Bu ara niyeyse böyle yazamıyorum bloga. Habire bir şey çıkıyor, doğru düzgün oturamıyorum başına. Hele okuduğum kitapları yazamıyorum hiç, filmlere zaten yetişmem mümkün değil. İzlediğim hızda anlatmaya çalışsam burada herhalde tüm günüm yazmakla geçer. Hayatı yavaşlatma-duraklatma düğmesine bastım, hiçbir şey için acele etmiyorum, dinliyorum demiştim ya. Öyle yapıyorum sanırım. Tamamen kendimi dinliyorum, kendimi çözümlüyorum, insanları dinliyorum, anlamaya çalışıyorum. Kendimi tamamen özümseyip, tüm çözülecekleri, düzeltilecekleri düzelteceğim, amaç buydu zaten.
Pazar günü arkadaşım Yeliz'le kahvaltıya gidelim Eymir'e dedik. Sonrasında da bisiklete biner, yürür, dolaşır, Ankara'da bulup bulabileceğimiz "doğa"ya en yakın çevrede doğanın tadını çıkarırız gibi düşündük. Ama şansımıza o kadar güneşli gün arasından sağanak yağmurun olduğu tek günü bulduğumuz için öğle vaktinde, biz kahvaltımızı bitirmek üzereyken yağmur başladı, buz gibi oldu hava. Kendimizi arabaya zor attıktan sonra Avengers'a gidelim bari, sinemaya dedik. Böyle bir film IMAX'te izlenince zevki çıkacağından Ankamall'e gittik ama en yakın seansta sadece en ön sırada yer kalmıştı (yuh!). Kentpark'a razı olduk tabi sonra. Ve bir kere daha nefret ettim artık her filmde üç boyutlu göstermeye çalışma ısrarlarından. Çünkü o teknoloji ile çekilmemiş filmleri zorla üç boyutlu hale sokmaya çalışıp, sonra bir de o rahatsız gözlüklerle izlettirdiğinizde bize resmen işkence ediyorsunuz sayın film şirketleri, stüdyo sahipleri. Böyle küçük karanlık bir kutuya zorla kafamı sokuşturmaya çalışıp, bir şeyler görmeye çabalıyor gibi hissettim tüm film boyunca. Bir daha çok zorda kalmadıkça imax dışında bir yerde izlemeyeceğim üç boyutlu filmleri.
Hem kahvaltı sırasında hem de filmden sonra baya konuştuk Yeliz'le. Ben değişim isteğimden bahsettim, o da insanlar ve dünya hakkındaki çıkarımlarını anlattı buna bağlı olarak. Kendimle ilgili her şeyi değiştirmek istiyorum dedim. İstiyorum da. Kendimle, çevremle ilgili her bir şeyi değiştirmek istiyorum. Hiç mi doğru, güzel bir şey yok? Elbette ki var, ama büyük çoğunluk değişmeli. Belki yine kaçıyor, kaçmaya çalışıyor gibi görünüyorum ama bu sefer kaçmak değil, değişmek bunun adı. Bir sonraki, daha iyi versiyona güncellenmek. Önce yaşadığım şehri (umarım), sonraki adımda da ülkeyi değiştirmek en büyük parçası bu güncellemenin. Ne kadarı olur bilmiyorum, kendimi hala tanıyorum, geliştiriyorum. Nerdeyse 3 aya yaklaşıyor ama hala yaptığım şeye dair aldığım tepkiler karmaşık. Bazı arkadaşlarım anarşist misin sen napıyorsun her şeye karşı mı çıkıyorsun gibi yarı esprili tepkiler verirken, bazıları da vay be diyerek hayranlıklarını belirtiyor. Sonucun ne olacağını ben de bilmiyorum. Bundan önceki hayatımda yaptığım gibi habire ne olacak ne olacak diye kendimi yeyip bitirmiyorum da. Ne olacaksa olur veya olmayacaksa olmaz. İsmim gibi bir yolculuksam eğer, bu yolculuğu yapıyor olmaktan mutlu olmalıyım. Asıl amaç mutlu olmaktı zaten. Gerisi, diğer tüm yapmaya çalıştığım, yapmak istediklerim meraktan. Kesin doğrular diye bir şey yok, bugün böyledir dediklerim yarın böyle olmayacak. Bunun farkında olarak kararlar vermem gerektiğini biliyorum. Artık geçmişe, kendi geçmişime, hatalarıma saplanıp kalmıyorum, kalmayacağım. İnsanların kendi hayatlarını kurduklarını görmeliyim ve kendimi özgür bırakmalıyım diye düşünüyorum. Eskiden, tüm o berbat olduğum karanlık zamanlar boyunca hep gitmek istiyorum, kimsenin beni tanımadığı bir yere gitmek istiyorum, çevremdeki herkesten kurtulmak istiyorum falan diye yazıyordum ya, şimdi bunu daha normal, daha ferah bir bakış açısıyla görüp düşünebiliyorum. Yine gitmek, başka, yepyeni bir çevre kurmak istiyorum ama bu sefer kurtulmak değil bunun adı. Bir tür özgürleşmek, barış sağlamak. Kendimle barış yapmak. Hiçbir şeyi zorlamamak. Yepyeni bir yolsa yürüdüğüm, bu yola uyum sağlayamayan, bu yolda beni anlamayan, kendini düşünenler varsa bıraktığım noktada kalmalılar. İnsanlar farklı yönlere doğru büyüyebilirler bunda bir sorun olmamalı. Bu yeni, değişen "ben"de artık en önemli olan şey benim. Bir dostun dediği gibi "herkesi mutlu edemezsin". Kendim dışında herkesi düşünemem de. Eski ben, habire kendini karşısındakinin yerine koyup, tepkilerini ona göre veriyordu. Kimseye hayır diyemememim, hiç kimseyle kavga çıkaramamamım en büyük sebebi buydu. Artık bunu bırakmaya çalışıyorum. Etrafımdaki herkesin düşüncelerini, hislerini anlamaya çalışıp, o akıntıyı bozmamaya böylece de boğulmamaya çalışmak değil artık önceliğim. Akıntının tam ortasında durup, içimden hangi dalga yükseliyorsa onu bırakmak serbestçe. Hayır mı diyeceğim, tersleyecek miyim, kavga mı çıkaracağım, tamam. Henüz tam anlamıyla yapamıyor olabilirim bunu ama, deniyorum, geliştiriyorum. Sadece beni mutlu edenleri, yanımda olanları tutuyorum o yüzden. Bir tür inatlaşma, zıtlaşma, dünyaya karşı sertleşme değil bu, kesinlikle. Dediğim gibi, özgürleştirme aslında.
Böyle şeyler düşünüyorum işte son zamanlarda. Böyle şeyler yapıyorum. İşe yarıyor mu, göreceğiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder