rachel bilson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
rachel bilson etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Temmuz 2011 Cumartesi

Waiting For Forever (2010)

Eteğimden Dökülen Taşlar'da görünce geçen gün mutlaka izlemeliyim diye düşündüm, birkaç saatlik bir uğraş sonucunda da oturdum, izledim. Öncesinde haberim yoktu, ki üniversite yıllarından kalan bir alışkanlıktır çıkan tüm romantik-komediler kısa zamanda tüketilir. Bu yüzden bunu görmemiş-duymamış olduğuma şaşırdım ilkin, ama sonra cevap gayet açıktı, The O.C. zamanlarından kalan kadim bir nefretten ötürü Rachel Bilson'a duyduğum kıskançlık, film radarımı ona kapamıştı. Fragmanın ve Tom Sturridge'in bakışlarının o güzelliği olmasa gene de izlemezdim, eminim.
Yollarda Emma Emma diye fısıldayan Willy
Neyse, durum ne şimdi ona bakalım. İsmine inat, filmde bir kere sonsuza kadar bekleme durumu yok. Tabi bu güzel kısmı, mutlu sonu. Gerçi bir anlamda kahramanımız Willy'nin kendini sonsuza kadar Emma'nın aşkını beklemeye adadığını da kastediyor olabilir filmin ismi. O ayrı.
Elimizde bir adet Will Donner var. Belli ki 20lerinde ama 10 yaşının saflığından güzelliğinden bir gün bile büyümemiş. Will ve Emma 10 yaşına kadar aynı okula gitmişler. Her günü birlikte geçirmişler, hiç konuşmalarına gerek olmadan saatleri geride bırakırlarmış.
Ölümle tanışan Emma'nın ailesi
Ama 10 yaşındalarken bir gün Will'in annesi ve babası trenle eve dönerken kaza geçirmiş ve ikisi de ölmüş. Will'le ağbisi Jim'i amcalarına yollamışlar bu durumda, iki küçük çocuğa bakması için. Bu da Will'le Emma'nın en azından fiziksel şekilde ayrılması demek olmuş.
Bankacı Ağbi Jimbo
Gelin görün ki aradan geçen yıllar boyunca Will, kendi yarattığı o güvenli ve saf dünyada yaşamaya devam etmiş. Sabit bir iş, sabit bir ev edinmemiş, sokaklarda jonglörlük yaparak para kazanmış, köhne otellerde kalmış. Başında Charlie Chaplin şapkası (Benny'ye selam olsun efendim), üstünde çizgili pijamaları ve ayağında kırmızı converseleriyle ordan oraya sürüklenmiş. Esasında sürüklenmemiş, tam olarak Emma nerdeyse orda bulunmaya çalışmış. Onunla konuşmasa da, yanına gidemese de, hep onun olduğu yerde olmuş.
Emma'ysa üniversitenin ardından kötü bir tv dizisinde rol almış, yeni bir oyuncu haline gelmiş. Ama Will'in bıraktığı ya da onun deyişiyle "gece uyurken nefes gibi içine çektiği ve kalbine kan pompalayan damarlarında dolaşan" Emma değil artık bu Emma. Diziden arkadaşı Aaron ile birlikte ve ayrıca onu da başka bir arkadaşıyla aldatmış.
Her Eve Lazım Kanka Joe
Emma'nın babası rahatsızlanınca Emma da Will de eve dönüyorlar tabi. Will bu sefer kararlı, ona herşeyi anlatacak ve hep hayalini kurduğu gibi birlikte olacaklar, evlenecekler. Ama işler hiç de umduğu gibi gitmiyor. Ağbisi Jim, onun karısı Sarah ve çocukları, en iyi dostu Joe ve onun karısı ile küçük oğulları, Emma'nın annesi ve ölmekte olan babası, Aaron, Emma'nın Aaron'ı aldattığı Dennis ve otostopçu alan yaşlı çiftin de dahil olduğu bir hikaye yumağının içinde hala ölen anne ve babasıyla konuşan Will'in Emma'ya olan aşkını izliyoruz.
Tom Sturridge'in yarattığı Will, tam anlamıyla o köpek yavrusu cazibesine sahip, film boyunca alıp bağrına basmak geliyor insanın içinden. Hayat onun gördüğü şekilde o kadar güzel, o kadar temiz ki. Emma'nın ve diğerlerinin yüzüne bas bas bağırdığı gerçekler, Will'in saflığına zorla atılan lekeler gibi kalıyor.
James Keach'in yönettiği filmin, Steve Adams'ın yazdığı hikayenin görüldüğü gibi romantik-komediyle alakası yok. Bana göre hatta, oldukça üzücü, yer yer trajik bir dram. Her ne kadar sinir olsam da, Rachel Bilson'ın hayat verdiği Emma Twist, çocukluğun üzerine düşen gölgeleri, hayatın gerçeği sandıklarımızın kararttığı ruhumuzu çok iyi yansıtıyor. Hele bir de Scott Mechlowicz ile Tom Sturridge'in o çipil çipil gözleri ayrı bir dram yaratıyor, nasıl seçtilerse iki öksüz erkek kardeş olarak.
O kadar güzel ki filmin tüm hikayesi, görüntüleri...Söylenebilecek tonla şey var bu anlamda ama burda sadece birşeylerden bahsetmek zorunda olduğumdan bu kadar diyeceklerim. Esasında Will'in film boyunca ettiği laflardan bir başucu kitabı bile çıkarılabilir. Neyse ben gene de o sözlerin bir tanesiyle son vereyim.



"Truth is nothing. What you believe to be true is everything."

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...