9 Ocak 2015 Cuma

bonum affectum

Yine bir "zavallı hayatımda neleeer neleeer olmadı ki" temalı anlatı ile başınızı ağrıtmaya oturdum klavyenin başına. Ama buraya da anlatmazsam ne yaparım bilemediğimden.
Bitirdiğimiz - nefret ettiğimiz - yılın son gününden bir önceki günü istifa dilekçemi verdim. Aylardır ortalarda istifa edeceğim diye dolaştığımdan artık herkes biliyordu ama bir türlü gerçekliğine kendilerini inandırmak istememişlerdi. Şok edici oldu haliyle. Dilekçemi verdim, akşam oldu, işten çıkma saatinde tam bir saniye bile gecikmeden işyerinden fırlamak üzere hazırlanmışken daire başkanı, onun da bir üstü olan başkanın beni çağırdığını söyledi. Ve herkes işten çıkarken biz ikimiz, daire başkanı ve ben, diğer başkanın odasına gittik. İki başkan yarım saati aşkın süre "yok gitme biz sensiz ne yaparız olur mu öyle şey bırakmıyoruz" konuşması yaptı bana. A-bart-mı-yo-rum. Gayet ciddiyim. İki koca adam bana resmen gitme dedi. Devlet memuru olduğumu bilmesem esnek mesai saati konuşmalarını bile ciddiye alabilirdim, o derece. Tüm konuşmadan anladığım, yan yana bile çalışmadığım, tüm gün ne iş yaptığımı bile bildiklerini tahmin etmediğim insanların beni takdir ettiği, bana değer verdiği ve gayet akıllı, çalışkan bir insan olduğumu düşündükleriydi. Şaşırdım haliyle. Samimi olduklarını düşünüyorum kendimce, tabi ben dünyanın en salak ve saf insanıyım bunu da hesaba katın ben düşündüklerimi söylediğimde. Neyse onlar böyle benden gitmeyeceğime dair sözler alarak ancak bıraktılar odadan. Çıkışta da Özgür ve Celal'le buluştuğumda onlar da bir posta bırakma işi, yapma etme daha neler konuşması yaptı. Anlayacağınız eski yılın son iki gününü gayet baskı altında geçirdim.
Ama gene de izne ayrıldım. Dilekçemi işleme almıyorlar ama ben 20 günlük iznime ayrıldım. Çünkü kafayı yemek üzereydim ayrılmazsam. Şimdi soruyorlar yazın ne yapacaksın tüm iznini bitirdin diye. Diyorum ki yaza kadar duracağımı mı sanıyorsunuz? Öyle iki başkan benimle konuşunca utandım şımarık çocuklar gibi gideceğim de gideceğim diye tutturmaya. O yüzden biraz alıştıra alıştıra yapacağım bu işi. Yoksa o işyeri görünümlü hapishanede bir yıl değil bir ay bile durmaya tahammülüm yok. Yaz bile gelmeden birkaç ay içinde yine vereceğim dilekçemi. Bu kez kabul etmek zorundalar.
Sonrasında yılbaşının ertesi, atladım Marmara'nın kıyısında pek şirin bir yer olan Bandırma'ya gittim. Daha önce eylülde arkadaşımın sahil nikahı için gidip, bir gün bile kalamadığım ilçeyi bu sefer 3 günlüğüne de olsa gezme ve tadını çıkarma şansı buldum ki bu da diğer bir yazımın konusunu oluşturacak.
Ben şimdilik böyleyim yani. İzindeyim, ayın sonuna kadar atla gel diyenle şehir şehir gezerken bir yandan da istediğim saatte yatıp istediğim saatte kalkmanın, yeğenimle takılmanın, arkadaşlarımla daha çok konuşmanın, sohbet etmenin, her gün kendimi ağaçların arasına atıp dilim dışarı düşene kadar koşmanın, sabahlara kadar dizi izlemenin, yepyeni filmleri sinemada mısır kokuları içinde izlemenin, ayaklarımı kalorifere dayayıp peşpeşe kitaplar bitirmenin ve yazmanın, uçarcasına yazmanın keyfini çıkarıyorum. Evet çok kötü şeyler oluyor yine, habire kötüleşiyor dünya ama işte tam da bu yüzden keyfini çıkarmalıyım diyorum şimdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

eylülde

 Neden hep imkansızı istiyor ki canım? Oysa çok kolay olabilirdi. Elimi uzatsam alabileceğim mesafede duran şeyler. Çok kolay olabilirdi. He...