18 Eylül 2025 Perşembe

“We are what we pretend to be, so we must be careful about what we pretend to be.”


 Kafam cadı kazanı gibi. Rüyalarla boğuştuğum bir gece geçirdiğimden. Dün annem geldi, onu aldım aştiden. Mutluydum yani, mutluyum. Gece de normal yattım. Ama tüm gece geçmişin hayaletleriyle boğuştum. Uzun zamandır kurtulduğum hayaletlerle. İçimdeki sıkıntıların, tamamen alakasız olan sıkıntıların bilinçaltımda kendini gösteriş şekli o hayaletler mi oluyor acaba?

Hani bu yemyeşil çayırların olduğu klasik windows arka planı var ya, tam o çayırlarında tepesindeydim rüyam açıldığında. O tepede bir noktaya okul sıraları konmuştu. Tabiki. Her zamanki gibi ya o okuldayım ya da okul sıralarında oturuyorum. Kafamın içinde bir sıkıntı olduğu her zaman illa ki kendimi o sıralarda buluyorum. İlginç olan kısma geliyorum. Arka sıramda Cey var, tüm rüya boyunca arka sıramda, nereye gitsem hep arkama dönüp ona bakıp, kafamı biraz topluyor gibi oluyorum. Rüyanın içinde ilerlerken ara ara ulan ben neredeyim ben bir saçmalığın içindeyim ama çözemiyorum da der gibi olup bir işkillendiğimde ona dönüp bakıyorum ve hah diyorum rüyadayım, kendimi bu kadar harap etmeme gerek yok gerçek değil gerçek değil.

Ve uzun zaman sonra, yüzyıllar sonra rüyamda yine beliren Tom. Yan tarafımda. Sırnaşıyor. Sevimlilikler yapıyor, şaklabanlık ediyor. Önce mutlumsu gibi oluyorum kendimi rüyaya kaptırıp, hepimiz çocukmuşuz gibi yine. Ama o anlarda bile kafamın içindeki o müthiş kontrol mekanizması devreye girmeyi ihmal etmiyor. Şu anda, şimdide, neredeyiz nasıl bir durumdayız hepsini bildiğimi hatırlayıverip iki tane geçiriyorum off saçmalama diyerek yüzüne. Rüyada bile rüyada olduğumu bir yandan biliyor, kontrolü elden bırakmıyorum.

Ama gecemi mahveden ve sabahına böyle saçma bir şekilde uyanmama sebep olan bu da değil. Oturduğumuz sıraların etrafında neşeyle hoplaya zıplaya dönen, konuşan birini fark ediyorum. O zamanlarda da olduğu gibi. Önce cidden çocukluğumuzdaki hali gibi. Sonra duruluyor, ciddileşiyor. Ama rüya bu ya saçmalıklar da olmalı, bir scooter'ın üstünde etrafta gidip gelmeye başlıyor. Benimle hep konuşmaya çalışıyor, hem de trip atmaya, tavır koymaya. Neredeyse 6 yıldır konuşmadığım N.'yi böyle önümde bir belirip bir kaybolurken görünce tüm ayarlarım bozuluyor. Tom'a alışan kontrol mekanizmam ne yapacağını bilemiyor. Boğulacak gibi oluyorum ağlamaktan. İşin tuhafı, bu zamana kadar onunla bu şekilde "küstüğüm" veya hayatımdan çıkardığım için bir kere bile durup da üzücü dememiş olmam. Ya da bunun için hiç üzülmüş ya da pişman olmuş hissetmemem. O ve diğerlerinin hepsi için bir anda büyük bir rahatlama hissetmiştim çünkü, o noktadan itibaren artık hiçbiriyle konuşmuyor, görüşmüyor olmam iyileşmeme giden yoldaki ilk büyük adımdı. Şimdi de bilinçaltımın bunun için gerçekten üzüldüğümü falan söylemeye çalıştığını sanmıyorum bana. Bu gösterdikleriyle kafamın içi bana daha çok şöyle demeye çalışıyor: Çok büyük dertlerin var ve bunların içinde o kadar sıkışmış durumdasın ki seni en son iyi hissettiğin yere kaçırmaya çalışıyorum ama orada bile bilincin araya girip, sorunlar gösteriyor. N. için ağlıyormuşum gibi yapıyor ama aslında şu anki dertlerime ağlıyorum.

Neyse bilmiyorum. Her zamanki gibi tüm sorunlarımı görmezden gelirsem belki gerçekten görünmez olup, yok olurlar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bon Appetit, Your Majesty {폭군의 셰프} (2025) ile Kore Tarihi

 Bir önceki yazıda sadece diziyle ilgili düşüncelerimi anlatıp bırakacağım sandıysanız beni hiç tanımamışsınız demektir. O yazı baktım Moğol...