Saçma sapan bir hafta daha geçirdim. Halbuki evde çok rahatım, evde olabildiğim için çok mutluyum. Ama değilmiş. En azından ailem ve tanıdıklarım ve doktorlar öyle karar verdi.
Bu pazar değil de ondan önceki pazar, gözüme damla damlatırken başım döndü. Artık yıllardır yapıyorum bu damlatma işini kendi başıma, hafiften başı da dönebiliyor insanın, dünyası da. Ama o gün her şey gözümün önünde yan yattı resmen. Kendimi yerde buldum. Zaten öncesindeki bir haftadan beri kalbim çarpıyordu. Anladınız işte ya, normalde iç organlarınızın çalıştığını duymamanız, fark etmemeniz gerekiyor ya, hah işte kalbim son bir haftadır manyakça buradayım ben buradayım diye hoplayıp duruyordu. Bazen olur, çaya abanırım tüm gün, dizi izlerim canım kahve çeker (dizide içiyorlardır), abartırım. Sonra yatağa yatınca kalbim bir süre sallar tümden, ama takılmam, uyurum gider. Bazen olur yani.
O bir hafta boyunca geçmedi bu sefer çarpıntı. Çay bile sürmedim ağzıma. En sonunda o pazar başım da dönünce tansiyonumu ölçtüm. Hayatımda ilk defa yüksek çıktı. Normalde düşüktür, genelde daha da düşünce başım döner. Bu kez yükselmiş görünce nassı yani noluyor lan bana diye bakakaldım. Yine de kafama takmadan devam ettim. Ama gece olan oldu. Uyutmadı. Yatakta haldır huldur kalbimle birlikte sallanıp durdum. Yerinden fırlayacak gibiydi. Tüm göğsüm, sol tarafım, kolum, sırtım her yanım ağrıyordu. Gecenin dördünden en son, dedim herhalde kriz geçiriyorum. Ambulans çağırdım. Tansiyonumu ölçtüler, nabzıma baktılar falan ama normal dediler ambulansta. Hastaneye acile götürdüler. Orada da ölçtüler, ekg diye bir şey çektiler, kan alıp test ettiler. En son çarpıntın yok dedi doktor acildeki. O, onu derken bile sallanıyordum halbuki. İyi peki deyip, tek başıma hastaneden çıktım. Sabah altı. Sokağa çıkma yasağı biteli 6 saat olmuş, ortalık yeni aydınlanıyor. Üstümde eşofmanım, başka bir şey almamışım. Telefonum evde kalmış. Bir anahtarımla cüzdanım. Taksi çağırıp, eve gittim. O sabahki taksici amca da yazık pek konuşkandı, yani insan gibi sohbet etmeye çalışıyordu ama ben öyle bir gece geçirdikten sonra ağzımı açamadığım için kendimi çok kötü hissettim. Kusura bakma amca, inşallah o gün çok kazanmışsındır.
Eve girdim ama artık kaç saattir uykusuzum bilmiyordum. Açtım, midem bulanıyordu, ayakta duramıyordum ama hastaneden geldiğim için tüm her yerim mikrop kaplanmış gibi hissediyordum. O halde kendimi banyoda çitiledim resmen. Bak tamam kalbinde bir şey yokmuş işte, yat uyu diye kendime söylene söylene uyumaya çalıştım ama nafile. Öğlene doğru artık zombi gibiydim. Önceki gün kalktığımdan beri gram uyumamış halde, hala kalbim göğsümü parçalayıp çıkacakmış gibi atarak, midem saatlerdir hiçbir şey yemediği için tamamen bulanma ve başka bir şeyi kabul etmeme halindeyken artık dedim tamam, buraya kadarmış, dibe vurdum.
O dakikadan şu an bu yazıyı yazdığım ana kadar bir dolu uğraştım. Önce eski komşumuz geldi doktora götürdü, sonra annemler çıktı geldi izinle, yine doktorlara, kan testlerimde eksik vitamin bile çıkmadı. Tek tük öksürmeme rağmen boğazımda hiçbir şey yokmuş, tiroidim yokmuş, kanım tamammış falan filan. Ama hala çarpıntıyla dolaşıyorum. Sol tarafım tutulmuş gibi ağrıyor. Kulaklarım uğulduyor. Hakikaten kafayı yemiş olamam değil mi? Ben neler yaşadım da hiçbir seferinde böyle kafamın bozukluğu bedenimi etkilememişti. Çok zayıf olabilirdim bünye olarak, ufak tefek olabilirdim, üflesen yıkılacak gibi olabilirdim ama yine de kafam kuvvetliydi, bedenime söz geçirebiliyordum. Bir Bene Gesserit kadar olmasa da idare ediyordum işte. Artık yapamıyor muyum? Bu çarpıntı bu mu demek oluyor? Kafam da bozuk değil ki. Ne güzel evdeyim, işe gitmiyorum. İstediğim gibi bir o kanepeye bir bu halıya atıyorum kendimi. Yüzümde bir aydır tek bir sivilce bile çıkmadı. Psikolojimde bir sorun yok yani. Ben bunu anlamıyorum. Aha bakın hala atıyor. Şu an kafamda sıcak çikolata mı içsem yoksa muzlu süt mü içsem sorularından başka hiçbir şey yok. Ama bu atıyor manyak gibi.
Böyle işte. 30lu yaşlar zormuş çocuklar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder