDyke Anjelik'in Laneti adı verilen kolyeye acayip kafayı takmış olduğundan Lassiterlar'a parasal destek sağlayarak kolyeyi onun için bulmalarını sağlamaya çalışıyor. James Lassiter da kolyeyi çok önemsediğinden bulmayı çok istiyor ve bunun için uzun yıllardır çalışmış, araştırma yapmış. Ama VanDyke pis oynayan bir adam olduğundan sabotajla James'in ölümüne sebep oluyor, genç Matthew intikam yeminleriyle birlikte amcası Buck'la hayatına devam ediyor.
Sonraki bölümde Beaumontlar'la tanışıyoruz. Ray ve Marla Beaumont çalıştıkları zaman diliminde baya bir servet edinmiş, emekli olduklarında da aldıkları tekneyle yazları birkaç aylığına amatör bir şekilde gemi batıklarını araştıran bir çift. Kızları Tate 20 yaşında, üniversitede deniz arkeolojisi okuyor ve o da yazları ailesiyle birlikte dalarak, keşif yapıyor. Bu bölümümüzün geçtiği zaman diliminde bir gün suyun altında Lassiterlar'la karşılaşıyorlar. Matthew artık 25-26 yaşında genç bir adam olmuş, amcası Buck ile teknelerinde anı yaşayarak devam ediyorlar hayatlarına. Beaumontların çok sevimli bir aile olmalarının yanında bir hayli de varlıklı olduklarını görünce önce bir yolalım hesabına yanaşıyorlar onlara ama kısa sürede kanları kaynıyor, beklemedikleri kada ısınıyorlar birbirlerine ve ortak olup, birlikte dalmaya başlıyorlar. Bu arada Anjelik'in Laneti'nin büyüsü Ray'i de sarıyor, daha bir şevkle arıyorlar kolyeyi. Eh tabi bir de işin içine aşk-tutku girmeden olmaz. Genç Matthew ile kızıl afet Tate  arasında ateş bacayı sarıyor. Gerisi aksiyon, macera, aşk, gerilim, ...
pek okurmuş kitapları nora hanım,
o sebepten de hep hayal kurarmış.
en sonunda bunları yazayım ben demiş.peh.
Evet, anladınız. Kitap bildiğimiz orta karar gişe yapan içi boş macera filmi. Sanki Hollywood'un o güzel adamlarla, güzel kadınlarla, ağzı bozuk ama sevecen amcayla, bilinçli zengin güzel anne babayla ve baba meselesi olan, takıntılı, psikopat zengin kötü adamıyla bezeli, sonunda mutlaka iyilerin kazandığı ve kötülerin kaybettiği saman alevi gibi parlayıp bitiveren filmlerinden birini izlemişiz etkisi yapıyor. Oturup bir solukta okuyorsunuz, düşünmeden, zorlanmadan, kasmadan. Bir de çeviri öyle kendinden hallice olunca, zaten basit olan cümleleri anlamaya çalışmadan kendiliğinden doldurup, geçiveriyorsunuz sayfaları.
Arka kapağın içinde yazarın dakikada 27 kitabının satıldığı yazıyor. Hiç şaşırmadım. Tüm dünyada en çok satan kitapların böyle olması tesadüf olamaz herhalde. Dakikada 27 kitabı satılıyorsa, o da dakikada en azından 30 kitap yazıyordur çünkü. Böyle yazmakta ne var sanki ? Nora Roberts'a zaten önyargılı başlamıştım ama kitabı okuyup, kapağını kapattıktan sonra tamamen haklı olduğumu düşündüm. Bu kadın bu şekilde yazarak trilyonlar kazanıyorsa Poe'nun cenazesine, Wilde'ın tabutunun başına niye 3-5 kişi geliyor ben onu anlamıyorum. Ya da en basiti, bu kadın bu şekilde "yazar" olarak tanımlanabilme şerefine erişiyorsa ben niye sabahın köründen akşama kadar sürünüp, beynimin her bir zerresini yüzde yüz kapasiteyle çalışmaya zorlamak zorunda kalıyorum ve gene de sürünüp, iki kuruş parayla yetinmek, gün boyu mühendis rolü, akşamları master öğrencisi rolü ve geceleri de yazar rolü oynamak durumunda kalıyorum?
Ayrıca da kapak görseli : istockphoto demek, ne demek sayın Epsilon? Bu nasıl bir yayıncılık anlayışıdır? (Ama tabi isim açısından da kutlamadan edemeyeceğim, o ayrı bir mevzu. Orijinal adı "The Reef"dense bizimkilerin koyduğu "Uğursuz Kolye" adı kitaba ve konusuna çok daha uygun bence.)
Neyse, aslında insanın canı öyle okyanustur, sudur, güneştir, teknedir çekmiyor da değil ama kader.
Videoya da rastlamıştım, lazım olur diye göstereyim dedim, malum o kadar tüplü dalış, okyanus, tekne falan dedik :

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...