5 Mart 2020 Perşembe

İki Film, İki Farklı Ruh Hali : To All the Boys I've Loved Before & To All the Boys: P.S. I Still Love You

16 yaşındaki Lara Jean, öyle kendi halinde okuluna gidip gelir, her içine kapanık genç kız gibi hayaller dünyasında yaşarken bir gün küçük kız kardeşi bir delilik yapar. Lara Jean'in küçüklüğünden beri dönem dönem hoşlandığı çocuklara onlardan hoşlandığını itiraf ettiği ama hiç göndermediği mektupları, bu cin fikirli kız kardeş alır, bir güzel sahiplerine postalar. Mektupları okuyanlar tek tek Lara Jean'e cevaplarını dönmeye başlayınca da olaylar birbirine girer. Lara Jean'in hayaller içindeki dünyası birden allak bullak olmaya başlar.
Amerikalı yazar Jenny Han'ın 2014'te yayınlanan kitabından uyarlanan hikayemiz böyle başlıyor. Çok şahane ve de etkili bir fikirden doğuyor bu hikaye: Şimdiye kadar aşık olduğunuz tüm insanlar onlar hakkında ne düşündüğünü öğrenseydi bir gün, ne olurdu acaba? Bu aslında o kadar çok hayalini kurduğumuz bir şey ki. Bu satırları okuyan sizlerin de eminim bir iki saniye durup, ahh diye bir kafasından geçirdiğinden eminim. Düşünsenize karşınızdaki insanlara içinizden geleni, o anda onlar için ne hissettiğinizi söyleyebilme şansınız olsa. Hiç de öyle aa canım kim tutuyor ağzını, söyle niye söylemiyorsun falan demeyin. Diyemezsiniz. Çünkü hiç birimiz birbirimize gerçekten ne düşündüğümüzü söylemiyoruz ki ne hissettiğimizi söyleyeceğiz. Tutuyor işte bir şeyler ağzımızı. Ne bileyim korku deyin, utanç deyin, gurur deyin. Bir şey var ve bize engel oluyor. Oysa Lara Jean'inki gibi bir kız kardeşimiz olsa bence hepimize çok büyük iyilik yapmış olabilirdi. Lara Jean 16 yaşında liseye giden bir genç kız olarak kendine sevgili yapmış, eski arkadaşlarına kavuşmuş, yeni ortamlar kurmuş olabilir ama benim hayatım çoook aşırı farklı bir şeye dönüşmüş olabilirdi mesela onlarca yıldır defterlere/ajandalara doldurduklarımı kardeşim gidip de muhataplarına okutmuş olsa. Aslında sanırım hayatından geçtiğim pek çok insanın hayatı çok farklı olurdu ama neyse oralara kadar düşünmüyoruz şimdi. Geçmiş yok, geçmişe dönüş yok, düşünme, düşünme. Nefes al, ver.
Ne diyordum, hah, yazar. Jenny Han tabiki pek çok yazar gibi kendinden çıkmış yola. O da gençliğinde böyle mektuplar yazarmış aşık olduğu çocuklara. Bu ilk kitaptan sonra iki kitap daha gelmiş aynı hikayenin devamı niteliğinde. Yani elimizde üç kitaplık bir seri var: To All The Boys I've Loved Before, P.S.I Still Love You, Always and Forever Lara Jean. Pegasus Yayınları üçünü de yayınlamış tabiki Türkiye'de (Pegasus'un sayfası). Artemis Yayınları'ndan da yazarın diğer bir serisi yayınlanmış ama onu bilemeyeceğim, bakarsınız. (Artemis Yayınları'nın sayfası)
Netflix de durmamış tabi, 2018'de ilk kitabın filmi yayına girmiş. Ben tam olarak o sene izlemiş olmalıyım, çünkü Cey ile birlikte izlemiştik, eh o da daha göreve gitmemişti. Neyse, demem o ki o film çok eğlenceli gelmişti o zaman. Belki birlikte izlediğimizden, belki hakikaten de film iyi olduğundan, karar veremiyorum açıkçası. Yeni bir soluk gibiydi bunca yıllık romantik komedi dünyamıza (ki bu işin uzmanlarıyız), eğlenceliydi, keyifliydi. 30 yaşımıza geldiğimiz için artık lise romantiklik komiklikleri pöff geliyorken bu filmi izlerken yaşımız hiç mevzu bahis olmamıştı. Film öyle akıp gitmişti, Cey zaten Lara Jean'i oynayan kıza bayılmıştı. Ben de tabiki serseri/bad boy ama içi pofuduk başrol çocuğumuzu izlemelere doyamamıştım (ay aman yarabbim hakikaten çocuk ya, çocuk yani, kendimden iğreniyorum).
Ama sonra bu yıl ikinci kitabın filmi geldi. İlk filmde o kadar eğlendiğimiz, mutlu olduğumuz hikaye devam ediyordu. Haliyle bir aşk üçgeni yaratılması gerektiği için yeni bir çocuğumuz daha geldi. İlk filmde birleşmelerini izlediğimiz çiftimiz bu filmde engebeli yollara girdi. Ve sonsuza kadar mutlu yaşadılar yazdıktan sonra ekranda, aslında neler olduğunu göstermeye çalıştı film. Ama olmamış, maalesef olamamış. Sıkıldım filmi izlerken. Aklım uçtu gitti filmden başka her yere. Ama özellikle de filmden yola çıkarak uçtu. Ulan lanet olsun 16-17 yaşlarımı heba ettim, ahh ahh ben o yaşlarda ne gerizekalıca yaşadım şunlara bak işleri güçleri ne, ahh ulan lanet olsun hayatım boş yere uçtu gitti, şu geldiğim yaşa bak öhüüü öhüüü diyerek ekranın karşısında oturdum durdum. Film devam ettikçe ben kendi içime döndüm, hikaye o saçma salak aşk üçgenini yaratmaya çalışırken ben kendime daha çok acıdım. İkinci film beni acayip mutsuz etti. Hem de ilk filmden aldığım gazla, şunu açayım da azıcık mutlu olayım diye izlememe rağmen.
Üçüncü kitabın filmini de ikinciyle peşpeşe çekmişler bu arada. O da artık çok geçmeden yayınlanır. Ama hiç hevesim yok. Kitapları da zaten okumam da. Öff. Dünya neden bu kitaplardaki hikayeler gibi değil. Tobey Maguire ile Reese Witherspoon hani izledikleri dizinin içine düşüyorlardı ya Pleasantville'de, öyle bir şey yapamıyor muyuz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

So many books, so little time

Mesela.  En son yazdığımda Pazar akşamıydı. Annemleri yolcu etmiştim sabahında. Pazartesi işe gittim, o hafta için planım her gün sabah ilk ...