Bu hafta niye böyleydi bilmiyorum. Her akşam eve geç bir saatte döndüm, öyle denk geldi. Hafta başlarken zaten bir tuhaftım, kötüydüm yani gene. Anlamadım neden. Üstümden tonlarca yük geçmiş gibi hissederek başladım. Gerçi pazartesi akşamı çok güzel başlamıştı, sonra saçma bir haber aldım, ne düşüneceğimi bilemedim. Ve gerisi çorap söküğü gibi geldi. Normalde haftada bir kere yoklayan ağlama krizleri bu hafta her akşam ortaya çıktı. Yalnız olmadığımda genelde herkes yattıktan sonraya kadar erteleyebiliyorum bu krizleri ama tek başımayken beni tutacak hiçbir şey yok, salıyorum saatlerce. Gene neden bilmiyorum.
Geçen akşam bu kez de çöp toplayıcı amcayla konuştum. İşten dönüyordum, yaşadığım sokağa girince karşıdan ağır ağır geldiğini gördüm. Bu sefer yanından geçip gitmeyeceğim dedim. Yaklaştıkça yüzüne baktım ve selam verdim. Kağıtları da toplayıp toplamadığını sordum. Yani öyle, koyulanları alıyorum dedi, utangaç utangaç. Ben biraz da korkarak daha yırtıcı, daha hırpani bir kişilik beklerken, görseniz, dünyanın en alçakgönüllü tonton amcası çıktı karşıma. Sürüklediği o büyük tekerlekli çuvalıyla, büyük ihtimalle şaşkındı onunla konuşmama (Yalnızlıktan sokaktaki insanlara sarmışım gibi görünüyor olabilir oradan ama inanın değil, bunlar hep yapmak isteyip de cesaret bulamadığım şeyler). Utandırdım mı bilmiyorum, ben sadece evde biriktirdiğim kağıtların geri dönüşüm gibi bir yere gidip gidemeyeceğinden emin olmak istemiştim. Evdeki plastikleri hep ayrı bir poşet yapıp, öyle bırakıyorum ben akşamları çöpe, düzgünce özenli bir biçimde. Sırf onlar kendilerine bırakıldığını görüp, rahatça alıp, sonra karşılığında cüzi bir miktar para alabildikleri bir yere götürebilsinler diye. Aynı şekilde kağıtları da koyacağım, biriktiriyordum bir süredir. Umarım utandırmamışımdır seni amca.
Yine hafta başında Nihan'ın yolladığı bir blog üzerine, işyerine gittiğimde net makineme bir bakayım dedim. Oradaki internet explorerımın sık kullanılanlarını şöyle bir açtım ve son üç yıldır nelerle uğraştığıma göz gezdirdim. Şaka gibiydi. İşte geçirdiğim üç yıl boyunca, o aralarda bulabildiğim ufacık vakitlerde internet makinemde inceleyip durduğum şeyler; göçmenlik, başka bir ülkeye nasıl yerleşirim, başka bir ülkede yüksek lisans nasıl yaparım, kısa sürede yabancı dil öğrenme, kendi kendine hiyeroglifleri okumayı öğrenme, diğer ülkelere gönüllü çalışma imkanlarıyla gitme, her yerden yüksek lisans ve doktora tezleri...Delilik. İşte geçirdiğim üç yıl boyunca sadece buradan nasıl kaçıp giderim onu düşünmüşüm. Tamam, kendimi bildim bileli bu ülke dışında yaşamaya çalışıyordum ama bu kadar da obsesif bir hale geldiğini fark etmemiştim. Bir dolu harita kaydetmişim klasörlere. Ankara'da kaybolabilirim ama inanın NY'da, Londra'da, Edinburgh'ta gözlerimi bağlasanız alır başımı giderim, o derece incelemişim. Evet hep istiyordum ama gerçekliğini düşünmemiştim, Nihan geri dönene kadar. O zaman bir tereddüt ettiğim hatırlıyorum, bir de Cey'i dinleyip de. İkisi de gitti ve geri döndü. İsteyerek. Haliyle bir düşündüm, bu bir şekilde onca zaman aşık olduğun insanla sonunda bir araya geldiğinde aslında onun aşık olduğun insan olmadığını anlaman gibi bir şey mi? Aşık olduğun kafanda yıllarca kendi oluşturduğun hayal mi? Bu ülkeyi hiç sevemedim, ama ya aslında hiçbir yeri sevmezsem? Sadece izlediğim, okuduğum gibi bir yeri seviyorsam ve öyle yerler aslında gerçek değilse? Ya insanlar dünyanın neresine gidersem gideyim hep aynıysa? Aynı öküzlükte, aynı bencillikte, aynı saçmalıktaysa?
Evet sanırım öyleler. Yani ne bileyim, siz de öyle yapıyorsunuzdur, eminim, yaptığınızında farkında değilsinizdir. Ama ben yaptıklarını fark ediyorum! Sabahları işe gitmek üzere servis beklerken yolun kenarında, kaldırımda ufak çapta sıra oluyoruz mesela. Her gelenin, bir önceki gelenin yanında durup beklemesi durumu oluşuyor, normali bu zaten. Ama nedense bazı insanlar, geliyor, geliyor, hepimizi geçerek sıranın en önüne duruyor. Yetmiyor, çoğu insan, servis geldiğinde ciğeri gören kediler gibi depara kalkıp servisin kapısına zıplıyor. Sıranın neresinde olurlarsa olsunlar. Tamam ayakta kalanlar olabiliyor bazen çok kalabalık günlerde. Ama sırf bunun için de insan olmaktan çıkmak gerekmiyor, gururunuzla durursunuz ayakta. Sanırım beşikte öğretiyorlar bunu bu ülkede, hep en öne geç, nasıl olursa olsun bir şekilde işini hallet, kimseye saygı gösterme, kimseyi bekleme, sen al ele geçir hallet de gerisi önemli değil. O koca koca adamların kadınların servise atlamak için girdikleri halleri gördükçe onların yerine ben utanıyorum, onlar utanmıyor. Hatta o kadar eminler ki kendi hakları olduğundan o otobüse ilk binmenin, böyle burunları havada, böyle bir kasılarak.
Bir de bir yerde dikilirken dibime girenler var, onları es geçmeyeyim. Misal kasada kuyruktayım, misal durakta otobüs bekliyorum, misal kargomu almak için bankonun önünde duruyorum. Hep insanlar geliyor ve tam dibimde duruyor. İçime giriyorlar, aramızda milimetreler kalıyor. Koskocaman alanda gelip orada duruyorlar. Yokmuşum gibi, benden hiçbir zarar gelmezmiş gibi ve dahası ben orada duruyorsam orası önemli bir yermiş de onlar da orada durursa herşey hallolacakmış gibi. HASTA MISINIZ!!! diye bağırmak istiyorum. Hiç birinizin kendi özel alanı diye bir şey yok mu! İnsanların dibine girmekten zevk mi alıyorsunuz? Evet hepiniz yapıyorsunuz. Çıldırmak üzereyim. Benim durduğum yer doğru yer değil bunu kafanızdan silin. Ben sadece en boş, en normal olmayan yerde dururum ve diğer her yer bomboş. Oralara gidin! Hayır bir de sonra çantanızı falan çarpıp duruyorsunuz bana, sanki oraya sonradan gelip dikilen benmişim, sizin olan bir yeri ben işgal etmişim gibi. Allahım görünmez miyim ben! Yok muyum!
Akşam yine salsa dersim var. Yine duraklara gideceğim, otobüs bekleyeceğim, metroya doluşacağım. Ve yine ağlayıp duruyorum. Daha akşam bile olmadı halbuki.
O konu da ben de şikayetçiyim, sırada beklerken kadınların göğüslerini sırtımda hissetmekten nefret ediyorum, arkası bomboş geri dursana ama yok kadın göğsünü resmen bir silah olarak kullanıyor. Halbuki insanın göğsü en mahrem yerlerinden biridir ve genelde bir yerlere değmesin diye özel çaba gösterir insan ama demek ki ben o kadar önemsizim ki, duvar gibi bir şeyim herhalde benden çekinme ihtiyacı bile duymuyorlar. Hatta uzun zamandır kendime bağ bahçe alıp gidip yerleşmeyi düşünüyorum, insan içine çıkmadan öyle, misal ısparta falan gibi yeşil, nüfusu az bir yerlere, tarımla uğraşayım diyorum. Ülkede tersine göçü ben başlatayım diyorum. Hem oralara bence anamı babamı da götürebilirim gibi geliyor. Hatta bunu blogada yazacaktım.
YanıtlaSilÜlkede ki o saygısızlık karmaşa durumu gelince, bana şöyle geliyor; biz sanki çok çocuklu fakir bir aileyiz. Ortaya yemek tencereyle konuluyor, kim atılıp kaparsa ona çok pay düşüyor. Senin ve benim gibiler de o ailenin ezik çocukları. Gözü açık, yırtık olanlar bir şekilde kendini kurtarıyor da biz bir köşede açız diye ağlıyoruz işte, kimse de ilgilenmiyor. Halbuki 2 çocuklu orta halli bir aile olsaydık önümüze eşit paylara bölünmüş yemekler düşerdi.
Yurt dışı konusuna gelince o tamamen senin hayattan ne beklediğinle ilgili biraz. Ne bana ne ceydaya bakma. Bizim yapamamış olmamız tamamen aileye düşkünlükten gibi. Ben onu anladım ki ailem olmayınca kanadım kolum kırılmış öksüz gibi hissediyorum kendimi. Sen o konuda biraz daha farklısın sanki. Ama tüm bunlar demek değil ki, yurt dışına çıkınca her şey güllük gülistanlık. Emin ol burada sıraya girmeyen insanlar canını sıkarken orada da başka türlü şeyler yapanlar çıkacak bu sefer de onlara sinirleneceksin. Hani klasik laf vardır ya, her şey sen de bitiyor sis, senin dünyayı nasıl algıladığınla. Kendini bu ruh halini, kafayı nereye götürürsen götür orayı da buraya çeviriyorsun; sebepler farklı sonuç aynı. Yaşadım biliyorum :) O kafayı değiştirmek lazım. Ama nasıl olur dersen ben de bilmiyorum, sen biliyorsan bana da söyle ben benim kafayı da bir değiştireyim.
Ayrıca bence yurtdışı olayından henüz vazgeçme. Bir 35'i gör ondan sonra vazgeçersin daha erken. Sorgulama da bunu, insan bazı şeyleri istiyor işte. Bak ben geri döndüm ama, temelli yerleşmek değil gerçi de, hala bir yolunu bulup git gel yapabileceğim bir hayat kurmaya çalışıyorum. Tamam takıntı haline getir demiyorum, sadece gözünü açık tut. Belki bir yerde senin için bekleyen bir şey vardır. Şimdiye kadarki yollar tutmadıysa başka yollar dene. Bak misal dış işleri personel alıyor. En güzel yaptığımız şey zaten sınava girmek değil mi? Baktın olmadı geri dönersin, burası hep burada 100 yıldır bir şey değişmedi, bir 100 yıl daha gider böyle. Gelir kaldığın yerden devam edersin.