alexander skarsgaard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alexander skarsgaard etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Mayıs 2020 Pazartesi

The Giver (2014)

Evlere kapanmamızdan hemen önce, iş yerinde cihaz değişikliğinden ötürü çılgınca yoğun günler yaşadığımız günlerin birinde, öğlen vakti gelip geçerken hadi bir yemek yiyelim de gelelim diye yürüyor, K. abi ile muhabbet ediyorduk. Laf bu distopik genç-yetişkin (young-adult) kitaplarına-filmlerine gelmişti. Bir yandan içim coşkuyla dolmuş, iş yerinde bunlardan konuşabilen birine rastlamışım, bir yandan da şaşkınlıkla bakıyorum K. abiye, bu yaşta bu görüntüde bir adamdan hiç beklemediğim şekilde benimle aynı şeylerden bahsedebiliyor. Bir filmden bahsetmişti o gün, ismini cismini falan hatırlayamıyordu ama anlattığı hikaye ilgimi çekmişti. Allah allah böyle bir film varmış, hiç haberim olmamış mı diye düşünmüştüm. Eve gidince bakayım da izleyeyim demiştim ama tabi sonra dünyamız daha çılgın bir hal aldı, topyekün bir felaket filminin içine yuvarlandık ve eve kapanıp, kendimi güvende hissettiğim diğer dünyaya, tarihi dizilerin (period-dramaların) içine gömüldüm.
İşte o gün hikayesini dinlediğim, The Giver (https://www.imdb.com/title/tt0435651/), 1937 doğumlu Amerikalı yazar Lois Lowry'nin 1993'te yayınlanan aynı adlı romanından uyarlanmış bir film. Belirsiz bir gelecekte, oldukça mükemmel görünen bir topluluğa konuk oluyoruz. İçindeki her şeyin kameralarla kontrol edildiği bir fanusun içinde yaşayan bu toplulukta insanlar her gün haplarını alıyor, duygularından kurtuluyor. Hatta renkleri bile göremiyorlar. Topluluğun yaşlıları, insanlığı daha önceki çağlarda savaşa, yıkıma götüren her türlü duygudan kurtarmanın en iyisi olduğuna karar vermişler çünkü. Her şey çok iyi işliyor böyle. Bebekleri doğurmaktan sorumlu anneler var, doğan her bebek seçilen bir aileye veriliyor. Belli bir yaşa kadar eğitim alıp, izlendikten sonra hangi işlere atanacakları yine yaşlılar komitesi tarafından belirleniyor. Asıl kahramanımız Jonas ile arkadaşları Fiona ve Asher da işlerine atanacakları yaşa geliyorlar. Tüm toplumun önünde hayatları boyunca yapacakları mesleklerine atanıyorlar ancak Jonas'a diğerlerinden farklı bir görev düşüyor. "Receiver of Memories" olarak görevlendiriliyor Jonas ve kendinden önceki Receiver'dan eğitim almaya başlıyor. Ama hiç beklemediği, hiç bilmediği şeyleri görmeye başlayan Jonas'ın dünyası yavaş yavaş parçalanmaya başlıyor.
Lois Lowry teyze
Çok tanıdık geldi değil mi böyle anlatınca? Duygular, ilaçlar falan deyince sanki bir Equilibrium (https://www.imdb.com/title/tt0238380/) geliyor insanın aklına ama The Giver'ın hikayesinin 93'te yayınlandığına bakarsak öyle bir durum olmadığını görüyoruz. Equilibrium'u Kurt Wimmer yazıp, yönettiğinde sene 2002 idi. Bir de o hikaye daha karanlık, daha ciddiydi. Lois Lowry'nin hikayesi tür (genre) olarak "young-adult" çünkü. Kitapta kahramanımız 12 yaşında ama film için tabiki pek çok değişikliğe gidilmiş. Yaşlar 18-20 civarında ve karakterler arası ilişkiler de biraz daha değişmiş.
Yine de oldukça ciddi bir şeyler anlatıyor olduğunu bilerek kafamızın içinde, izliyoruz ama film o kadar da ciddi gelemiyor bir türlü. Bunun için illa karanlık olması gerekmiyor ama anlatımından, anlatmayı seçtiği tondan ötürü hep bir o diğer izlediğimiz genç-yetişkin distopyalarının arasında öylesine bir film gibi geliyor. Söylemek istediği şeyi, kim bilir belki kitabının söylediği şeyi çok da hissetmiyoruz. İçeride önemli bir şeyler var, biliyoruz ama bize ulaşamıyor.
Oysa içerisi şampiyonlar ligi kadrosu gibi. Projeyi zaten uzun yıllardır Jeff Bridges hayata geçirmeye çalışıyormuş, sonunda filmi yaptığında kilit rolde yer alıyor. Yanında Meryl Streep var ki kadının oyunculuğuna ne derece hayran olduğumu daha önce yeteri kadar anlatabildim mi bilmiyorum (her bir karakterinde bedeninden yayılan enerji bile değişiyor öyle bir şey). Bir de görünce aman yarabbi sen nereden çıktın gönüllerimizin (gözlerimizin) efendisi diyebileceğimiz Alexander Skarsgaard çıkıyor karşımıza. İlginç hımm, dedirten Katie Holmes da orada. Aslında elimizde her şey var ama dediğim gibi bir yere varamıyoruz. Varıyoruz da, diğerlerinden farklı olmuyor.
Kitabını Arkadaş Yayınları "Seçilmiş Kişi" adıyla basmış (Arkadaş Yayınları'nın sitesinde görebilirsiniz) bu arada. Yayınevinden çıkan diğer 5 kitabı da orada ayrıca.


Bu arada sevgili blogger sesimi duymuş sanıyorum. Artık resim eklediğimde üstüne tıklayınca hemen yerleşim seçenekleri çıkıyor. Hadi bu seferlik iyi bir şey yaptın be blogger. Önceki kötülüklerini bir nebze olsun hafifletti sayılır.

29 Eylül 2013 Pazar

“Love is not a feeling, it's an ability.”

(Kadınlardan ara ara koymuştum buraya böyle, hiç dikkatinizi çekti mi bilmiyorum. Bu sefer de güzel adamları paylaşmak istedim. Bana göre güzel adamlar tabi, her ne kadar tamamıyla dış görünüş insanı olsam da bazıları hakikaten içlerine baktığım adamlar-yani en azından ben öyle zannediyorum.)

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...