13 Ekim 2015 Salı

tenebris

İnsanın içinden hiçbir şey yazmak gelmiyor değil mi? Aslında anlatacak tonlarca şey var aklımda, ne düşünceler neler neler dolanıyor her gün şu beynimin içinde. Ama her bir şey o kadar karmakarışık, o kadar fazla ve o kadar engel olamadığım bir hızda devam ediyor ki. Sanki kocaman bir topun içindeymişiz hep beraber ve olan diğer her şeyle birlikte Everest'ten tepesinden bırakmışlar o topu, dönüp durarak yuvarlanıyoruz ama o yuvarlanma hiç bitmiyor, dön, dön, dön...Topun içi hallaç pamuğuna dönmüş (annem böyle der, nedir bu pamuk ben bilmem), ne ayağa kalkabiliyoruz ne oturabiliyoruz kendimizi doğrultup, ne yavaşlatabiliyoruz topu, ne de durdurabiliyoruz. Topun içindeki her şeyle ve herkesle birlikte bir çorba gibi dönüyor da dönüyoruz.
Yüksek lisans dersleri çılgınlar gibi başladı. İlk başta gayet kendimden emindim, pek hafife alıyordum. Çünkü senelerce gazı pompalanmış bir sayısalcı bünyesi pek tabiki sözel bir bölümü, dersleri ilk gördüğünde hafife alır, ohoo ben algoritma analizi almış geçmişim arkadaşım bir dönemde 6 yüksek lisans dersini mi yapamayacağım peh! der. Der, der de sonra çatonk diye kafasının üstüne çakılır. Eteklerim tutuşmuş durumda şu an! Ben nasıl geçeceğim bu dersleri? Bunca ödevi sunumu nasıl yapacağım? Milyonlarca yıllık tarihi nasıl okuyacağım? Birlikte ders aldığım insanların 4 yıl boyunca öğrendiği-ezberlediği-yuttuğu onca şeyi iki günde nasıl öğreneceğim de arayı kapatacağım? Ben nasıl?!
Diye kocaman bir panik dalgasıyla yüzleşmemim ikinci aşaması bende "ya ben aslında bunu istememiş miydim yoksa ben aslında bunu olmak istememiş miydim sanırım bu bana göre değil ben gideyim şöyle eli yüzü düzgün bir iş bulayım her akşam işten gelir yatağıma girer dizi izlerim kitap okurum para biriktirir emekli olunca da yeni zelanda'ya yerleşirim" şeklinde düşünce sağanağı oluşturuyor. Fakültenin o upuzun koridorunda durmuş, insanlar etrafımdan akarken benim, gözlerim yuvalarından fırlamış, derin derin soluk almaya çalışarak, olduğum yerde dehşete kapılmış halde dikildiğimi hayal edin. Hah işte tam o sahnede aklımdan bunlar geçiyor. Hem de böyle hızlandırılmış sağanak şeklinde. İki kulağımda da kendi sesimi (iç sesimi tabiki) duyuyorum bir yandan, "ben napacağım ben napacağım kaç kaç kaç hemen şimdi çantanı yere fırlat kimseye birşey demeden merdivenlerden in ön kapıdan fırla ve geri gelme".
Abimler de benim eve yerleşti bu arada. Abim, yengem ve ufaklık. Her ders çalışmaya çalıştığımda ablaaa diye çekiştiriyor. Allahım hiçbir şeye zamanım yetmiyor. Ama en kötüsü de ne biliyor musunuz? Tüm bu yaptıklarımın boşuna bir çaba olduğunu biliyor olmam. Böyle bir ülkede nasıl bir geleceğimiz var ki? Bu elimden çekiştiren ufaklığın okula başlayacağı ülke nasıl bir ülke olacak ki? Her geçen gün bazı konularda verdiğim kararların doğruluğunu anlıyorum (ki herhalde hayatımdaki tek doğrular onlar). Evlenmemek, çocuk yapmamak kararları bu ülke için tek doğrularım. Ben böyle bir dünyaya çocuk getirip de onun-onların da bu rezaleti, bu pisliği, bu karanlığı yaşamasını, daha da kötüsü öldürülmesini istemiyorum. Başka bir ruhun başına daha bu eziyetin gelmesine aracılık yapmış olmak istemiyorum.
Off kafam çok karışık. Her zamankinden daha da karışık. En uzak neresiyse oraya koşarak gitmek istiyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Bahar Ekinoksu - "Old must be left; New must be adopted; Life must be celebrated"

Ostara veya Eostre veya Eastre, Germen bahar ve şafak tanrıçası. O dönemin akademik yazılarında kendisinden yalnızca bir kez bahsediliyor - ...