Son zamanlarda hemen her gün aklımda bir sürü yazılacak şeyle geliyorum eve. Yolda, işte, herhangi bir yerde herhangi bir zamanda aklımda bloga yazı yazıyorum. Anlatıyorum da anlatıyorum. Sayfalar sürüyor, yaptığım şeyler bitiyor ve eve geliyorum. Parmaklarımı klavyenin üstüne koyuyorum ve herşey bir anda uçup gidiyor. Yok hayır yazacaklarım düşüncelerim gitmiyor, sadece içimdeki o anlatma dürtüsü, isteği yok oluyor. Amaan diyorum, şimdi kim yazacak.
Annemin bu ara evde olmasının etkisi sanırım. En son geçen sene ya da ondan önceki sene sanırım, biraz fazla yalnız bıraktığımızdan hastalanmıştı. Panik atakla depresyon karışımı birşey sonunda bu zamana kadar ilaç kullanmak zorunda bıraktı onu ve babam da hiç yalnız bırakmamaya çabaladı. İlaçlarını birkaç ay önce bıraktı, şimdi iyi gibi. O yüzden benim yanımdayken eski haline dönmemesi için uğraşıyorum sanırım. Gerçi kendi ruh halim ortada, resmen oscarlık performans sergiliyorum bunu ona göstermemek için. Ama haliyle arada bir dağılıyorum, bu hafta başında olduğu gibi.
Pazartesi akşamı yeni bir ağlama kriziyle döndüm eve. Tüm gün işyerinde en yakın olduklarım aralarına oturtup ikna turu yaptı. Çoğunlukla oradaki insanlardan nefret ediyorum ama böyle bir iki tane gerçekten 'insan' olan sevdiklerim var. Ve bu yaptıklarını da beni düşündükleri, iyiliğimi istedikleri için yaptıklarını biliyorum ama gene de bu dağılmamam için kendimi tutabilmemi sağlamıyor. Pazartesi gün boyunca bana işi bırakmamam gerektiğini anlattılar. Tayin iste dediler, başka yere git. Ya da başka bir yerde, kurumda işini ayarla öyle geç. Kendini garantiye al, ani bir kızgınlıkla verme kararlarını. Annenler ne diyor bu duruma, baban demeyecek mi yarın öbür gün sen niye gidip çalışmıyorsun. Kendi acıklı hikayelerini anlattılar, yok babaları evden kovmuş yok kira istemiş...Evde sıkılırmışım iki günde, paraya alışmışım zor gelecekmiş. Hatta fikirlerine çok önem verdiğim, insan olarak hayran olduğum dede bir şey söyledi, 'mutsuzluğunun sebebi burada değil, buranın dışında ara bence' diye. Bir anlığına acaba doğru mu söylüyor dedim. Acaba normalde tüm hayatım boyunca mutsuz olduğum için mi gittiğim hiçbir yerde, yaptığım hiç bir şeyde mutlu olamıyorum, o şeyden nefret ettiğimi düşünüyorum?
Aklıma birkaç zaman önce Yeliz'i dinlediğim bir an geldi. Ufak bir masada, çok güzel bordo peçetelerimizle otururken en mutlu anısını anlatmıştı bana. Küçüklüğünden bir sahneydi, anlatırken bile o kadar mutluydu ki yüzündeki gülümsemeyi, gözlerindeki parıltıyı elle tutabilirdiniz. Ağlamak üzereydim o anlatırken, anlamasın diye kaç takla attım, yüzümü nasıl sabit tutmak için uğraştım bilemezsiniz. O mutluluk karşısında ağlamak istedim, o kadar bulaşıcıydı o kadar sıcacıktı. Ama bir yandan da beynimin arkasında çığlık çığlığa bir ses vardı, ben hiç bu kadar mutlu olmadım! Benim hiç bu kadar mutlu bir anım yok! Daha önce seneler boyunca düşünmüştüm Harry Potter okurken. Benim bir Patronus yapacak anım yok, o kadar mutlu bir düşüncem yok. Tüm hayatımı tarıyorum, sahne sahne kafamdan geçiriyorum ama yok. Kendimi hiç o kadar mutlu, güvende, huzurlu hissetmedim. Hissemediyorum, başaramıyorum.
O yüzden dedenin söyledikleri kafamda, eve ağlayarak geldim. Tüm akşam ağladım. Annem çıldırmak üzereydi, bana neden hiç bir şey anlatmıyorsun, ben senin annenim, neden ağladığını neden söylemiyorsun. Sonra ben böyle ağlasam ve sana hiç bir şey söylemesem sen ne yapardın dedi. O an durdum bir, ağlamayı kestim. Anlattım, anne bana böyle böyle dediler diye. Annem de dedi ki sen salak mısın? Diyemedin mi ben kararımı verdim size ne diye, dedi. Ve o an o kadar mantıklı geldi ki. Resmen aydınlandım. Manyak mıyım ben saatlerdir bunun için ağlıyorum dedim. Evet, ben manyağım.
Şimdilik düşündüğüm ocak'ın 2'sinde istifa dilekçemi verip izne ayrılmak, izin bitişinde de ilişik kesmek. Sonra da bir yıl veriyorum kendime. Hiçbir yapmadan, daha doğrusu istediğim ve bir türlü vakit bulamadığım şeyleri yaparak bir yıl geçirmek istiyorum. Bu bir yılda eğer istediğim bir yola doğru gerekli adımları atamamış veya başarısız olmuş olursam, yine bu memur ol-para kazan-parayla satın aldıklarınla mutlu olmaya çalış yoluna döneceğim. Tabi şimdikinden daha ılımlı ve mümkünse daha işe yarar bir yerde. Ama denemeden kabul etmek istemiyorum, böyle bir dinlenme yılı geçirmeden yeniden yuvarlanmaya devam etmek istemiyorum. Bu yüzden planın var mı diye sorduklarında deliriyorum şu an, hayır yok planım falan. Sizi kandırıp işten istifa edip daha büyük daha iyi bir yerle anlaşmış da oraya geçiyor değilim! Sadece hiçbir şey yapmayacağım bunun neresini anlayamıyorsunuz? Gerçekten bu kadar mı sabit düşüncelisiniz? Başka bir hayat var olamaz mı, herkes böyle bir yaşamı mı istemek zorunda? Bu kadar mı zorluyor beyinlerinizi bu düşünce? Sanki 13.yy.da bir köyde meydana çıkıp uçan atlarla gidecek bu arabalar diye bağırıyorum. Öyle bakıyorlar yüzüme, o bakışlarla. Nasıl yani işi bırakacak mısın? Hem de gidip evde oturacaksın! Nasıl yani?! Evde oturmayacağım, yani tamam temelde evde oturuyor olacağım ama yapacak bir sürü şeyim var, birikmiş bir sürü şeyim var. Yok, anlamıyorlar. Mümkün değil. Ya da belki ben anlamıyorum.
Anlayamadığım için uzaklaşıyorum. Her geçen gün daha az iletişim kuruyorum. Gerçi düşünüyorum da, zaten hiçbir zaman aşırı iletişim kuran bir insan olmadım. Annem hep kapalı kutum benim der, sır küpü kızım, hiçbir şey anlatmayan yavrum, hep içinde tutan evladım. Ben hiç öyle bugün arkadaşlarımla buluşayım da konuşayım anlatayım diyen bir insan olmadım. Bir şey olmuşsa olmuş, niye anlatma gereği duyayım diye düşünürüm (niye yazıp da buralarda anlatma ihtiyacı duyursun o zaman diyebilirsiniz ama tam da cevabım bu işte, yazıyorum ya niye gidip konuşayım). Çok konuşmuyor derler hep o yüzden, konuşmak istemiyorum ki. Çoğu zaman dinlemek de istemiyorum, siz anlatırken yüzünüze sabitleyip bakışlarımı uçup gidiyorum. Keşke sussa diyorum, keşke anlatmayı kesse. Hatta arada soru bile soruyorum insanlar anlatırken. 'Hııı peki sonra ne oldu, hım anladım ama neden?' gibi sorularla dinliyormuşum gibi yapabiliyorum. İnsanlarla iletişim kuruyormuşum gibi yapabilmek için iyi eğittim kendimi. Robot gibi kopya edebiliyorum davranış kalıplarını. Mesela bir şey söylüyorsunuz 'elma aldım' gibi. Normal ben, kendim olarak, bu cümle üzerine hiçbir şey söylemem. İyi der geçerim. Ama diğer insanların, hepinizin bu cümle üzerine nasıl bir davranış sergileyeceğini, neler söyleyeceğinizi kopya ediyorum, uzun yıllar gözlemlediklerimi kurulu bir robot gibi sergiliyorum. 'Elma aldım' diyorsunuz ben de hemen aklıma eve gittiğimde anneme bunu ilettiğimde annem neler sorardı diyorum. Gözümün önünde beliriyor ve taklit ediyorum, 'Nerden aldın ne zaman aldın niye aldın kime verdin sen mi yedin tadı nasıldı ne kadardı ben de geçen şurdan aldım yedim sevdim sevmedim şöyleydi böyleydi' diye devam ediyorum ve sizinle muhabbet etmiş oluyorum. Sonunda başarmış oluyorum, siz beni samimi, sevimli, iyi, muhabbet eden bir insan olarak görmüş oluyorsunuz ve ben de açık vermemiş oluyorum. Normal görünüyorum, zararsız. Sizin gibi içten pazarlıklı, bencil, entrikalar çeviren, tek bir hayattan başka birşey bilmeyen biri olmadığımı düşünüyorsunuz, yazıık canım benim bu da böyle saf, kendi halinde birşey işte diyorsunuz. İşime geliyor, size kendimi açıklamak zorunda kalmıyorum, o kıt kafalarınıza ışığı sokmak için kendimi parçalamaya uğraşmıyorum. Robot gibi tekrar ediyorum.
Ve sonucunda da sıkıcı oluyorum. Çoğu insan beni sıkıcı, salak, saf buluyor. Herşeye sırıtıyorsun bile dedi bir kere birisi. Ne yapayım, söylediğin her salak şeyde sırıtmazsam o çingeneliğinle iki dakikada saçımı başımı yolarsın çünkü ne kadar salak, ne kadar su katılmamış bir öküz, zerre kültüre sahip olmayan bir odun olduğunu yüzüne söylemiş, dahası bunu sana kanıtlamış olurum. Ve dayak yemek istemiyorum. En basit açıklaması bu. İnsanlarla kavga etmek, dayak yemek, entrikaların ortasına düşmek istemiyorum. Etrafımdaki herkese sırıtmazsam birilerini öldürmekten ya da onların beni öldürmesinden korkuyorum.
Ama sanırım tam da bu yüzden daha da çok eziliyorum. Kafasına vur ekmeğini al insanıyım tam. Sırf kavga etmeyeyim diye herşeye olur diyorum, yaparım. Bu yüzden mesela işyerinde en nefret insan 3 yıldır ben onun verdiği işleri, onun yapması gereken işleri ve onun uydurduğu gereksiz zaman ve para israfı şeyleri yaparken, o canlı müsveddesi neler neler yapıyor. O kadar beddua ettim ki, bazen tutuyor. Ama gene de yüzüne karşı hiçbir şey diyemiyorum, bizimle çalışmaktan mı memnun değilsin diyor mesela. Hayır diyorum. Çünkü onlarla değil, onunla çalışmaktan memnun değilim. Hatta gitme sebebimin yüzde 80'ini o oluşturuyor. O olmasaydı belki biraz daha kendimi sıksam öğrenim kredisi geri ödemem bitene kadar kalabilirdim o işte. Ama o orada ve gitmeye niyeti yok. Keşke ölse, yok olsa, dünyadan silinse.
Böyle bir pazar gününe çok iç açıcı bir yazı oldu değil mi? Siz bana aldırmayın. Hayat güzel.
Sen ne guzel bir insansin ya...
YanıtlaSilyani, teşekkür mü etsem bilemedim bu güzel sözün için ama bence bu yukarıda yazdıklarım - oturup şöyle birkaç gün sonra düzgün kafayla okuduğumda - baya bir kötü gibi görünüyor. Böyle tüm insanlardan nefret eden, herkesi salak gören, hayattan bezmiş, sevmediklerine beddua edip ölmelerini dileyecek kadar kin dolu bir insan görüntüsü çizmişim. O sebeple nasıl olur da güzel bir insan olduğumu düşünebildiğini bilemedim, ben küfrederdim kendime açıkçası :p
Sil