14 Mart 2016 Pazartesi

"caligo", 13 mart

Ne yazacağımı bilemiyorum. Ama yazmam da gerek bir yandan, biliyorum. Yani en çok da böyleyken yazmam gerek, yoksa çıldırırım, onu da biliyorum. Herşey çok kötüymüş gibi, tüm bu yaşama çabamız çok anlamsızmış gibi. Her sabah nereye gideceksem artık, evde önce bir yarım saat rota oluşturuyorum mesela. Nerden hangi yoldan hangi araçla gidersem daha güvenli olur? En çabuk nasıl gider gelirim? Böyle algoritmalar içinde cebelleşiyorum her gün. Gün içinde durup dururken gözlerimin önüne geliveriyor, daha bir sene öncesinde aynı binada çalıştığım, her gün rastladığım, yeni doğum yapan arkadaşın bebeğini görmeye beraber gittiğim ablanın haberlerde o tabutların önünde gördüğüm fotoğrafı..Her gün ama her gün bir dolu cenaze haberi izliyoruz, mahvolmuş insanlar, sizin benim gibi. Sanki her yanımızda bir savaş var, her an ölüyoruz. Sokağa çıkmaya korkuyorum, bir yere gitmeye, eğlenmeye. İçimde hep bu huzursuzluk. Hayır hiçbir şey iyiye gitmeyecek. Afganistan'da düzelme oldu mu? Irak'ta herşey düzeldi mi? Hayır, tabiki hayır. Burda da düzelmeyecek. Dosdoğru o çukura dalıyoruz, hatta tepe üstü daldık da olmamış gibi davranıyoruz. Tarihinin hiçbir döneminde savaşın eksik olmadığı bir coğrafyadayız, kabul edelim artık. Kaderimiz bu, hep ölmek, hiç uğruna, öylesine. Vatan falan gibi safsatalara da inanmayın. Bize ne yalanlar söylediler. Ortada bir vatan falan yok çünkü. Hiç olmadı. Hiçbir konuda birbirimizle bir şey paylaşmayan bir grup insanız biz. Hiçbir konuda anlaşamıyoruz. Hiçbir ortak yanımız yok. Bu kağıt üstünde gördüğümüz çizgilerden ibaret sınırların içindeki hiç kimse ne birbirini seviyor, ne de bir başkasına saygı duyuyor. O yüzden hiç öyle yok bu vatan yok biz kurduk yok bayrağım yok dinim yok dilim falan filan demeyin. Siz de inanmıyorsunuz. Herkes hangi ufak gruptaysa menfaati oraya sokuluvermiş, yaslanmış,
Diye yazmaya başlamıştım bundan nerdeyse 1 ay önce, yine böyle, şimdiki gibi bir ortamda, ruh hali içinde. Ama işte, devam ettiremedim, boğazıma düğümlenenlerle hıçkırıklarım arasında. Bu yazdıklarım da öylece durdu taslaklar arasında. Blogger'ı açıp da devam ettirmeye, başka bir şeyler yazmaya, ne bileyim gördüğüm bir şeyi bile postalamaya içim elvermeden öylece geçti günler. Her gün biraz daha azalır diye umduğum panikle, korkuyla, o düşüncelerle uyandım, derslere gittim, kütüphaneye gittim, kursa gittim. Her defasında azalacağına daha da içselleşen bir huzursuzlukla, panikle eve koşturdum. Önceki gün, nerdeyse iki aydır görüşmeyince Yeliz'le hadi buluşalım dedik. Her bir yandan haber geliyordu, bugünlere Kızılay'a, Bahçeli'ye, Tunalı'ya falan gitmeyin aman sakın diye. Ne yapsak bilemeden neyse hadi bir Tunalı'nın başında falan buluşalım duruma bakarız dedik. Gündüz hava o kadar tatlıydı ki oralarda yürüdük biraz, ama içi hiç rahat değildi Yeliz'in durmayalım buralarda gidelim Odtü'ye falan ormanda yürürüz dedi. Atladık gittik. Yürüdük, koşturduk çamların içinde, alabildiğine kalabalıktı kampüs, futbol  basketbol oynayanlar, şarkı söyleyenler, spor yapanlar, gezenler, gençler...Hava kararıp da azcık soluklanalım diye oturduk, elimize kağıt bardakta çaylarımızı almış yudumlarken telefonlarımıza haberler düşmeye başladı. Karşılıklı kaldık birbirimize telefonlara bakarak. Boğazımızda kaldı çay, yutkunamadık. Yine mi? Yine mi? Bu sefer kimi kaybettik, kimleri kaybettik diye telefonlarımıza sarıldık. Herkes birbirine iyi olduğunu haber etmeye çalışıyor biliyor musunuz artık otomatiğe bağlamış gibi. Biliyoruz çünkü, ilk gelen haberin üstünden yarım saat geçmeden tüm internet telefon hatları kesilecek. İnsan ilkinde şaşırıyor biliyor musunuz, iyi bir şaşırıyor. Ama algılayamıyor. Yani sanki her şey bir flu geliyor, gerçeklik içinde değilmiş gibi. İkincisinde şoka giriyor ama, tam manasıyla şoka. Nasıl yani diye. Nasıl? Üçüncüsündeyse artık alıştım zannediyorsunuz ama en çok bu üçüncüsünde kilitlenip kalıyorsunuz. Artık o kadar fazla oluyor ki, o kadar fazla geliyor ki hepsi, kalakalıyorsunuz. Ben nerede yaşıyorum? Biz neyiz? Biz ne yapıyoruz? Burası bir ülke mi? Burası bir cehennem. Kitaplarda okuduğumuz, filmlerde izlediğimiz, haberlerde gördüğümüz şeyin, o cehennemin içine düşmüşüz. O zaman ne anlamı var?
Gerçekten bakın şu an neden oturmuş Çatalhöyük ile ilgili sunum hazırlamam gerektiğini veya diğer ödevlerimi yapmam gerektiğini bilmiyorum. Yarın akşam İtalyanca kursuna gitmemin ne anlamı olacağını bilmiyorum.  Yani neden herşeye devam etmem gerektiğine dair içimde bir cevap bulamıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...