Anti-sosyal, kocaman cüssesi içinde işsiz, sevgilisinden ayrılmış bir bilgisayar programcısı olan Thom; günü ufak dolandırıcılıklarla kurtaran neredeyse yakışıklı ama yeteri kadar zeki olmayan Erik ve telleri bükerek çok süper heykeller yapan, geleceği haber veren rüyalar gören egzantrik, çekingen, bir ufak tefek adam Tree. Evlerini su basınca tüm eşyalarını atıyorlar ama büyük turuncu koltuğu hiç bir yere bırakamıyorlar. Her defasında onların dışında bir güç, birileri, birşeyler araya girip koltuğun onlarda kalmasını sağlıyor. Taşıdıkları bir koca koltukla sonunda, biraz hayatlarının anlamını aramak biraz da yapacak daha iyi bir şeyleri olmadığı için bir yolculuğa çıkıyorlar. Nereye gideceklerine dair bir planları yok, koltuk sihirli bir şekilde nereye çekerse oraya ilerliyorlar. Nehirler, tren yolları, okyanuslar, ormanlar, ülkeler geçiyorlar. Ve koltuk simgelediği her şeyle birlikte bu üç kaybetmişi, uyumsuzu, yolunu arayanı cevaplarına doğru götürüyor.
Koltuk, bundan neredeyse 3 yıl önce çok da merak ederek aldığım bir kitaptı. Gördüğüm anda bir bağ vardı aramda kitapla sanki. Öyle ya nasıl olmasın, bir koltuğu taşıyarak hayatlarının yolculuğuna çıkacak kadar "seçilmemiş" kahramanların öyküsüydü bir kere. Sizin, herkesin yaşadığı hayatlara bir türlü adapte olamamış, anlayamamış, hayatta başka bir şeyler arayan ama aradıklarının bile farkında olmayan, inandıkları ve inanmadıklarıyla nerede durduklarını bilemedikleri bir gerçekliğe atılmış kahramanlardı bunlar. Beklemeden aldım kitabı evet, ama okumak için niye bu kadar bekledim? Sanırım her kitabın kendine göre bir planı var okuyucusu için. Kendi zamanlarını seçiyorlar belki de.
Benjamin Parzybok'un fikri hakikaten güzel. Kitabın arka kapak yazısında "Tolkien'in efsanevi dünyasına Tom Robbins vari bir yolculuk" diyor mesela. Okurken fark ettim ki benim de yazdığım, yarattığım hikayelerdeki gibi bir dünya onunkisi de. Yani bildiğimiz dünyada, gerçeklikte geçiyor gibi olan hikayede sihir öğeleri, edebiyatın gerçeküstü olarak gördüğü elementler birer birer ortaya çıkmaya başlıyor. Bildiğimiz dünyanın ardındaki dünyaya yolculuğa çıkıyoruz ayaklarımız hala bu toprak üstündeyken. Parzybok da bizi böyle bir yolculuğa çıkarıyor, ironik bir şekilde kocaman hantal bir koltukla yapıyor bunu hem de. Bir koltuğun artık hiçbir şeye ulaşmak için yerimizden bile kıpırdamadığımız bir zamanda simgelediği şeyleri fısıldayarak çoğunlukla. Toplumun, onu oluşturan şeyin, onu bu yaşadığımız hale getiren şeylerin Parzybok da en az bizim kadar farkında olduğunu gösteriyor.
Benjamin Parzybok |
Parzybok, kendisi de bilgisayar programlama, web dizaynı gibi bilgisayar işleri de yapmış bir yazar. "Koltuk"un da ana sahnesini oluşturan ABD'nin Portland şehrinde yaşıyor. Bu, ilk kitabı. Kendi sitesine baktığımızda 2014'te ikinci kitabı "Sherwood Nation"ın yayınlandığını görüyoruz. İkincisini bilemem ama ilk kitap olarak Koltuk oldukça iyi. Hikayesi, kurgusu, anlatımı ile keyifle ve düşünerek okunan bir kitap. Ara ara tekliyor, orası da var. Yani anlatımda zaman zaman duraklamalar var gibi geliyor, belli belirsiz bir şekilde denk geliyorsunuz. Ama koltuğun peşinde bir şekilde sürükleniyorsunuz. O yüzden okumanızı ve keyif almanızın yanında sorgulamanızı, düşünmenizi de tavsiye ederim.
Eğer West Hills'in ortalarındaki apartman binasının çatısından gözlerinizi kısıp baksaydınız - ki Portland kenti ayaklarınızın altında olurdu - biraz çaba ve hayal gücü ile, etrafa dağılmış binaları beş yüz küsür yıl önce bu nehrin kıyısında yaşayan insanların çadırlarına dönüştürebilirdiniz. Aynı sırada İspanyol bir kaşif Küba'yı keşfediyordu - atalarının seksen bin yıl önce keşfettiği topraklar...Ya da en azından efsane böyleydi. İnsanoğlu, varolduğu günden bu yana, aslında çoktan üzerinden geçtiği toprakları farkında olmadan yeniden keşfeder, üzerlerine uygarlıklar inşa eder, hepsinin ağzında sıçar ve sonra da ağlar.
Bir hiyerarşi vardı ve bu hiyerarşinin en dibinde de "seçilmemişler" vardı; birbirlerine sarılı halde, ne amaçla yaratıldıklarını merak ediyorlardı.
Thurman Sokağı'na varmışlardı. I-84'e bağlanan hayli kalabalık bir dört yol ağzıydı burası. Bu noktadan bir saat beş yüz civarında araba geçerdi. Hepsinin de bir amacı var, diye düşündü Thom; her bir araba, ardından egzoz dumanı bırakarak bir yerlere, bir hedefe doğru gidiyordu. Bu insanlar kendi yaşamlarına şekil veriyor, sosyal ağlar oluşturuyor, birbirleriyle iletişim içine giriyorlardı - hepsi, toplum denen bu iç içe geçmiş sistemin bir parçasıydı; onlar dışında. Bu insanların tümü, insanların dünyaya yapmak için geldikleri şeyi yapıyordu: sahip olmak ve sürüye katılmak. Thom şimdi bir ofiste, şirketin tekinin e-ticaret motorunu tasarlıyor ve tonlarca para kazanıyor olmalıydı. Meslektaşlarının, yaşıtlarının yaptığı buydu. Onların hayatları kolaydı bir bakıma. Akılda kalacak türden bir hayat değildi elbet. Ama alışkanlıklarla, gözde restoranlarla, elde ne varsa onlar ve kız arkadaşlarla süslü, rahat bir hayattı.
Thom ne zaman bir kadından hoşlansa yaptığı şeyi yaptı; en kestirmeden nasıl kaçabileceğini hesaplamaya girişti. Dikenleri yara yara nehre geri dönmeyi düşündü ama geç kalmıştı.
-"(...)Dünyanın kolonileştiği doğru; artık insana kendisini özgür hissettirecek, bir bilinmeze doğru yürüdüğünü düşündürecek hiçbir yer kalmadı."
-"Aynen! Bundan söz ediyorum işte."Para kazanmak istemezsen ne yapacaksın? Bu sisteme tıkılıp kalmışız. Çıkış yok. Farklı bir şey yapmaya kalktın mı, 'vatanını sevmiyor' oluveriyorsun. Ben şahsen avcı-toplayıcı olmak isterdim."
"Tamam öyle de, sonuçta hepimiz başka birilerinin sisteminde köleyiz. Kendi sistemini kurabileceğin ya da farklı yaşayabileceğin bir yer kalmadı artık. Vergi ödemiyor musun, yasa dışısın."Bende Algan Sezgintüredi çevirisiyle Domingo'un 2011 tarihli ilk basımı var. D&R'daki ucuzluk yığınından almıştım o zamanlar, 3 yıl önce, 9.90 tl'ydi. Şu an net sitesinde 11.70 tl görünüyor. Idefix'te de aynı fiyatı gösteriyor ama KitapYurdu, Pandora ve Babil gibi yerlerde 13'ün üstünde.
Goodreads'te Koltuk
Benjamin Parzybok'un Tumblr sitesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder