23 Kasım 2017 Perşembe

heleloyloy

Hayatım şu sıra bir atın sırtında, dört nala koşturuyormuşum, bir yandan da etrafımdan son hızla geçen ağaçların arasından habire birileri, başka atlılar fırlıyormuş gibi devam ediyor. Tabi böyle deyince siz ohooo çılgınca bir sürü şey oluyor falan zannettiniz ama yavaş, sakin olun, tabiki de olmuyor. Olan bir şey yok, bana hissettirdiği bu sadece.
Köye gidiyorum dedimdi ya en son, oraya gittiğimde genelde hayatın ritmi yavaşlar, günlerimi sakinlik ve çamurlu rüzgarlı yeşillik içinde, kah mısır tarlasına kah tepelerin ardından görünen denize bakarak geçiririm. İnternet falan olmadığı için bol bol kitap okur, kalkar bulaşık makinesini yerleştirir yıkamasını bekler boşaltırım (internet yok ama bulaşık makinesi var, köy evi dedikse o kadar da ölmedik). Ama bu kez planladığımdan daha kısa bir süre kalabildim orada, amcam arabayla İzmir'e gidiyordu, eh otobüs parasından yırtayım hesabına atladım onun arabaya. O yüzden köydeki günlerim bu sefer hem çabuk hem de hızlı geçti. Haa sadece o yüzden değil tabi, akrabalarımdan ötürü devamlı bir toplaşmanın içinde bulunmak zorunda kaldım, eh haliyle hiç de öyle umduğum huzuru bulamadım. Oysa bir dolu kitap okuyacaktım Ankara'da internetin varlığından ötürü dizi izlemekten kendimi alamayarak sırt çevirdiğim kitapları. Bol bol temizlik yapacaktım, toparlama yapacaktım. Her gittiğimde tüm evi bir köşe bucak temizliyorum, artık geleneksel oldu, sanırım bir yaştan sonra annenizin yaptığı hiç bir eylemi yeterli bulmuyor hale geliyorsunuz. Ama hiçbirine vakit kalmadı tabi.
Ankara'ya dönünce de o evde sabit somurtma moduma geçemeden paldır küldür Bandırma'ya gittim. Tamam bir hafta öncesinden söylemişti N ama yine de son dakikaya kadar gidecekmişim gibi düşünmemiştim. Çünkü bu aralar, bu dünyaya alerjik olma  durumunu abartıyordum. Köyden dönüşümle Bandırma'ya gidişim arasındaki birkaç gün boyunca evin içinde "istemiyorum istemiyorum" diye dolanıp durdum. Böyle durup, kendi kendime istemiyorum istemiyorum deyip duruyorum. Neyi istemediğimi sormayın bilmiyorum, genel olarak istemiyorum. Elimde olsa kimseyle görüşmeyeceğim ama sanırım bu yaşa gelip, bu kadar yıllık dostlar edindikten ve bu kadar dostla bu kadar içli dışlı olduktan sonra kendinizi tamamen çekip, sıyrılamıyorsunuz. Yani saçma farkındayım, içimdeki o iki ayrı insan da ayrı düşüyor bu konuda zaten. Biri diyor ki hepsine kapat kendini, kimsenin aramalarına mesajlarına cevap verme, zaten sosyal medya hesaplarını da kapattın, telefon numaranı da değiştir, önceki hayatına dair kim varsa sil gitsin. Öbürü de diyor ki lan gerizekalı mısın ne o öyle şımarık ergen depresyonuna mı giriyorsun, olur mu öyle şey, bu insanlar sana ne etti?! Yanında olmaktan, "normal" olmaktan başka ne yaptılar? Hiç.
O yüzden artık bahane yaratmaktan da bıktım. Çağırıyorlar, arıyorlar, soruyorlar, konuşmaya çalışıyorlar, "devam etmeye" çalışıyorlar ama ben edemiyorum. İşin kötüsü edemediğimi de anlatamıyorum. Ne yazık ki dostlarımın çoğu bu anormalliği anlayamayacak kadar normal. Yani bende bir şeylerin bozuk ya da ne bileyim normal olduğunu her zaman biliyorlardı, hissediyorlardı ama sanırım büyüyünce hepimiz eşitlendik diye düşündüler. Oysa büyüdükçe aramızdaki uçurum daha da açıldı, ben daha da anormalleşirken onlar daha da normalleşti. Bundan dolayı sırf kimseyi üzmemek için, üzüldüklerini görüp kendimi daha da üzmemek için, normalmişim gibi davranmaya, yanlarında normal olmaya, ayak uydurmaya çalışıyorum. Çok yoruluyorum. Çok.
Oradan da döndüm, bu sefer kuzenim geliyor 3-4 günlüğüne kalmaya bana. Tabi bunların hepsinin arasında bir yandan çılgınca kah internetten başvuru kah bakanlıklara falan gidip belge teslim ederek başvuru yapıyorum. O kadar çok yere başvurdum ki sanırım hepsi aynı günde falan çağırırsa mülakata, ruhum bile duymaz.
Yine de birkaç bir şey okuyup, izleyebildim, onu da demeden geçmeyeyim. Köye gitmeden evvel şu salak saçma kore dizisi "Cinderella & Four Knights"ı bitirmiştim. Salak saçma çünkü gerçekten kötüydü ya, tiksindim hatta bir süreliğine sanırım kore dizilerinden dedim kendi kendime. Kasım ayı boyunca başka yeni diziye başlamamaya karar vermiştim (başlamadım da). Sadece haftalık olarak izlediğim "While You Were Sleeping" ve "Because This Is My First Life"a devam ettim. WYWS geçen hafta final yaptı ve diyebileceğim tek şey, bu dizinin efsaneler arasında olduğu, bence. Yani izlediğim en manyak şeylerden biriydi, yazanın kalemine, çekenin de ellerine sağlık (sizinle tanışmak isterim yiğitlerim!). BTMFL ise haftaya final yapacak ve o dizi için ise hislerimi tarif edebilmem, size anlatabilmem mümkün değil, öyle böyle değil, burada da daha önce ekran görüntülerini falan gösterdim ettim biliyorum ama an-la-ta-mam. Bunlar dışında okyanus ötelerinden The Big Bang Theory, The Shannara Chronicles, Arrow ve Outlander'ı izliyordum haftalık olarak ama Shannara'ya artık tahammül edemediğime karar verdim (şurada biraz bahsetmiştim), Arrow'u da şimdilik kenara koydum, elbette geri döneceğim, eninde sonunda döneceğim sonuçta aramızda farklı bir ilişki var o diziyle ama şu sıra olmuyorsun be Arrowcuğum, olamıyorsun.
Okuyayım dediğim hiçbir şeyi okuyamadım ama yine de iyi kötü birkaç kitap bitirebildim bu sürede. Alessandro Baricco'nun Bin Dokuz Yüz'ünü, Thoreau'nun Sivil İtaatsizlik'ini, Richard Bach'ın Martı'sını, Gogol'un Bir Hatıra Defteri'ni, Tolkien'in Tehlikeli Diyardan Öyküler'ini, Philip K.Dick'in Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?sini, Agatha Christie'nin Styles'taki Esrarengiz Vaka'sını (ki yazdığı ilk Hercule Poirot öyküsü bu) okudum, okuyabildim.
Otobüs yolculuklarımdaysa otobüsün sisteminde bulabildiğim filmler arasında Deadpool vardı, sonunda (nihayet) izleyebildim. Bir ben kalmıştım herhalde izlemeyen. Tee önceki bir yolculuğumda yarım kalan Bridge of Spies'ı bitirdim sonra ki Spielberg+Tom Hanks resmen ilaç gibi geldi içimdeki nostaljik sinema delisine (çünkü hayattaki her soruya bir Spielberg filmiyle cevap bulunabilir Joey). En önemlisi dün Justice League'e gittim, uzun zaman sonra sinemada film izlemiş oldum. Ama çok da şey etmeyin, film tabiki de hobaaa vuhaa değil. Müzikleri güzel müzikleri. Bir de N'lerde kız kıza toplaşmışken bir öğleden sonra-akşamüstü film izleyelim dedik, ben hiç sesimi çıkarmadım bıraktım onlar seçsin. N, Aamir Khan filmi izleyelim dedi, açtım film izleme sitesini en altta bir filmi vardı konusunu okudum onlara, bu olsun iyi gibi dediler, açtık izlemeye başladık. 2001 yapımı Dil Chahta Hai filmini seçmişiz sevgili romalılar, yurttaşlar, vatandaşlar; içim bayıldı yeminle. Bence N ve F'nin de bayıldı ama ifade edemediler. Çünkü sonuçta Aamir Khan'dı, onlar seçmişti. Lakin aralarındaki tek geek olarak ben müşkülatımı ifade etmekte hiç bir beis görmedim. Nihayetinde 1 saat 40 dakika falan izledik, açık kaldı yani ekranda film ama artık her birimiz ne kadarını izledi, meçhul.
Evet halimden de anladığınız üzere Vatanım Sensin başlamış şimdi fark ettim, neyse hadi ben oturup şöyle ağız tadıyla yerli dizi izleyeyim de televizyonum da televizyon olduğunun farkına varsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...