17 Ağustos 2011 Çarşamba

Jane Austen Uyarlamaları Dosyası 5 : Persuasion

"Daha fazla sesimi çıkarmadan dinleyemem. Sizinle elimdeki imkandan yararlanarak konuşmalıyım. Beni perişan ediyorsunuz. Yarı can çekişiyor, yarı umutla havalara uçuyorum. Çok geç kalmadığımı, böylesi değerli duyguların sonsuza dek kayıplara karışmadığını söyleyin bana. Sekiz buçuk yıl önce neredeyse paramparça ettiğiniz zamankinden de daha çok size ait bir kalple kendimi size sunuyorum. Erkeğin kadından daha çabuk unuttuğunu, erkeğin aşkının daha çabuk söndüğünü sakın söylemeyin bana. Sizden başka hiç kimseyi sevmedim. Sırf sizin için Bath'a geldim. Yalnız sizi düşünüyor, planlar yapıyorum. Bunu göremediniz mi? Arzularımı anlayamıyor musunuz? Sizin benim duygularımı sezdiğiniz gibi, ben de sizinkileri sezebilmiş olsam, şu on günü bile beklemezdim. Bu satırları zorlukla yazıyorum. Her an beni mahveden bir şey duyuyorum. Sesinizi alçaltıyorsunuz, ama ben o sesin başkalarının dikkatinden kaçacak çeşitli tonlarını ayırt edebiliyorum. Fazla iyi, fazla mükemmel yaratık! Bize adil davranıyorsunuz. Erkeklerde de güçlü bağlılıklar ve sadakat olduğuna inanıyorsunuz. F.W.'de de bu duyguların en ateşlilerinin, en şaşmaz olanların var olduğuna inanın.
Artık kaderimde beni neyin beklediğine emin olmadan gitmek zorundayım; ama en kısa zamanda buraya dönecek veya grubunuza katılacağım. Bir tek söz, bir bakış bu akşam babanızın evine gelmeye ya da sonsuza dek oradan uzaklaşmaya karar vermeme yetecek."
Yaklaşık 200 yıl önce bu satırları yazdığından beri Jane, dünya üstündeki milyonlarca kadının zavallı akıllarının sağlığını bozmaya devam etti. Anne Elliot'a böyle bir mektup bırakıp, onu düşünceleriyle başbaşa bırakan Yüzbaşı Wentworth'ün hayali pek çok kadının mükemmel adam profilini oluşturdu. Ama Jane'in diğer tüm yazdıkları gibi, bu da romandı, hikayeydi ve böyle satırları yazan da bir kadındı nihayetinde.
Jane Austen'ın 1817'deki ölümünden hemen önce tamamladığı kitabı Persuasion, pek çok okuyucusunda ayrı bir yere sahiptir. S&S'nin sevilen yanları vardır, sonuçta iki zıt kızkardeşin inişli-çıkışlı, hüzünlü ama mutlu sonlu hikayelerini anlatır. P&P açık ara en popüleridir, sevmeyeni yoktur. Sonuçta dünyanın en bilindik ama ilgi çeken hikayesini anlatır, o güzel Austen üslubuyla. Mansfield Park tam bir kurgu ve yazın harikasıdır, bir anlamda edebi olarak kendini ispattır. Emma artık işi kaptığını, eğlendiğini gösterir ustalık işidir. Yazarının bile onu yaratırken ne kadar eğlendiği, sevdiği ve mutlu olduğu satırlardan taşan bir hikayedir. Ama Persuasion...o tamamen başka bir yerdedir. Bu kez Jane'in zekice cümlelerin, keskin gözlemlerin veya eğlenceli kişilik gösterilerinin arkasına saklanmadığını, bizzat, direkt bize, okuyucusuna içinin kapılarını açtığını görürsünüz. İlk kez gerçekten hissedilenleri, hissettiklerini belki de, yazar Jane. İlk kez diğerleri anlatmaz, kahramanımız Anne Elliot'un bünyesinde kendi düşüncelerini, duygularını anlatır. Diğer kitaplarından belirgin derecede farklı bir hava taşır, renklerin olmadığını hissedersiniz. İçiniz üşür ara ara. Ama en çok da çarpıntılar geçirirsiniz. Anne Elliot'ın her kalp çarpıntısında, her yüz kızarışında, her nefessiz kalışında siz de yutkunursunuz. O her sustuğunda siz çığlığı basmak istersiniz. O her sakinleşmek için ortamdan uzaklaştığında, siz de kitabın kapağını usulca örtüp, derin nefesler alırsınız. Jane'i sayfalarda hissedersiniz, işin kötüsü anlarsınız da. Çünkü böyle hissetmemiş bir akıl, bu cümleleri kuramaz bilirsiniz ve bu cümleleri kurduğu için üzülürsünüz onun için. Anne Elliot'la Yüzbaşı Wentworth'ün aksine, bunları hissetmesine rağmen mutlu son şansı olmamıştı Jane'in çünkü. Belki de ölmeden hemen önce yazmayı uygun gördüğü hikayesinin bu olması da tesadüf değildi bu yüzden.
Evet anladınız, oturup günlerce Persuasion konuşabilirim. Diğer 5 romanı ne kadar sevsem de, Persuasion'ın satırlarıyla ilk karşılaştığım zaman hissettiğim şoku atlatabilmiş değilim çünkü. Sevdiğimi düşünmüştüm önce, ama sonra emin olamadım. Sevmekten çok etkilendiğime karar verdim sonunda.
Barındırdığı gayet romantik hikayeden dolayı yine baya uyarlaması bulunan bir kitap bu da. Bildiğim kadarıyla ilki 1960'da tvye gelmiş uyarlamaların son ikisini karşılaştıracağız burada; 1995 tarihli sinema filmiyle 2007 tarihli BBC yapımı tv filmini :
Anne Elliot'larımız
Anne Elliot karakteri baş kahramanımız olduğundan tüm yük onun omuzlarında. Ama şansa bakın ki Jane'in çizdiği portre nedense yapımlarda onu hep evde kalmış-kız kurusu-yaşlı-çirkin babaanne kıvamında bir tipleme olmaya götürmüş durumda. Onca yıldır hiç şaşmamış bu. Oysa Jane'in demeye çalıştığı sadece diğer kadın kahramanlarına nazaran yaşının biraz büyük olduğu - ki 26 yaş yani - ve yaşadıklarından dolayı bir miktar solgun, ruhsuz göründüğü. Ama 1995 Anne'imiz Amanda Root da, 2007 Anne'imiz Sally Hawkins de sanki özellikle çirkinleştirilmişler gibi duruyor. Fiziki görünüşü boşverebilirsek, rolün gerektirdiği kişiliğe ikisi de önemli ölçüde bürünmüş. Tüm o dalgalanmaları, umut ışıklarını, dikkatli bakışları, tıkanan nefesleri ikisinin de yüzlerinde bulabiliyoruz. O kadar yaşlı görünmese aslında, en düzgün oynayan Amada Root. Ama ben kişisel olarak aralarında keskin bir ayrım yapabilmek mümkün olmasa da daha canlı görünen Sally Hawkins'i tercih ediyorum sanırım. (Bu arada ciddi ciddi tanıyamadım ben onu Anne Elliot olarak, o derece değişmişti.)
Captain Wentworth'lerimiz
Yüzbaşı Wentworth, Austen romanlarının en sevilen-tapılan erkeklerinden biridir. Bir numarasıdır diyemiyorum çünkü her defasında Darcy'le başbaşa çıkıyorlar sonuçlarda. Sonunda göstereceği gerçek duygularını en baştan bilmediğimiz için ona göre oynanması gereken çok incelikli bir karakter olduğundan ve bir yandan da kadınlara hakikaten çekici gelmesi gerektiğinden ona göre birini seçmek gerekir. İlki Ciaran Hinds, 1995'te karizmasını konuşturuyor. Austen'ın genelde sevdiği adam tipi olan uzun-esmer-yakışıklı tanımına uyuyor. Ama sanki biraz yaşlı, biraz da sert kaçıyor. 2007'de ortaya çıkan Rupert Penry-Jones ise resmen akılları baştan almak için yaratılmış gibi. Büründüğü Wentworth hali, okuyucuların isteyebileceğinden de mükemmel. Her bir ayrıntıyı, her bir pırıltıyı yakalayabilmiş, tüm o karmaşık duyguları yüzünden okuyabiliyoruz ve fiziki avantajlarını da kullanıyor. Kesinlikle hayallerin Wentworth'ü, diyecek birşey yok.
Sir Walter ve Elizabeth Elliot'larımız
Sir Walter Elliot ve Elizabeth Elliot olarak 1995'te Corin Redgrave ve Phoebe Nicholls fena değiller. 2007'de ise bu roller için büyük oynanmış, Anthony Head'den döktüren bir Sir Walter izliyoruz. Julia Davis de onun yanında iyi görünüyor, belki biraz fazla karikatürize.
Croft çiftlerimiz
1995'teki Croft çifti 2007'dekinden daha özenli oynanmış. Daha doğrusu Fiona Shaw ve John Woodvine'a daha derinlikli bir senaryo verilmiş.
Lady Russell'larımız
Lady Russell olarak ise Alice Krige 2007'de, 1995'teki Susan Fleetwood'dan bir adım daha önde. Daha kararlı, daha kendinden emin ve etkileyici görünüyor.
İki film de güzel ve kitaba uygun senaryolara sahip. 1995 versiyonu daha kitaptan ilerliyor belki, 2007'de araya daha hareket katan özellikler eklenmiş. İki film de izlenebilir bu durumda kitabın tamamlayıcısı olarak. Yalnızca, sanırım 2007 versiyonundan daha fazla hoşlanırmışız gibi. Gerçi her halikarda hoşlanacağız, sonunda mutluluk var nasıl olsa.

(Önceki dosyalar Sense&SensibilityPride&PrejudiceMansfield Park ve Emma)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...