Bu bir dondurma. Marketten aldım. Yediğim en mükemmel limonlu dondurmaydı. Göstermek istedim :) |
23 Nisan'da anlattıklarımın ardından ertesi sabah işe gittim tabiki. Öyle saçma bir halde topallayarak dolaştığım için odadakiler yeter artık dedi, hastaneye gitmem için ısrar ettiler. Kime ne kanıtlamaya çalışıyorum bilmiyorum böyle. Yani uzaydan yeryüzüne düşsem, çarptığım yerden kendi başıma kalkıp, yok yok bir şeyim yok hallettim ben deyip yürümeye devam edecekmişim gibi. Ayağım kocaman olmuş, ayakkabıya zor sığdırıp, bir de üstüne topallayarak servise binip işe gidiyorum. Kimse de yakama yapışıp, işe niye gitmiyorsun demiyor yani böyle bir durumda. Salaklığım işte, diyorum ya neyi ispatlamaya uğraşıyorsam.
Taksiye atlayıp, hastaneye gittim. Odadaki kimsede araba yoktu o saatte. Sabah trafiğinde taksi bulmam da kolay olmadı. Dedim artık bu trafikte kaç saatte gidersem gitti benim maaş. İşte bazen de evrenin bir şeyler yapası tutuyor herhalde, durakta taksi kalmadığı için ana yoldan çevirdiğim taksinin sürücüsü amca bastı gaza, en kısa yollardan, dominic torretto misali bulduğu en ufak boşluklardan ilerleyerek beş dakikada beni hastaneye attı.
Hastanede ortopedi doktoru haliyle bir hafta rapor verdi, hiç üstüne basmaman gerek, hep yukarıda tutman gerek, 3 haftada ancak geçer dedi. Doktorun yanından çıkıp, elimde raporumla bekleme yerindeki banklara oturup, boş boş etrafa bakındım önce. Sevinmekle ne yapacağım ben ulan arasında gidip geldiğim bir beş dakikanın ardından haber vermem gerekenleri hatırladım. Annemi aradım, tam rapor verdi doktor ama bir şey yok merak etme diyordum ki o da ben otobüsteyim zaten bir saat önce bindim geliyorum dedi. Tabiki annemin gelmesine çok sevinirim normalde, sevindim de zaten ama bir iki saniyeliğine o anda bir hayııır olmadım da değil. Çünkü öncesinde birkaç dakikalığına elimdeki rapora bakarken aklımda beliren görüntü nihayet evimde bir hafta şöyle sereserpe yattığım bir görüntüydü. Annem de yatabilmem için geliyordu zaten bunda sorun yok da, işte bir an böyle kendi başıma olacak olmamın bir değişik huzuru gelmişti üstüme. Birkaç saniyeliğine bile olsa öyle hissettiğim için kötü bir insan mıyım ki gene?
Annemin telefonunu kapatıp, ofistekileri aradım. Odadakilerden biri diğerinin arabasını alıp geldi, hastaneden alıp eve bıraktı beni. Evet dışarıdan acayip çaresiz görünüyorum. Akşamına annem geldi, başladım salondaki kanepenin üstünde anlamsızca yatışıma.
Pazartesi gibi ayağımın şişi inmeye başladı. Öyle olunca tüm morluklar sarılıklar yeşillikler daha belirgin göründü ve ilk günlerde hissetmediğim tüm acıyı hissetmeye başladım. İlk burktuktan sonra hoplaya hoplaya yürüyebilmemin sebebi ayağımın ve bileğimin davul gibi ödem tutmasından hiçbir şey hissetmeyişimmiş meğerse. Pazartesi'den itibaren acıyı ve ağrıyı hissetmeye başlayınca hiç güzel olmadı tabi. Doktorun verdiği merhemi sürüyordum ama hapları içmek istememiştim. Büyük ihitmalle haplar bunun içindi.
Annemle her gün sabahları önce müge anlı izleyerek başladı. Kahvaltıyı hazırlayıp kaldırırken sen yat kalkma dur sen yapma diye savaşarak geçti. Öğlenleri ne yapacağım diye etrafa bakındım her gün yattığım yerden. O birkaç saniye üzüldüm gibi oldu demiştim ya annem geliyorum deyince, hah işte o geçmek bilmeye gündüzlerde gizliydi onun sebebi. Kendi başıma olsam uyandığım andan itibaren açar bir şeyler izlemeye başlardım, saran bir şey bulmuş olursam da nasıl akşam olduğunu anlamadan sezonlarca dizi izlemiş olurdum. Oysa annemle otururken kendi başıma bir şey açıp izleyemedim haliyle. O yanımda sıkılırken ben bilgisayara bakacağım, olmaz yani. Zaten yıl boyu çok az görebiliyorum kadın muhabbet etmek istiyor, ben de yüzüne bakmak istiyorum yani. Aynı sebepten kitap da okuyamadım. Onun da izleyebileceği bir şeyler bulmaya çalıştım ama o kadar sarmıyor haliyle, 65 yaşında, filmi açtıktan on dakika sonra başka şeylerle uğraşmaya başlıyor ya da konuşmaya başlıyor. Tabiki bunlardan şikayet etmiyorum ama zaman geçmek bilmedi öyle olunca. Akşam üstü olunca da esra erolu açıp izledi. Akşam haberlerinden sonra da kanallardaki dizileri izliyordu survivorla senkronize bir şekilde. Bir onu açıyor, bir diziyi, ikisini de kaçırmamak için.
Arada birkaç bir şey yapmaya çabaladım tabi. Prime'daki Atatürk filminin ilk bölümünü açtım mesela, gün içinde otuz kere durdurup, bölük pörçük izledik bir şekilde. Bir gün de artık esra eroldaki salak insanların sesine bile dayanamayacak hale geldiğimde açtım kulaklıklarımı takıp, Lupin III : The Castle of Cagliostro'yu izledim. Uzun zamandır Hayao Miyazaki animasyonlarını en baştan kronolojik olarak izleme planım vardı, onun ilk adımı bu filmdi. Böyle bir zamana kısmetmiş demek ki deyip izledim.
17 Mart'tan bu yana okumaya çalıştığım kitabı - Jung Myung Lee'nin Cennetten Kaçan Çocuk'unu - bitirebildim yine de. Hevesle bir başka kitaba başladım, aldığımdan beri okumak için can attığım M.Ö.1177'den Sonra: Medeniyetlerin Kurtuluşu'na başladım. Bugün de annemi sabah evine dönmek üzere otobüse bindirdikten sonra açtım Stranger Things'in ilk sezonunu soluksuz izleyip bitirdim.
Neyse bunları da tarihime not düşmek istedim. Ayağım üstüne basarken birazcık acıyor. Ama en azından o derece topallamıyorum. Önceki akşam sırtım tutulmuştu, o da geçti gibi. Yarın artık işe dönmem gerekiyor. Şimdi birazcık kaçırdığım müzikleri dinleyeyim. Arayı kapatayım.
Kelle paça için bol bol. Geçmiş olsun.
YanıtlaSilEtsel hiçbir şeyden hazzetmiyorum ama kısmet. Teşekkür ederim.
Sil