1939 yılının ortalarındayız. Bütün Avrupa fırtınadan önceki sessizliği yaşıyor. Büyük Savaş'ın üstünden ancak 20 yıl geçmişken kimse yeni bir savaşın eşiğinde olduklarına inanmak istemiyor. Britanya'da genç aşıklar Lois ve Harry'nin hayatı, Harry'nin devlet görevlisi olarak Varşova'ya gönderilmesi ile tamamen değişiyor. Varşova'daki Tomazsezki ailesi 3 çocukları ile birlikte sevgi dolu hayatlarını yaşıyor. Paris'te yakışıklı doktor Webster gündüzleri Amerikan hastanesinde hayat kurtarırken, geceleri Paris'in meşhur kulüplerinde jazın dibine vuruyor, müzisyen Albert'e sırılsıklam aşık oluyor. Berlin'de, yükselen karanlığın kalbinde Rossler ailesi oğullarını Hitler'in ordusuna göndermişken, küçük kızlarını etraflarındaki tehlikeden korumaya çalışıyor. Rossler'ların yan komşusu Amerikalı gazeteci Nancy ise sezdiği şeyin peşinden koşarken kan dondurucu gerçeğe rastlıyor: Polonya askeri üniforması giymiş Alman askerleri Polonya topraklarına dolaşıyor. Ve malum gün, 1 Eylül 1939'da Alman uçakları Polonya'nın ufak bir kasabasına, hiçbir şey olmayan Wielun'a saldırıyor. Herkesin hayatı geri dönülemeyecek bir şekilde o gün sonsuza kadar değişiyor.
Peter Bowker'ın yazdığı-yarattığı bu hikaye 29 Eylül-10 Kasım arasında Britanya'nın BBC One kanalında 7 bölümlük bir dizi olarak yayınlandı. Haberini önceden gördüğüm için bekliyordum (bu period dramalar için özellikle takip ettiğim site Willow and Thatch, tavsiye ederim), ilk bölümün internete yüklendiğini gördüğümdeyse resmen havalara uçtum. Hafta hafta takip ettim ve bu bir dolu karakterin hikayesine tutuldum. Evet biliyorum II.Dünya Savaşı filmlerinden-dizilerinden gına geldi hepimize, artık anlatılmadık neresi kaldı, neyi kaldı diye düşünüyoruz. Ben de öyle diyordum, ama nasıl yaptıysa senarist Peter Bowker farklı bir şey göstermeyi başardı bu gözlere. Savaşın başlamasıyla hayatların nasıl değiştiğini, farklı farklı ülkelerdeki, şehirlerdeki insanlara tüm bunların nasıl dokunduğunu anlatıyor dizi. Normal hayatınıza devam ediyorsunuz, günlük ne yapıyorsanız onları yapıyorsunuz, sonra bir gün her şey değişiyor. Yaşadığınız şehir harabeye dönüyor, yıkıntıların arasında hayatta kalıyorsunuz. İşinizden çıkıp, evinize dönüyorsunuz bir akşam ve evinize Nazi askerleri el koymuş, içeride parti yapıyorlar haliyle karşılaşıyorsunuz. Tanıdığınız herkesi, kardeşlerinizi, oğullarınızı denizin ötesine savaşa yollamış halde uyanıyorsunuz bir sabah. Tüm bunları o sadelik içinde, sanki gerçek olmamış bir masal gibi anlatmayı başarıyor. Renk paleti ve müzikleriyle, karakterleriyle bir masal, ama korkunç olduğunu ekran kararıp, yazılar geçmeye başlayana kadar anlamadığınız bir masal gibi izliyorsunuz.
Aslında savaş olmasa dönemin görüntüsü çok güzel |
Tarihi konular olunca daha beğenerek ve ilgi ile izliyorum
YanıtlaSilÇok emek oluyor bu şekilde
tanıtım için teşekkürler editör
Ben teşekkür ederim asıl okuduğunuz ve yorum yazdığınız için.
Sil