19 Haziran 2011 Pazar

X-Men First Class (2011)

Sabit Film Uyarısı: Bu ibarenin olduğu her bir film anlatısı-incelemesi için diyorum ki "yok spoiler dı,yok efendime söyleyim film kritiğiydi başıydı sonuydu", yer alabilir, içinde geçebilir, birşeyler olabilir. Ben anlamam, demedi demeyin.Belki üzerinde çok düşünmezseniz, spoiler içermez. Haa ama yok çiseden nem kaparım, olayı hemen abartırım diyorsanız spoiler da içerir, gereksiz muamele de yapar.
Şimdi bütün bildiklerinizi unutun. Yıllar yılı okuldan sonra, ödev yapmanız gereken saatlerde televizyonun karşısına kurulup izlediğiniz çizgifilmi (ya da yaşınıza bağlı, okuduğunuz çizgiromanları) unutun. Patrick Stewart'ın tekerlekli sandalyedeki Profesör X'le özdeşleşmiş görüntüsünü, bir madde yüzünden mutantlıktan normal hale dönen Mystique'i kovan bir Magneto'yu, mutant okulunu, burnunun üstüne oturttuğu yuvarlak gözlüklerinin arkasında ayıdan daha güçlü masmavi Beast'i, kimseyi takmaz Logan'ın nasıl Wolverine olduğunu falan...hepsini unutun. Tamamen tertemiz bir hafızayla, mutantların, değişime uğramış hücrelerin dünyasına doğru bir yolculuğa çıkalım.
II.Dünya Savaşı yıllarında, 1944'te Polonya'da, naziler Yahudiler'i toplama kamplarına götürürlerken bir çocuk ve ailesinin ayrılmasıyla başlayan bir trajediye konuk oluyoruz önce. 10'lu yaşlarındaki Erik Lehnsherr kampa götürülen annesini bırakmamaya çalışırken askerler tarafından tutulup, kampın büyük tel kapılarının dışına sürükleniyor. Ama acısı o kapılardan daha büyük olan Erik, askerlerin kolları arasından uzanıp, sahip olduğu manyetik güçle kapıları açmaya başlıyor. Sonunda onu bayıltıp, nazilerin hesabına çalışan bir bilim adamının - Dr. Klaus Schmidt'in- yanına götürüyorlar. Annesini vurmakla tehdit edip, ondan bir madeni parayı hareket ettirmesini isteyen doktorun dediğini başaramayınca Erik, gözleri önünde annesi vuruluyor. Ve doktor da yıllar yılı sürecek olan deneylerine ve bu deneyler yoluyla eğitimine başlıyor Erik üzerindeki.
Bu arada ABD'de refah mı refah, zenginlik içindeki kocaman bir malikanede ise küçük Charles Xavier yatağından kalkıp, mutfakta duyduğu tıkırtıların peşinden gidiyor. Annesini buzdolabını karıştırırken bulan Charles, telepati gücünün de etkisiyle karşısındakinin annesi olmadığını anlıyor ve annesi kılığına girmiş kendisi gibi küçük Raven'la tanışmış oluyor. Raven da istediği kişinin görünümünü alabilen küçük bir kız ve belli ki sokaklarda kalmış, kimsesiz olduğundan hemen Charles ve ailesinin korumasına alınıyor.
Ve yıllar hepsi için geçip, Charles ve Raven'ı Oxford Üniversitesi'ne, Erik'i ise eski nazi komutanlarının peşine düşürüyor. Charles, bu mutasyona uğramış hücreler ve gelişen organizmalarla ilgili genetik çalışmalarını tamamlayıp, akademik anlamda profesör ünvanını almışken, Erik sadece intikamının peşinde öfkeyle bu dünyada onun gibi başkalarının da olduğunu bilmeden yol alıyor.
Bu aşamada bizim eski nazi doktorun aslında Sebastian Shaw adında, güçleri ve enerjileri absorbe edebilen bir mutant olduğunu öğreniyoruz. Kendisine yardım eden telepatik Emma Frost, alev saçan Azazel ve öldürücü kuyruklu Riptide ile dünya üzerindeki büyük planını gerçekleştirmeye çalışıyor. ABD ve Rusya arasında Türkiye ve Küba'nın da yer aldığı bir füze yerleştirme krizi başlatıp, ikisinin nükleer savaşa girmelerini sağlamaya çalışıyor ki böylece güçsüz olan insan ırkı yok olurken güçlü mutantlar kalacak yeryüzünde.
Bunu bir şekilde öğrenen ajan Moira MacTaggert'ın çabalarıyla Charles ve Raven'ın başını çektiği bir mutant timi kurulmaya başlanıyor. Erik'i dahil ediyorlar bir şekilde, canavar ayaklarına sahip, müthiş zeki bilim adamı Hank McCoy, kanatlı Angel Salvadore, yıkıcı ses dalgaları yaratan Sean Cassidy, bir tür ateş gücü çıkarabilen Alex Summers ve her tür ortama uyum sağlama yeteneğine sahip Armando Munoz'un da katılımıyla ekip tamamlanmış oluyor.
Ama Shaw'ın gelip, FBI'yı dağıtıp, Armando'yu öldürmesi ve Angel'ı kendi saflarına katmasıyla işlerin rengi değişiyor. Geriye kalan ekip üyeleri, Charles'ın ailesinden kalan o büyük malikanede birbirlerine daha çok bağlandıkları ve birbirlerini keşfettikleri bir eğitim dönemine girip, devletten ayrı çalışmaya başlıyorlar. Kendi hesaplarına Shaw'u durdurmak için Beast, Mystique, Magneto, Profesör X, Banshee ve Havok ortaya çıkmış oluyor. Ajan Moira MacTaggert'ın da yardımlarıyla iki ülke arasında her geçen saniye iyice gerilen soğuk savaşın tam ortasında kendi savaşlarını veriyorlar.
Tüm bu olup bitenlerin arasında da görüş ayrılıkları, kişilik farklılıkları, tekerlekli sandalyeler, dostluklar ve düşmanlıklar X-Men dünyamızdaki yerini alıyor. Matthew Vaughn'ın yönetmenliğinde, müthiş bir senaryonun ve olağanüstü oyuncuların aksiyon ve derin fikirler, tanıdık düşüncelerle bezeli harika bir dansı ortaya çıkmış oluyor böylece. Nefesimizi tutarak, koltuklarımıza çakılarak, herşeyiyle doyurucu bir sinema deneyimi yaşamış olmanın o ince tadıyla da bitiş jeneriğinin akışına kapılmış kalıyoruz.
Aynı şeyi aralık 2012'de Zack Snyder'ın da (Man of Steel ile) gerçekleştirebilmesi dileğiyle.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...