21 Mayıs 2011 Cumartesi

Post Grad (2009)

Hikayemiz, adından da anlaşıldığı üzere üniversitesini (oralarda college dedikleri şeyi) yeni bitirmiş hatta mezuniyetini gerçekleştirmek üzere olan gayet başarılı ve de tumturaklı hedeflere sahip 22 yaşındaki Ryden Malby'nin bir üniversite mezunu olarak yaşadıklarını anlatıyor. En azından bunun için yola çıkmışlar, film tanıtımlarının dediği bu.
Film de bu amaçla, Ryden'ın mezuniyet töreninin hemen öncesinde VideoBlog'una ilettikleriyle açılıyor. Bu sahneyle belli ki şaşkın kızımızın bundan önceki hayatına dair bilgi verme işlevi yerine getiriliyor. Böylece ana karakterimizin kişiliğini ve neden böylesi bir Post-Grad sendromu yaşadığını anlayabilmiş olacağız. Ancak filmin ilerleyen kısımlarında da fark edildiği üzere, bunu asla tam olarak anlayamıyoruz. Daha doğrusu o hissi kazandırmakta zorlanıyor film. Karşınızda boncuk boncuk gözleri parlayan, al yanaklı, manken siluetinde zarafetle arz-ı endam eden bir Alexis Bledel olunca bu daha da zorlaşıyor.
Ryden çocukluğundan beri kitap kurdu olmuş, bildiğimiz edebiyat düşkünü ineklerden olduğunu daha ilk iş görüşmesinde açıkça belirtiyor. İngilizce-edebiyat gibi bir bölümde iletişim dalında uzmanlaşarak mezun olmuş ve hayalini kurduğu büyük şirkette çalışmak için başvuruyor. Ancak filmin asıl dönemecini oluşturan kısım burda ekrana geliyor. İşe alınmama durumu. Kendine gayet güvenli, herşeyden emin bir halde Ryden görüşmeyi yapıyor, ancak onun da öğrenmek zorunda kaldığı üzere gerçek dünya, okulda kurulan kariyer hayallerinden çok farklı şeyler sunuyor insanın karşısına. Esas anlamıyla, sunmuyor da. Ryden da zaten ilk reddedilişinin akabinde iş bulamama durumu yaşıyor. Hayal ettiği işte çalışıp, Los Angeles manzaralı bir dairede yaşama hayallerini çöpe bırakıp, ailesinin şehir dışındaki karışık evine dönmek ve her gün iş arama problemiyle uğraşmak zorunda kalıyor.
Bu sırada Ryden'ın sadık ama gururlu çocukluk arkadaşı-kankası Adam ve müzik yaparak hayallerinin peşinden gitmek mi, kabul edildiği hukuk fakültesine giderek babasının ondan beklediği kariyeri gerçekleştirme mi şeklindeki bocalamasını görüyoruz. Tabi bu seçimde tek etken Adam'ın yalnız ve hayatından memnun olmayan babası değil. Dawson's Creek halinden bildiğimiz gibi, Adam Ryden'a aşık ama bir yandan da kanka olduklarından ve Ryden'ın gözü kariyerdi edebiyattı diye dışarılarda dolanırken, idare ediyorlar durumu. Ta ki yan komşunun seksi mi seksi bir Brezilyalı-serseri ruhlu yönetmen olduğunu görene kadar (Rodrigo Santoro'yu Lost'ta az da olsa öz görmüştük. Ayrıca "300"den "Che"ye, "Love,Actually"den "I Love You Phillip Morris"e uzanan bir filmografisi olan gözlere bayram tadında bir Brezilyalı olduğunu da unutmamak gerek.). Ryden da sonuçta kanı kaynayan bir genç. Ev de havuzlu sonuçta, orası California. Nitekim üstüne bir tuhaf Malby ailesi de eklenince pek keyifli ama hiçbir şeyi tam veremeyen bir seyirlik ortaya çıkıyor.
Çok fazla şeyler beklenmemesi gereken, insanın ağzında hoş ama geçici tadlar bırakan filmlerden Post Grad. Alexis Bledel gerçek hayatında da hep bir Rory Gilmore-ayakları yere basan-ne yaptığını bilen-sorumluluk sahibi-kitap kurdu-erkeklerin aşık olduğu insan mıdır diye hep bir merak duygusu sağlıyor. Ya da bir insanın böyle gözlere sahip olması akıllara zarar değil midir?
Bu sırada film boyunca kulaklarımıza zuhur eden o muhteşem müziklere de dikkat çekmeden geçmek büyük haksızlık olur. The Kooks, Lilly Allen,Control Machete,Gym Class Heroes ve daha birçoğunun olduğu soundtrack ise tam bayramlık.
1. Pony (It's OK) - Erin McCarley
2. Don't Give Me A Hard Time - The Locarnos 
3. Take What You Take - Lily Allen
4. One Day - Jack Savoretti
5. What Happened To It - The Bird And The Bee
6. Main Titles - Christophe Beck 
7. Always Where I Need To Be - The Kooks
8. The Queen And I - Gym Class Heroes
9. Turn Back Around - Lucy Schwartz
10. Happerman & Browning - Christophe Beck
11. Wake The Sun - The Matches
12. Brand New Day - Joshua Radin
13. Si Señor - Control Machete
14. I Say I Go - Kevin Drew
15. Ryden & Adam - Christophe Beck

Tadımlık olsun diye filmden Jack Savoretti'nin "One Day"i:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...