
Bu ara deliler gibi şeylere takmış durumdayım. Bu "cottage"lar ve onların dekorasyonları, ne bileyim işte "cottage"ruhu gibi şeyler. Tamam ömrüm boyunca en beğendiğim ve belki de ciddi ciddi yaşayabilirim dediğim tek ev "The Holiday"deki o cottage ama bu kadarını da beklemiyordum kendimde. Özellikle bu Cynthia's Cottage Design ve Hooked On Houses yoluyla resmen saatlerimi ekrana bakarak geçiriyorum. Tuhaf.
Temmuzda Epsilon Taht Oyunları'nı çıkarmıştı ya, şimdi de Kralların Çarpışması iki kısım halinde raflara doluşmak üzere. Siparişimi verdim pazar günü, yarın öbür gün elimde olur herhalde. Bir de onun sevindirikliği var üstümde.
52.7 kilogramı gördüm dün dijital ekranında tartının. 24 senedir bu rakamları bu şekilde sıralanmış görmemiştim. Tuvalete mi gitsem bir dedim önce. Ya da dur dur birkaç saat sonra bir daha deneyeyim dedim sonra. Nasıl çalışıyorsa aklım, otururken kendi kendine koltuğa geçiverecek sanki kilolarım. Haliyle "inconvenient truth"u anladım sonunda. Bunu da başarmış oldum. Kendimle gurur duyuyorum.
Gördüğünüz gibi, hava gittikçe soğuyor etrafta ve bir ton şey oluyor belki dışarıda. Ama benim bu böyle gayet "kızsal" halim üstüme çöreklenmiş vaziyette. Saçımla başımla, üstümle dışımla uğraşıyorum, öyle şeyler düşünüyorum yani. Ekim ayını korku filmlerine ayırmıştım, kasımı bilim-kurgu ayı yapayım diyorum. 1959'dan Plan 9 From Outer Space ile başlayıp, 1960'tan The Time Machine ve 2005'ten The Hitchhiker's Guide To The Galaxy ile devam edip, 2007'den Next ile bitirmeyi planlıyorum. Korkunç Ekim'in son aşamasını tamamlayamadım farkındayım, The Devil's Rejects'i izlemedim. Kendimi ikna etmeye çabaladım, etmedim değil. Ama kendimi biliyorum, tanıyorum. Anlamsız ve çiğ bir kan dökme şovu olan bir Rob Zombie filmi izleyemezdim, izlemedim nihayetinde de. Elim gitmedi bir türlü. Ve memnunum House of Frankestein, Psycho ve Nightwatch'tan.
Bir de dişim sızlıyor. En kötüsü bu. Dişçiye gitmem gerek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder