Matthias Schoenaerts etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Matthias Schoenaerts etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ağustos 2015 Çarşamba

Thomas Hardy'nin "Çılgın Kalabalıktan Uzak"ı ve ondan uyarlanan Far From The Madding Crowd (2015)

Çiftçi Gabriel Oak Britanya şehirlerinin curcunasından alabildiğine uzak bir köyde uzun yıllar çalışarak biriktirdikleriyle oluşturduğu koyun sürüsünün başında, kendi halinde, dünyanın belki de en düzgün genç adamıdır. 28 yaşının heybetiyle Çiftçi Oak yöreye yeni gelen Batsheba Everdene isimli pek güzel genç kıza aşık oluverir. İkisi de aslında tam olarak aşkın ne olduğunu bilmezler ya, Gabriel Batsheba'ya daha en başından evlilik teklifi eder. Batsheba'nın cevabı hayır'dır, Gabriel de sessizce çekilir. Bir süre sonra talih bu iki genç insana zıt yönde oyunlar oynayıp, bir araya gelmelerini sağlar. Ama ikisinin de aşk, duygular, hayat ve insanlar hakkında daha öğrenecek, yaşayacak çok şeyi vardır.
Thomas Hardy'nin kendisi, Dorchester Dorset'ten.
Thomas Hardy 1800lerin sonunda, hayali bir kırsal kasaba çevresinde geçen kitabında - en genel anlamda - bu iki karakterin birkaç yıla yayılan hikayesini anlatıyor bu şekilde. Çok fazla ne olduğuna dair bir şeyler söylememek adına, ancak böyle diyebilirim. Anlattığı olaylar belki öyle çok görülmedik, şaşırtıcı, olağandışı şeyler değil. Genç insanların aşık olması, çiftlik yaşantısı, alavereler dalavereler, yakışıklı asker sevgilileri için evden kaçan saf kızlar, yangınlar, fırtınalar, yağmurlar, koyunlar bol bol koyunlar, köy yaşantısı, çiftlik işleri...Hardy aslında bildiğimiz şeyleri anlatıyor, fazla sürprizi de yok, olay anlamında.
koyunlar başrolde
Onun asıl ışıldadığı yer, karakterleri. Çizdiği karakterler öylesine gerçek ki insan "nasıl nasıl nasıl ama nasıl" derken buluveriyor kendini. Yani en azından ben, kendi adıma habire bir erkek, hem de 1800lerde yaşamış bir erkek, bir kadının ruhunu bu kadar iyi resmedebilir diye dövünüp durdum. Kitabın ortalarına kadar şaşırıp durduğum nokta buydu. Hardy, Batsheba'yı gençliğinin verdiği çocuksuluğu üzerinde, gayet başına buyruk, akıllı davranmaya çalışan ama saflığının buna elvermediği haliyle o kadar iyi anlatıyor ki. Yani Batsheba'nın kendi iç sorgulamaları sırasında bunları ancak bir kadın bilebilir dedim ben. Aynı şeyleri bir kadın olduğu için hissetmiş biri bilebilir bu düşünceleri, bir kadın içinde bunları düşünürken dışında sergilediği bu davranışların motivasyonunu bilebilir ancak. Oysa Hardy de biliyor. Batsheba, Gabriel'e hayır derken mesela, bu öyle soğuk net bir hayır değil. Karşısında nerdeyse hiç tanımadığı ama düzgün olduğu her halinden belli bir genç adam dururken kendi içine bakıyor Batsheba. Ona karşı bir şeyler hissedip hissetmediğini bile bilemiyor, çünkü daha önce hiç böyle bir şey düşünmemiş, deneyimlememiş, Aşk diye bir şeyin olabileceğini biliyor ama o an hissedip hissetmediklerini öyle bir kalıba sokamayacağını biliyor. En önemlisi, kendini bildi bileli tek başına ayakta durmaya, herşeyi kendisi düşünüp halletmeye alışmış bir kadın olarak bir adama boyun eğmek üzere evlenemeyeceğini biliyor. Evlenme düşüncesi yok Batsheba'nın kafasında, hiç olmamış. Eğer günün birinde bir adam gelecekse karşıma, bu aşırı vahşi doğamın altında ezilecek biri olmamalı diyor. Ya da beni yargılayacak, sonra da arkasını dönecek bir adam olmamalı. Batsheba tüm bunları bilerek, tüm bunları hissederek hayır diyor Gabriel'e. Ve Hardy'nin mucizesi de bu. Bunun gibi pek çok şekilde gösteriyor kendisini kitapta. Hardy bunların hepsini sanki bir kadın titizliğinde anlatıyor.
Çavuş Troy rolünde Tom Sturridge-->
şu dünya üstünde hiçbir zaman hem akıllı
 hem de yakışıklı bir adam olmayacak,
erkek cinsi buna müsait değil işte naparsınız
Çiftçi Boldwood rolünde Michael Sheen-->
insan neyim dememeli ne oluyor bana böyle demeli
Gabriel'de çizdiği erkek portresi ise az biraz ideale kayıyor. Aslında o konuda da Hardy'ye şaşıyorum yine. Bir kadının çizebileceği ideal erkek portresi bu. Bir erkeğin, olması gerekenin bu olduğunu düşünebileceğine ihtimal vermiyorum ben, hala. Ama dediğim gibi, Hardy Gabriel Oak ile mükemmel adamı yaratmış bir anlamda. Bir de kitabın ortalarına kadar kurduğu bu muhteşem kadın karakterin bu noktadan sonra aldığı şekil beni deli etti. Gerçi böylesi daha hikayeye uygun, ya da artık ne diyeyim kadın doğasına, insan doğasına daha uygundur belki ama. Ben kabullenemedim. Batsheba'nın bir hamur gibi şekillenmesi gerekiyordu ama ben Gabriel gibi bir karakter bekliyordum herhalde.
Karakterler konusundaki müthişliğinin, olaylar konusundaki basitliğinin yanında Hardy'nin dili gayet anlaşılır. Rahat bir anlatımı, düzgün bir yapısı var. Ama sanırım ya kendisi biraz sonradan gördümcü ya da yazdığı dönemdeki yazın çevresinde bu modaydı. Hangisi bilemem tabi ama, demeye çalıştığım şu: Güzel güzel anlatırken habire araya bir şeyler sıkıştırıyor Hardy. Bol bol Antik Yunan mitolojisinden göndermeler, başka şiirlerden, romanlardan alıntılar hoplayıp duruyor. Hatta Yunanca (Yunan harfleriyle) yazılmış bir yer bile var. Hopluyor diyorum çünkü hakikaten sırıtan şeyler bunlar. Koyunları mesela durup birden Herkül'e benzettiğini düşünün. Durup dururken, sebepsizce. Öyle işte.
Neyse, kitabı asıl okuma sebebime geleyim. Thomas Vinterberg'in yönettiği, David Nicholls'un senaryosunu izlediğimiz aynı isimli filmin (IMDb) fragmanını izledikten sonra karar vermiştim kitabı okumaya. Filmi izlemeden okuyayım diye. Aynen de uyguladım. Kitabı okurken kafamda şekillenen Gabriel'e hiç benzemiyor ama bu adam diye izlemeye başladım Matthias Schoenaerts'i. Oysa göründüğü her sahnede, her bir mimiğinde her bir lafında adeta Hardy ona bakmış da yazmış dedirtiyor Gabriel'i. Batsheba rolünde Carey Mulligan'ı da olmaz gibi düşünsem de fena değildi (Carey'i çok severim, aşırı da beğenirim ama sanki o Batsheba pırıltısına sahip değil). Filmde kitapta bolca yer tutan o çiftlik çalışanları ve köylülerin muhabbetleri, gevezelikleri falan hiç yok. O güzelim kırsal yaşamı sisli, puslu, hafif güneşli ama bol ıslak haliyle görebiliyoruz, o da güzel. Amaaa Hardy'nin kitabı gibi film de karakterler ve oyuncular açısından mükemmelken, film olarak bir tuhaf. Böyle bir devamlılıkla çekilmemiş gibi. Hani elimde güzel güzel resimler yapılmış 15-20 tane bardak altlığı var diyelim. Onları böyle aralarına mesafe koyarak, kopuk kopuk çerçeveye yerleştirdiğimi düşünün. Film aynen öyle. Hadi bu sahneyi çekelim, sen gir ordan oynayın tamam şimdi şurdan çık hah tamam toplanın şimdi öbür tarafa gidiyoruz gibi. Tuhaf bir tat bırakıyor izleyende (Ya da bende. Sorun bende mi?)

Ne diyeyim? 19.yy. sonu İngiliz Edebiyatında bir yenilik yok. Merakımı tatmin etmiş oldum.

Kitabın nette Can, Oda ve Altınpost'tan olan basımları var. Ben e-kitap olarak bu en üstte gördüğünüz kapağa sahip basımı okudum. Çeviri de cilt de güzeldi (Can diyoruz daha ne olsun). Netteki fiyatlar için-->KitapMetre

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...