19 Aralık 2018 Çarşamba

Hayır yani neden? Neden yani? Çok sinir bozucu. Aşırı sinir bozucu. Deliriyorum ben. Sonra niye delirdin?!
Dedim kararlı olayım. Onca zaman yok hayatımı değiştiremiyorum, vay efendim istediğim gibi bir insan olamıyorum, yok param yok işim yok birşey yok imkan yok. Olsa bak kesin yapardım, diyordum. Sonra dedim işe gireyim bu sefer yolunu bulacağım. Kafamın içini değiştirmeye çalışacağım. Bunun için de içten dıştan her bir yerden girişeceğim. Evet istediğim hayatın ışık yılı uzağından bile geçmiyor yapmaya çabalayacaklarım ama bir yerden başlamalıyım dedim. Die tryin! dedim yahu, önemli olan hedef değil yol dedim, dedim de dedim kendi kendime. Yapmak istediğim şeyler için dedim mesela bu oturduğum semtte, şehrin bu kısmında oturmak engel oluşturuyor bana.  Dahası her sabah ve akşam bir dolu yol yürüyorum servise ulaşıp, işe gidebilmek için. Çalışanlar için bir hizmet olan servise ben hizmet ediyorum bir nevi. Hele bu gerizekalı semtte her sabah çamurlara bata çıka, üstüm başım ayakkabılarım her şeyim mahvolarak yürümek durumunda kalıyorum. Yürümek dedim ama anlayın siz, savaşıyorum resmen adım atabilmek için. Tüm semti baştan başa yürüyorum servisin yoluna çıkabilmek için. Çünkü her yerden bir dolu servis geçiyor ama benim evimin azcık bir 100 metre bile daha yakınından hiçbiri geçmiyor. Geçemiyor, güzergah öyle olamıyor. Çünkü araba alamıyorum. Lanet olasıcalar çok pahalı, kredi mi çekeceğim. Hiç birikmiş param yok. Arabayı aldım diyelim bir dolu borç altına girerek, nasıl süreceğim? Benim gibi bir kafaya sahip bir insan o trafikte iki dakikada kendini öldürtür ki. Evi değiştireyim dedim. Ev bakmaya başladım. Önce büyük bir umutla - salakça bir umutla - merkezden, şehrin refah seviyesi daha yüksek sayılabilecek, şu an yaşadığım semtin sosyoekonomik düzeyinden çok daha farklı yerlerinden bakmaya başladım. Çünkü hiçbir zaman yaşadığım evlerin bulunduğu semtlere, ortamlara ait olamamıştım. Aşağı görüyordum hep oturmak zorunda kaldığım yerleri, çünkü bu ülkeyi fazlasıyla aşağı görüyordum sonuçta ama orası ayrı mesele. Dedim ya salakça bir umutmuş, çünkü yine de o baktığım semtlerde ev tutamıyorum. Tutsam maaşımı sadece kira ve faturalarla, boğazıma harcadıktan sonra o kadar kira gömdüğüm evimde penceremden sokağı izliyor oluyorum. Bunun üzerine, yani ilk şoku tokat gibi yedikten sonra, gittikçe merkezden uzaklaşıp, yine hayal ettiğimin çok dışında semtlere bakmaya mecbur oldum. Haliyle evlere bakma işi uzadı. Haliyle gittikçe daha gönülsüz bakmaya başladım. Şimdi, bu ilk adımda tıkandık mı? Tıkandık, güzel. Devam.
Bu arada dedim ki hem evin yerini değiştirirken hem de artık bu evi gerçekten bana ait yapmanın zamanı. Madem ben yaşıyorum içinde, madem benim içimde sımsıkı bastırdığım, baskıladığım da bir kişiliğim var, onun beğendikleri, heves ettikleri, onu yansıtacak şeyler var, onlarla döşemeli artık, onlarla yaşamalı. Annemlerin 20 yıllık takım takım eşyalarının, ilk işime girdiğimde benim aldığım benim odamdaki artık gıcırdayan eşyaların gitme zamanı dedim. İkinci el mobilya alan yerleri bulup, aradım. Resimleri atıyorsunuz whatsapp'tan, onlar da fiyat veriyor. Vermediler. Çünkü alamayız dediler. Çünkü hiçbir işim ilerlemeli, çünkü hiçbir düşündüğüm olmamalı, çünkü mutlaka bu da tıkanmalı. İkinci adımda da tıkandık mı?
Gene de yılmadım. Dedim bunları zamana yayabilirim. Sonuçta misal beni spora gitmekten, kurslara gitmekten, akşamları dışarı çıkmaktan, gezmekten tozmaktan falan alıkoyan yalnızca oturduğum semt problemi değil. Daha büyük oranda kişiliğimden kaynaklanıyor. Eh kişiliğimi de şekillendiren, sorunlarım. Olduğum kişi haline gelmem yıllarca bu katlandığım şeyler yüzündendi. Tüm hayatımı, günlük yaşantımı mecburen kalıplara sokan şeyler fiziksel sorunlarımdı. Çünkü fiziksel sorunlarınız kafanızı da vura vura şekle sokuyor. Neredeyse lisenin sonundan beni çok tuvalete gidiyorum mesela. Üniversiteye başladığımdan beri yaratık gibi gezmeme sebep olan hiç geçmeyen, 30 yaşımı geçsem de geçmeyen sivilcelerim var. Aşırı terliyorum, her mevsim, aşırı da üşümeme rağmen. Her yerimden. Yüzümden mesela resmen fışkırıyor. Her giydiğimi terlediğimde renginden dolayı belli etmeyecek şeylerden seçmek zorunda kalıyorum, her defasında. Her gittiğim yerde önce tuvaletin yerini buluyorum, hayatımın her dakikası tuvalete gidişlerimi hesaplamakla geçiyor. Hesaplamak derken şöyle bir şey kastediyorum. Mesela sabah servise binip, işe gidiyorum ya, iş yerine varana kadar altıma etmemek için en son ne zaman tuvalete gitmeliyim, dönerken yine aynı şekilde kafamda hep bir çalışma. Şehirlerarası yolculuklar kabus. Çünkü otobüsün tüm molalarını önceden muavine sorup, tek tek saatlerini hesaplayıp, ona göre hangi aralıkta otobüste çay içsem altıma etmem diye düşünüyorum. Çok istediğim halde mümkünü yok doğa yürüyüşü gibi şeylere gidemiyorum. Haa zaten bir de aşırı yorgunum. Ama hakikaten yorgunum. Hep böyleydi, dedim ya o lisenin bitmesine yakın, hatırlayabildiğim kadarıyla çünkü öyle. O zamandan beri enerjisizim. Büyük ihtimalle benimle o yaşlardan beridir her tanışan, öff bu da ne uyuz insan demiştir. Dediklerine eminim çünkü gözlerinde görebiliyordum bunu. Oysa hayır uyuz değilim diyemiyordum, diyemiyorum. Değilim halbuki, içimdeki ben neler yapalım istiyor, neler yapayım istiyor bir bilseniz. Ama elimi kıpırdatacak halim yok. Gerçekten yok. Enerjim yok.
Ve bunlara sebep şeyin de çikolata kistleri denen şeyler olduğunu öğrendiğim için (yani en azından büyük çoğunluğuna sebep, direkt ya da dolaylı olarak) madem ev işini azcık bekletiyoruz, o zaman kistlerden kurtulayım artık dedim. Son 3 yıldır varlıklarından haberdarım aslında. Küçültmeye yönelik bir tedaviye girişmişti bunları ilk gören doktor. Ama o tedavinin sonunda doktor ne dedi, ne oldu, sonuç ne...hatırlamıyorum iyi mi? 3 yıl ya, sadece 3 yıl öncesi. Ama gözümün önüne gelmiyor o sahne. İlacı neden kesmişiz, sonunda düzelmiş miyim,...yok, sıfır hatıra. Ama düzelmemişim ki tüm dertlerim daha da artarak sürdü. O ilk gittiğim yer özel hastaneydi. Bu sefer dedim ki sırasıyla her yeri deneyeyim, her çeşitten doktora kuruma danışmış olayım. Önce bir devlet hastanesine gittim. Kabus gibiydi yeminle. İnsanlıktan çıkıyorsunuz muayene olmaya, doktora falan ulaşmaya çalışırken. Ömrümde bu kadar dişiyi de bir arada görmemiş olmam da cabası. Böyle bir ortamda ne doktorların, sağlık görevlilerinin "sağlıklı" kararlar verebilmeleri mümkün, ne de hastaların aslında ihtiyaçları olan şeyleri bulabilmeleri. İki gün art arda gitmek zorunda kaldım, bir kan testi bir de ultrason yaptırdım ama ömrümden ömür yedi o iki gün. Sonunda da adına randevu aldığım doktoru bir kere bile göremeden, iki gün de iki farklı öğrencisine derdimi anlatmaya çabalayarak, elime bir ilaç reçetesi ile yollandım. Karnımdaki kafam kadar kistlerin doğum kontrol hapıyla küçültülmesine yönelik bir tedavi, eh haliyle o ortamda hiç de ikna edici gelmedi.
Ama gene pes etmedim, bir de araştıra taraya bir muayenehaneye gittim. Oradaki doktor ameliyat dedi. Yani ben "ameliyat" kelimesi ile özetliyorum, çünkü doktorun anlattıklarını buraya yazmaya kalksam hem hepinizi kaçırırım, hem de bana da yazık. Bir dolu şey. Bir dolu işlem. Bir dolu ayrıntı. Ve dolu dolu paralar. 5-6 aylık maaşlarım kadar paralar. Üstüne bir de o dediği şeylerin sinirimi bozması. O konulardan bahsetmesinin bile bir yandan sinirlerimi hoplatması, bir yandan da acayip derecede başarısızlığa uğramışım, yine hayatta hiçbir şeyi becerememişim, yine her şeye geç kalmışım gibi hissettirdiği için çığlık atarak ağlamak istememe sebep olması. Eve dönerken tüm yol boyunca ben tam olarak hangi noktada yanlış yapmaya başladım diye kara kara düşündüm onun yüzünden. Yine o dipsiz kuyulara düşürdü aklımı. Hiç alakası olmayan yerlere gitti aklım, yine hepsi benim suçum muydu diye sonsuz düşünme döngülerine girdim. Nereden nereye geldim. Hayır yine başka başka doktorlar hastaneler falan filan araştırmam gerekiyor ya, o daha da sinirimi bozuyor. Ameliyat  nerede olacak, nereye gideceğim, ameliyat mı olacağım gerçekten, ya gittiğim yeni doktor yok ameliyat olmaz derse,...yine kesin bir şey elde edemedim mi? Kaç oldu bu, 3.tıkanma mı?
Tabi bu arada hastanelere gitmeye devam ettim. Niye? Daha basit bir şey olacağını düşündüğüm diğer problemimi de aradan çıkartırım diye. Kistler için uğraşırken eş zamanlı olarak kbbye de gittim ki kendimi bildim bileli sümüklü oluşumu açıklasınlar, çözsünler de ben de artık sümüklü böcek olarak tanınmayayım yeni bir insan olabileyim, gerçekten bir insan olduğumu hissedebileyim diye. Bir dolu test, burnuma sokulan şey ve doktora gidip gelmelerin sonucunda doktor ağzını açıp da şundan dolayı böylesin diyemedi ya! Alerji yok, sinüzit yok, fijit fujit hiçbiri yok. Eee neden akıyor bu burun, neden tıkanıyor bu burun, neden tüm ömrüm boyunca elimde mendille insanların alaylarına katlandım ben? Olur öyle. Olmuş işte. E ne olacak? Bir sprey vereceğim rahatlatırsa ne ala diyeceğiz. Tamam ulan. Buna da tamam. Spreyi de kullanacağım. Yeter ki bir sorunumu bile çözmeye yönelik bir şey yapabileyim dedim. Yazdığı ilaç ismiyle eczaneye gittim bugün. Gülmekten yazamıyorum. Sinirden gülmekten yazamıyorum. Doktor hede sprey diye bir şey yazmış (hedeyi ben uydurdum gerçek ismi değil tabiki ilacın), eczacılar - ki iki ayrı yere de sordum emin olmak için - böyle bir ilaç yok hede diye şöyle bir ilaç var diye resmini gösterdi bana. Nasıl yani dedim, sprey değil ama sonuçta ilaç değil mi? İlaç olmasına ilaç ama burnuna sıktığın spreylerden değil. Deli sanmasınlar diye onların yanında gülmedim. Sokak boyu yürürken sinirden attığım kahkahalara ise artık yapacak bir şeyim yoktu. Bana mı denk geliyor? Olabilir mi böyle bir şey? Mümkün mü bu kadarı da ya? Şaka mı bu ya? Bu hayat bana şaka olsun diye mi yazılmış? Hiçbir işim yolunda gitmeyecek mi? Hiçbir şey çözüme kavuşmayacak mı? Birisi oturup bana çile çektirmekle mi uğraşıyor, izleyip izleyip zevk mi alıyor?
Oysa sadece sümüksüz, sivilcesiz, gözlüksüz olursam, habire tuvalete gidip durmazsam kendimi daha bir insan gibi, daha bir normal hissedebilirim diye düşünmüştüm. Belki biraz da olsa kendime güvenim gelir, sokakta daha dik, daha mutlu yürüyebilirim diye düşünmüştüm. Belki kendimi azcık güzel hissedersem akıllı bile olduğumu düşünebilirdim. Dönüşte eve nasıl döneceğim diye endişe etmeme gerek kalmazsa belki işten sonra hep o istediğim yerlere, kurslara gidebilirdim. Hayatımı azcık da olsa değiştirebilirim diye düşünmüştüm sadece. İçine kısıldığım, içine düşüp bir türlü çıkamadığım bu saçma sapan hayattan belki bir çıkış yolu bulabilirim diye düşünmüştüm. Önce bedenimin oluşturduğu kafesten, sonra bu gerizekalı ülkenin ve insanlarının oluşturduğu kafesten başımı uzatabilirim suyun üstüne, belki nefes alabilirim artık gerçekten diye düşünmüştüm. Ama olmuyor. Artık neden diye sormaktan bile usandım. Olmuyor. Kendimden de bu hayattan da iliklerime kadar nefret etmekten bile öylesine bıktım usandım ki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...