22 Kasım 2012 Perşembe

Fin Destanı : Kalevala

Okulda hep öğretirler ya, Türklerin Orta Asya'dan çıkış destanları, yok yeniden diriliş destanları...bir de işte örnek olsun diye, kendimize yakın gördüğümüz milletlerin destanlarını söylerler, aklımda kalan tek isim Manas Destanı. Tarih derslerinde eğer şanslıysak, Gılgamış'ın adını duyabiliriz. Zaten hep adlarını duyarız bu destanların, içini anlatmaz kimse, ne olduysa oldu destan var ya, gerisi hikaye.
Ama işte ben o hikayeleri merak ediyorum belki. Ben o hikayeleri yaşamak istiyorum kafamda, hayal etmek istiyorum, kahraman savaşçıyla birlikte kılıç sallamak, dörtnala at koşturmak, prensesleri kurtarmak, dağları eritmek istiyorum belki.
Gılgamış Destanı'nı Jean Bottéro'nun düzenlemesi, Orhan Suda'nın çevirisiyle YKY'nin baskısından okumuştum daha önce. Hatta tam olarak geçen yıl bu zamanlarda. İlk adımım bu oldu zaten. Sıra geldi, kuzeye, bildiğimiz dünyanın da ötesindeki, uzaktaki dostlarımızın destanına.
Kütüphanede Finlandiya Büyükelçiliği'nin katkısıyla 1982'de ikinci kez çevrilerek basılan bir kopyasını buldum destanın. Dizgi ve baskı Kırali Ofset-Ankara yazıyor, bir yayınevinden bile değil yani. Lale ve Muammer Obuz tarafından daha önce, 1962 yılında, ilk çeviri yapılmış. Bu çeviriyi de onlar yapmış ve kitabın girişinde yazdıklarına göre o zamanki büyükelçi Ulf-Erik Slotte'ye armağan etmişler. İlk çeviride destanın yapısını korumuşlar, aynen dizeler şeklinde çevirip yayınlamışlar. Bu durumun destanın geniş bir kitle tarafından okunamaması ve ilgi çekmemesine neden olduğunu düşündüklerinden, ilk çeviriden yaklaşık 20 yıl sonra oturup "bölüm bölüm masal anlatımlı nesir veya sekizli heceler kalıplı nazım şeklinin verilmesi yoluyla" destanı daha okunabilir hale getirmişler.
Resim Hilobrow'dan. Elias Lönnrot bu.
Pek ürkütücü yahu adam.
Obuz'ların giriş kısmının ardından büyükelçi Slotte tarafından yazılan bir de Önsöz bölümü var. O da destanın tarihi özelliklerinden ve geçmişinden bahsediyor.
Finlandiyalı Elias Lönnrot, kendisine katılan birkaç araştırmacının da yardımları ile 1827-1837 yılları arasında, Fin topraklarının doğusunda, bugünkü Rusya sınırları içinde kalan dolaylarda yerleşmiş Fin kabileleri içinde dolaşarak, halkın ağzında tekrarlanan, ecdadın miras bıraktığı, şiirleri derlemişlerdir. Sonradan bu derlenen şiirleri Elias Lönnrot yıllarca incelemiş, taramış ve katıksız bir Milli Destan meydana getirmiştir ki, Destan ilk olarak 1849'da yayınlanmıştır. Yayınlanan eserde 50 runo, 22795 dize, eski biçimli vezin ve Kalevala'ya özgü bir ahenkle düzenlenmiştir. Kalevala Destanı'nın baştagelen kişisi ozan Vainamoinen'dir. Onun, önem sıralarına göre Joukahainen, İlmarinen ve Aino ile Pohjola'lı Kız, başkişi olarak izlerler. Lönnrot'un araştırmaları dağınık ve yaygın bir bölgede yapmış olması nedeni ile, Destan'ın bazı olayları arasında rahatça bağlantı kurulamamaktadır. Kalevala'da egemen olan duygusallığı, vezin ve kafiyeler ile şiirlerin öz içeriği daha da güçlendirmektedir.
Aynen dediği gibi Türkçe çevirisi de 50 Runo olarak yaklaşık 300 sayfalık bir kitap oluşturmuş. Ozan'ın Önsözü ve Duyguları-Destana Giriş-Doğa runosundan başlıyor, Marjatta-Oğlu ve Ozan'ın Son Sözleri runosu ile bitiyor. İlk başlarında gayet rahat okudum ben destanı, ozan Vainomoinen'in doğuşundan ilk maceralarına, demirci İlmarinen'i, Kullervo ile kardeşinin acılarını falan zevkle, bir sonraki macerayı merak ederek okudum. Ama ne olduysa oldu, büyük öküz ve ardından gelen düğünle birlikte kafam dağıldı, gitti. Bir şey anlamadım okuduğumdan. Neredeyim, bunlar ne diyor diye bakındım bir süre sayfalara. Toparlamam da güç oldu ama neyseki toparlayabildim, yani destan toparlayabildi, ben de okuduğumdan zevk almaya geri döndüm.
Yaşlı ozan Vainomoinen'le birlikte gelin peşinde koşuyoruz, savaşmaya çıkan delikanlılarla birlikte büyülerin, cadıların arasında dolaşıyor, perikızları görüyoruz, tekneler sallar inşa ediyor, gidilmez denilen yerlere gidiyor kendi maceralarımızın peşine düşüyoruz. Fin toplumunun düğünlerini, kadına, aileye bakışını, kuzeyini güneyini - Pohjolasını Kalevasını - görüyor, pek değerli Sampo'nun parçalarını kaçırıp bereketi topraklarımıza geri getirirken, cadı karının sakladığı güneş ve ayı yerlerine döndürüyoruz büyülerimizle.
kapaktaki resim içinde yazdığına göre, Finlandiyalı büyük ressam Akseli Gallen-Kallela (1865-1931) tarafından resimlenen Kalevala Destanı'nın 1922 yılı baskısından Runo 40'ın başlığıymış.
Yalnız kafamda yine de büyük ölçüde karışıklıklar yok değil. Örneğin İlmarinen denilerek tek bir kişiden bahsetmiyor, sanırsam ki demirci olan her bir kahramandan bir yerden sonra bu adla bahsediyor destan. Pohjolalı cadı karı ise neredeyse tüm kötülüklerin çıkış noktası. Ya da şimdi düşündüm de bölümler arasındaki kopukluktan dolayı ben bu bir tane olan ve devamlı karşımıza çıkan İlmarinen'i farklı farklı demirciler zannetmiş olabilirim. Bir de neden bu ozan doğdu ve hemen yaşlı oldu? Tüm destan boyunca yaşlı olmasından dem vuruluyor, zavallı evlenmeye çalışıyor habire bir de. Ama her elini attığı kız sen yaşlısın da yaşlısın diye ya kendini öldürüyor ya da başkasına kaçıyor. Nasıl bir destan anlayışı bu bilemedim ben.
Ondan sonra karşındakini - şeytanın kendisi de olsa - yenmek için öyle güçlü kuvvetli olman lazım değil, bir güzel şiirler düz ve anlat şiirinde karşındakinin hayat hikayesini. Birinin kim olduğunu anlatırsan onu yenmiş oluyorsun, öyle de bir dünya. Bu durum bana Voldemort mantığını hatırlatmadı değil. Aynı şekilde Voldemort'un adını söyleyebilmek bir çeşit kendine güven, güçlülük belirtisi. Bir nevi onu yenmek gibi birşey yani.
Bir diğer fark ettiğim benzerlik Kullervo'nun hikayesi. Tolkien'in Hurin Çocukları'ndaki temel hikayesiyle pek çok örtüşen noktaları var. Ama tabi bu şaşırılacak bir durum değil kanımca, Tolkien'in kuzey halklarının folklöründe uzman olduğunu düşününce.
Bir de tabi basımın bağımsız sayılabilecek bir yöntemle yapılmış olmasından dolayı kitabın gayet sade ama güzel bulduğum bir kapağa sahip olduğunu ama bunun yanında sayfaların faks kağıdı gibi olduğunu, yazıların arka tarafından görünmesinden dolayı birbirine karıştığını, okumanın güçleştiğini söylemem gerek. Eski kitaplara bayılırım o ayrı, ama o kalın saman renginde ve buram buram küfle karışık kitap kokan sayfalı olanlarını.

2 yorum:

  1. hiç yeni türkçe basım var mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. araştırdığım kadarıyla yok, finlandiya büyükelçiliği aklına gelir de bir daha basarsa belki olur ama onun dışında türk yayınevlerinin hiç böyle bir çalışması yok. benim bu okuduğum basımdan sahaflarda bulabilirsin sanırım-->http://www.nadirkitap.com/kalevala-fin-destani-tek-cilt-runo-1-50-kitap4354980.html

      Sil

beatha

 Vay. En son tam bir ay önce yazmışım. Yuh bana. Oysa bu bir ay içinde çok defa yazmalıyım dediğim oldu. İçimden böyle yazma isteğiyle taşar...